Her yıl en az bir toplu ölüm ve sıradanlaşmış nice kadın ve çocuk ölümü giderek artan ivmeyle meydana gelir oldu ülkemizde. Soma maden kazası, Amasra maden kazası, İliç maden sahasında toprak kayması, 1999 Marmara depremi hemen ardından Düzce depremi, sonrasında Erzincan ve İzmir, daha 2 yıl önce elli binin üzerinde vatandaşın canına mal olan, on binlercesini evsiz barksız, sakat bırakan Hatay, Malatya, Kahramanmaraş merkezli deprem. Çorlu tren kazası, yeni doğan bebek katliamı, sayıları katlanarak devam eden, en yakını erkekler tarafından katledilen kadınlar, çocuklar. Binlerce işçinin, hatta çocuk işçilerin ölümüne neden olan iş yeri kazaları ve en son Kartalkaya’da lüks bir otelde çıkan yangında ölen 78 vatandaşımız, çoğu genç ve çocuk, eğitimli ve okullu. Yukarıda özetlenen ölümler hep birilerinin ihmali, bilgisizliği, deneyimsizliği, denetimsizliği, kuralsızlığı, kurallara uyulmaması sonucu meydana gelmiş. Fakat faillerin, sorumluların hiç biri kamu vicdanını rahatlatacak cezayı almamış. Uzayan mahkeme süreçleri, iyi halden serbestlik, zamanaşımı gibi sudan bahanelerle çoğu serbest kalmış, ya da göstermelik bir süre cezaevinde kalıp serbest bırakılmış. Ceza alanlar da çoğu kez esas işin sorumluları değil ne yazık ki. Sonuç ölenlerin arkalarında bıraktıkları yürek burkan hikayeler, yapanların yaptıklarının yanlarına kar kalması. İşte o yürek burkan hikayelerden biri, bir hekimin hikayesi.
Yirmi yıllık doktordu. Nöroloji uzmanıydı. Evli, üç çocuk babasıydı. Her aklı başında sorumluluk sahibi baba gibi çocuklarının iyi eğitim alması ve ödüllendirme ile sevinçlerini görmek dünyalara değerdi onun için. Lüks arabaya binmiyordu, rezidansta ya da bilmem kaç odalı villada yaşamıyordu. Ayağını yerden kesecek bir arabası, üç çocuğu ile rahat sığabileceği bir apartman dairesinde oturuyordu. Çocukları hep ara tatilde kayak merkezine gitmek isterdi. Karneleri de çok iyiydi. Onlara güzel bir karne hediyesi olacaktı. Hak etmişlerdi böyle bir tatili. Bu yıl birikim yapmıştı ailecek gidebilecekleri, çocukların güvenle kayabileceği tesisleri olan bir otelde birkaç gün tatil yapabilmek için. Hem de Ankara’ya yakın olsun istemişti. Ulaşım kolay ve güvenli olsun diye. Her kararında çocuklarının güvenliğini düşünürdü. Cumartesi sabah yola çıktılar, kazasız belasız Kartalkaya’ya, otellerine ulaşmışlardı çok şükür. Her yer güneş ışıkları ile kristaller gibi parlayan bembeyaz karla kaplıydı. Odalarına çabucak yerleşip, karın tadını çıkarmak için dışarıya çıktılar. Akşam yemeğine kadar kartopu oynadılar, kardan adam yaptılar, kaydılar. Kurt gibi acıkmışlardı. Yemekte silip süpürdüler tabaklarını. Hem günün tatlı yorgunluğu, hem de dolu mide ile üzerlerine bir ağırlık çöktü. Ertesi gün için dinlenmeleri gerekiyordu. Erkenden uyuyalım dediler. Otelin on birinci katındaki orman manzaralı odalarına çıktılar. Bitişik iki odadan birinde üç kardeş, diğerinde anne ve babaları kalıyordu. Yatağa girer girmez uykuya teslim oldular, bir daha uyanamayacaklarını düşünmeden.
Gece yarısı saat üçü biraz geçe yangın başladı dördüncü katta, restoran katında. Hızla tutuştu her şey. Ağzından alev çıkan bir canavar gibi yangın hızla katlara tırmandı, her yer dumandı, göz gözü görmüyordu, vücutlarını bir sıcaklık kapladı birden, ağızlarından hızla duman dolmaya başladı nefeslerini kesercesine, sonra hiç uyanamayacakları bir uykunun kollarında buldular kendilerini, karbon monoksitten pembeleşti bütün vücutları, kızıl gül goncası gibi. Otelde ne bir alarm verildi yangın için, nede yangına hızla müdahale edilebilecek söndürme sistemi vardı. Camlardan attılar kendilerini insanlar, bazı babaların minicik çocuklarını attıkları görüldü camlardan belki kurtulurlar ümidiyle, uzun sürdü yangının sönmesi. Yalnız değillerdi çıktıkları sonsuz yolculukta, yetmiş üç kişi daha katılmıştı gökyüzü treninde onlara, yurdun dört bir yanından, anneler, babalar, kardeşler, arkadaşlar. Cenazeleri Ankara’ya getirildi, iki ikiz kardeşten biri yoktu, henüz ulaşılamamıştı, enkazdaki cesedine. Anne, baba ve iki kardeş kalabalık bir törenle toprağa verildi. Sonra ikinci ikize de ulaşıldı. Oda anne, baba ve kardeşlerinin yanına gömüldü. Bütün haberlerde, tartışma programlarında konu yangındı. Tanıyan tanımayan, insan olan herkesin içi yanıyordu, duydukça yangında can verenlerin yürek yakan hikayelerini.
Sosyal medya hesaplarından insanlar konu ile ilgili haber ve fotoğrafları paylaşıyorlardı. Tanıdıklar cenazelere katılıyordu, öğrenci de çoktu ölenler arasında. Arkadaşları, öğretmenleri okullarda sıralarına karanfiller koyarak gözyaşları içinde uğurladılar kaybettikleri arkadaşlarını. Mesajlar dolaşırken sosyal medya hesaplarında, yangında eşi ve üç çocuğu ile birlikte hayatını kaybeden meslektaşın beyaz gömlekli fotoğrafının altında şöyle bir mesaj yürekleri dondurttu, bu kadar da olmaz diye:” Hani doktorlar az kazanıyordu?? Bu Hotelin günlüğü 5 kişi için nerden baksan 5000EUR…”. Her şeyin para ile ölçüldüğü günümüzde, ölüme de paha biçilmişti ne yazık ki. Bu arada fırsatçılar da çıkmadı değil, medyada cenaze araçları için istenen fahiş fiyatlar yer aldı. Bazılarının, ölenlerin ailelerini telefonla arayarak taciz ettikleri gündem oldu. Ülkede milli yas ilan edilmişken yanan otele bitişik diğer otellerde kalanların gülüp, eğlenerek tatillerine devam ettikleri görüldü. Tanıdık tanımadık ölen herkesin arkasından “Allah rahmet etsin, kalanların başı sağ olsun” diyen, acıları paylaşan bir toplum, içinden ölünün arkasından vicdansız yorumlar yapabilen, saygısız davranan canavarlar, acıya duyarsız bireyler çıkartıyordu ne yazık ki. Evet sözün bittiği yerdi, insanlığımızı kaybetmiştik, vicdanlar kurumuştu…