Uygulamada özürlülük, sakatlık, malullük, işgöremezlik derecesi gibi kavramlar birbirinin yerine kullanılmaktadır. Bunlarla ilgili yaygın olarak kullanılmakta olan ölçütleri içeren temel iki doküman vardır. Bunlardan birincisi; Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik (16 Temmuz 2006 tarihli), ikincisi; Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği (28.08.2008 tarih ve 26981 sayılı) olup, bunların kullanım amaçları farklıdır. Bu yazıda, ilgili bu iki Yönetmelik kapsamındaki özürlülükle ilgili işe girme, vergi indiriminden yararlanma, ek maaş ya da gelir bağlanması gibi hukuksal kazanımlar ile kazalardan sonrası tazminat istenmesi gibi konulara girmeyeceğim. Bunları ayırarak, diğer sayılardaki yazılarımda ele almayı düşünüyorum.
Ceza davaları açısından, Türk Ceza Kanunu (TCK) maddeleri esas olup, her türlü (iş kazası, trafik kazası, etkili eylem vs.) yaralanma durumunda işlev yitimi veya işlev zayıflığı eski tabirle uzuv kaybı veya devamlı uzuv zaafı olup olmadığına açıklık getirilmesi gerekmektedir. Burada herhangi bir cetvel kullanılmasına gerek yoktur. Bu husus, Yeni TCK’da tanımlanan yaralama suçlarının adli tıp açısından değerlendirilmesi için hazırlanan rehberde de vurgulanmıştır. Kişideki görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma duyuları ile organlar ve ekstremitelerde (el, ön kol, kol, omuz, ayak, bacak, kalça) oluşan anatomik kayıp ve/veya fonksiyonel bozukluk, her bir duyu, organ veya ekstremitenin kendi anatomik yapı veya fonksiyonuna göre değerlendirilmelidir. Protez takılması durumunda da anatomik kayıp değerlendirilecektir. Vücutta çift olarak bulunan organlardan birinin işlevini tamamen yitirmesi halinde, diğer organ fonksiyon görmeye devam edebilir. Bu durumda, organın işlevinin zayıflaması değil, işlevin yitirilmesi söz konusudur. Çünkü kanun metninde duyu ve organlardan birinin işlevinden söz edilmektedir.
Organdaki veya ekstremitedeki anatomik kayıp ve/veya fonksiyonel bozukluğun o organ veya ekstremitenin kendi anatomik yapısı ve/veya fonksiyonuna göre yüzde 10-50 arasındaysa "işlevin sürekli zayıflaması"; yüzde 50’nin üstünde ise "işlevin yitirilmesi" olarak değerlendirilmelidir.
Verilecek cezaya esas olacak bu yarıdan az ve yarıdan fazla değerlendirmesiyle ne Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ne de Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik’in ilgisi yoktur. Fikir edinmek için bakılabilir, o ayrı. Bu konu en çok, nörolojik ve ortopedik hasarlarda sıkıntıya neden olmaktadır. Biz organ/ekstremite ya da duyu işlevi açısından yarıdan az veya fazlasının kaybolup kaybolmadığına karar veremediğimizde, ilgili uzman hekim arkadaşlarımızla yazılı ya da sözlü konsültasyon yapıp, o organ/ekstremitedeki kaybın yarıdan az mı, fazla mı olduğunu aydınlatıyoruz.
Bir de, TCK’nın 86. maddesine göre kasten yaralama, 94. maddesine göre işkence, 96. maddesine göre eziyet suçunun, 102. maddesine göre cinsel suç kapsamındaki bir eylemin, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenmesi halinde faillere verilecek ceza artmaktadır. Burada, "beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişi" deyimi, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumdaki özürlülüğe de işaret etmektedir. Kişinin özür durumunun, kendini savunmasına engel teşkil edecek derecede olup olmadığı açısından da yine ne Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ne de Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik’in ilgisi yoktur. Kısacası TCK çerçevesinde verilen raporlarla uygulamada kullanılmakta olan ölçeklerin ilgisi yok.
Memleketimden adli tıp manzaralarından biriyle daha yazımı bitiriyorum.
ATIN BU DOKTORU İÇERİYE
*
Bir varmış, bir yokmuş. Çok eskiden, ta yirmi birinci yüzyılda, Türkiye adında bir ülke varmış. Bu ülkenin İç Anadolu Bölgesi’ndeki küçük bir ilçede, gece yarısı bir trafik kazası meydana gelmiş. Bölgenin jandarması, savcıdan, olay yerine nöbetçi pratisyen hekimi de götürmek üzere talimat almış. Doktoru jandarma arabasına bindirmişler ve hep birlikte evinin önünde savcıyı beklemeye koyulmuşlar.
Zaman ilerliyor, evin kapısı bir türlü açılmıyormuş. Meslek hayatının henüz başında olan doktor, alışkın olmadığı bu durum karşısında hem şaşırmış hem de kızmış. Zira hava soğuk, vakit gecenin geç bir saatiymiş ve olay yeri de epey uzaktaymış. Ertesi sabah dinlenemeden yeniden işinin başına geçmek zorunda olduğunu düşününce daha da sabırsızlanmış. Derken, iki saate yakın bir süre sonra nihayet gelmiş savcı. Bu onların ilk karşılaşmalarıymış. Beklerken iyiden iyiye sinirlenmiş olan doktor söylenmeye başlamış:
"Nerede kaldınız, iki saattir sizi bekliyoruz, yatağınızdan kalkmak çok mu zor geldi?"
Savcı bu sözlere çok sinirlenmiş ve hemen jandarmaya talimat vermiş:
"Atın bu doktoru içeriye!"
Savcının emri yerine getirilmiş ve doktor o gece nezarette kalmış. Daha sonra yasa gereği yapılan ruhsal değerlendirmede kendisine psikiyatrik rahatsızlığı olduğu yönünde bir tanı konmuş ve bu şekilde ceza almaktan kurtulmuş. Ancak mesleki açıdan geleceği doğal olarak tehlikeye girmiş.
Bu olaydan sonra bölgede görev yapan doktorlar, kendi nöbetlerinde bir aksilik çıkmaması için dua ederken savcı, genç doktorlara iyi bir ders vermiş olmasının rahatlığı ile daha da sert ve anlayışsız olmuş.
İşte böyle
Farz edelim bu bir masal. Ama masal olsa ne değişecek, böyle düşünmemizin kime ne yararı dokunacak ki
Derleyenler: Yasemin Balcı, Kenan Karbeyaz, Mürselin Kurt (Biz aktaranların yalancısıyız)