Akademik camiada son zamanlarda tuhaf bir eğilim giderek yaygınlaşıyor. Literatürden bir iki metin çevirdikten sonra kendini “uzman” ilan eden yeni bir akademik tipolojiyle karşı karşıyayız. Ne sahici bir kuramsal donanım ne alan içi özgün bir tartışma… Sadece çeviri. Evet, yalnızca çeviri yaparak bir alanın otoritesi kesilen bu yeni figür sosyal bilimlerin başına bela olmaya aday görünüyor. Elbette çeviri önemlidir. Elbette başka dillerde yazılmış kaynakların Türkçeye kazandırılması kıymetlidir. Fakat şunu artık yüksek sesle söylemenin zamanı gelmiştir: Çeviri yapmak bir alanın uzmanı olmak anlamına gelmez. Çünkü bir metni çevirmekle o metnin diline, bağlamına, tarihine ve kuramsal tartışmalarına nüfuz etmek arasında dağlar kadar fark vardır.
“Çeviri yapan kişi zaten o alanı biliyordur, yoksa çeviremezdi” diyecek olanlar için de küçük bir not düşelim. Keşke durum böyle olsaydı. Ne yazık ki çevirilerin önemli bir kısmı, gündemdeki popüler konuların izinden gidilerek “moda” metinlerin çevrilmesiyle sınırlı kalmakta. Ne eleştirel bir önsöz ne metin içi notlar ne de yorumlayıcı bir çerçeve… Sadece “çeviri” yapılıp rafa kaldırılıyor. Ardından da bu iş üzerinden alanın uzmanıymış gibi bir pozisyona yerleşilmeye çalışılıyor. Genellikle online platformlarda bu çeviriler paylaşılarak biraz da sosyal medyanın konforunu ve gücünü arkasına alıp popülerleşen tipolojiler kendilerinin ilgili alanda söz söyleme hakkı elde etmiş zannetmektedir.
Bu noktada samimi bir soru soralım. Eğer çeviri uzmanlıksa, özgün düşünce nerededir? Kuramsal katkı nerede başlar? Alan içi tartışmalarla hesaplaşmak, özgün tezler ortaya koymak, eleştirel bir pozisyon almak bu işin neresindedir? Cevap belli Hiçbir yerinde.
Unutulmamalı: Çeviri, uzmanlık için bir araç olabilir ama asla kendisi uzmanlık değildir. Alanın diline hâkim olmadan, düşünsel çatışmalarını kavramadan, kurucu metinleri içselleştirmeden yapılan hiçbir çeviri kişiyi uzman yapmaz. Sadece emekçidir değerli bir emeğin sahibidir evet ama uzman değildir.
Bugün sosyal bilimlerde “Ben çevirdim, öyleyse varım” diyen yeni bir entelektüel tembellik türüyle karşı karşıyayız. Çeviri özgün düşüncenin yerine ikame edilmekte sorgulama, eleştiri ve üretim yerine tüketim dayatılmaktadır. Bu akademik hayata vurulmuş yeni bir darbe olarak görülmektedir.
Sonuç net çeviriyle alan zenginleşir ancak çeviri yapan kişi sırf bu nedenle alanın uzmanı sayılamaz. Kimse kusura bakmasın çeviri yapanı alkışlayabiliriz ama ona “uzman” payesi vermemeliyiz.