Günümüzde insanların en çok karşılaştığı ya da bilinçli olarak içine düştüğü ya da düşürüldüğü derin buhranlardan biri de “çıkmaz sokağa girdiği” düşüncesine kapılmasıdır. Oysa “çıkmaz sokağa girdiği” vehmi/takıntısı, “Yüce Allah’tan ümit kesme” hâlidir ve çok yanlıştır.
Gerçekten de çağımızda bir insanın çıkmaz sokağa girdiğini düşünerek Yüce Allah’la ve hayatla olan bağlarını koparması, yani Yüce Allah’tan ümidini kesmesi sık karşılaşılan durumlardandır. Bu kimselerin ciddi bir tedavi sürecinden geçmemeleri halinde ilerleyen yıllarda daha şiddetli psikolojik rahatsızlıklara ve kalıcı travmalara yakalanmaları mümkündür. Bu bakımdan bir insanın içine düşebileceği en büyük yanlış ve kendisine yapabileceği en büyük kötülük Yüce Allah’tan ümit kesme yani; ümitsizliğe kapılma hâlidir.
Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki, Yüce Allah’a bütün ruhuyla ve gönülden inanan ve bu dünyaya imtihan maksadıyla geldiğini bilen bir insan Yüce Allah’tan ümidini asla kesmez. Kesiyorsa, o kimsedeki imanın seviyesi ya iyice zayıflamış ya da kopma noktasına gelmiştir. Dolayısıyla Yüce Yaratıcıya inandığını söyleyen bir kimsenin yapması gereken, Rabbiyle olan sözleşmesini tazelemesi ve yeniden imanını sağlamlaştırmasıdır. Bunun da yolu Kur’ân’ın ve sahih sünnetin ilkelerine dönmekle işe başlaması ve salih amellerini katlayarak artırmasıdır. Nitekim Kur’ân’a bütüncül bakıldığında çıkmaz sokak düşüncesinin çok yanlış olduğu, bunun şeytanın veya şeytan karakterli insanların telkinlerinden/ayartmalarından başkası olmadığı görülür.
Şimdi bazı örneklerle konuyu açıklamaya çalışalım.
Kur’ân’da pek çok âyette bütün peygamberlerin çok zor ve ciddi imtihanlardan geçtikleri ve onların da bu imtihanları başarıyla atlattıkları ifade edilir. Zira onlar zorluklara göğüs germiş ve Yüce Allah’ın rızasını kazanmışlardır. Sonuçta Allah Teâlâ onlardan razı olmuş, onlar da Allah‘tan razı olmuşlardır.[1] Zira Allah, kendi yolunda mücadele eden elçilerine ve inananlara yardım edeceğini âyet-i kerimelerde şu şekilde haber vermektedir:
“Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Mü’minlere yardım etmek de bize düşer.” [2]
“Siz ey imana ermiş olanlar! Eğer Allah[ın dâvâsın]a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve adımlarınızı sağlamlaştırır.”[3]
“Şüphesiz ki, peygamberlerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde (mahşer günü) mutlaka yardım ederiz.”[4]
Gerçekten de Kur’ân’ın ilkelerinden uzak bir hayat yaşayanların ve gönülden değil de diliyle inandığını söyleyenlerin peygamberlerin bu yaşam öykülerinden gereken dersi çıkartmak yerine zaman zaman derin bunalımlara düştükleri görülür. Oysa Kur’ân-ı Kerîm çıkmaz sokağa girdiğini düşünen böyle insanları değişik âyetlerde şöyle uyarmaktadır:
“De ki: “[Allah şöyle buyuruyor] ‘Ey kendilerine karşı haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin: Allah bütün günahları bağışlar; çünkü yalnız O çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır!’’[5]
“…Ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; bilin ki, hakkı inkar eden insanlardan başkası Allah’ın hayat bahşedici rahmetinden ümit kesmez.”[6]
Yine Kur’ân-ı Kerîm, hicret esnasında mağarada iken endişeye kapılan Hz. Ebû Bekir’i Hz. Peygamber’in şu şekilde uyardığını ve teselli ettiğini haber vermektedir:
“Eğer siz Elçi’ye yardım etmezseniz, o zaman [bilin ki] o’na [yine] Allah [yardım edecektir, tıpkı,] o hakkı inkâra şartlanmış olan kimseler o’nu yurdundan sürüp çıkardıkları zaman yardım etti[ği gibi]; (ki o gün o yalnızca) iki kişiden biriydi ve bu iki kişi [saklandıkları] mağaradayken Elçi arkadaşına: “Üzülme” dedi, “Allah bizimle beraberdir”. Ve derken Allah ona katından bir sükûnet/bir güven duygusu bahşetti, onu sizin göremeyeceğiniz güçlerle destekledi ve (böylece,) hakkı inkâra şartlanmış olanların dâvâsını bütünüyle yere düşürdü, Allah’ın dâvâsı ise (böylece her zamanki gibi) üstün ve yüce kaldı: çünkü Allah kudretçe en üstün, hüküm ve hikmetçe en uludur.”[7]
Aynı şekilde şu âyetler de balık tarafından yutulan Hz. Yunus’un da o esnada çıkmaz bir sokakta olduğunu düşünmediğini, sabırla Yüce Allah’a dua ettiğini, O’na sığınarak O’ndan yardım istediğini haber vermektedir:
“Ve o balık olayının kahramanı[nı da an]; hani, o gücümüzün kendisine ulaşamayacağını sanarak öfkeyle çıkıp gitmişti! Ama sonra [düştüğü bunalımın] derin karanlığı içinde: “Senden başka tanrı yok! Sınırsız kudret ve yüceliğinle Sen her şeyin üstündesin: doğrusu ben gerçekten büyük bir haksızlık yaptım!” diye seslenmişti. Onun da duasını kabul buyurduk ve kendisini o sıkıntıdan kurtardık. İşte Biz mü’minleri böyle kurtarırız.”[8]
Görüldüğü üzere Rabbinin rahmetiyle Hz. Yunus’un o zor durumdan kurtarıldığını da haber veren bizzat Kur’ân’ın kendisidir. Bu bakımdan inanmış kimselerin de aynı şekilde ellerinden geleni yaptıktan sonra Allah’a güvenip teslim olmaları ve sadece O’ndan yardım beklemeleri gerekir. Zira Allah’ın rahmetini elde etmenin yolu muttaki, muhsin, muhlis, muslih, salih ve sadık olmak, sabırla zorluklara katlanmak ve mücadeleyi bırakmamaktan geçer.
“Öyleyse, Rabbinin hükmüne sabırla katlan ve öfkeye kapılıp da sonra [ızdırap içinde] haykıran büyük balık sahibi gibi olma. Ve hatırla:] ona Rabbinin rahmeti ulaşmamış olsaydı mutlaka aşağılanmış bir şekilde ıssız bir sahile atılmış olurdu: Fakat ardından, Rabbi onu seçti (vahiy verdi) ve onu salihlerden kıldı.”[9]
Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerîm, derin endişe/sıkıntı/kaygı/bunalım/stres/depresyona kapılan insanların Yüce Allah’a tam bir teslimiyetle bağlanmaları ve sadece O’na dua etmelerinin önemini şöyle açıklamaktadır:
“Eğer o, [daha öncesinden] Allah’ın sınırsız şanını yüceltenlerden (kulluk vazifesini eksiksiz yapmaya gayret edenlerden) olmasaydı, herkesin yeniden dirileceği güne kadar o (balığı)n karnında kalmış olacaktı: (Ama balığın karnında bizi andı, tesbih etti, biz de) onu hasta bir halde ağaçsız, çıplak bir yere attık.”[10]
Yine Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Musa’nın bir insanın ölümüne neden olduğu zaman Yüce Allah’tan ümit kesmediğini, “çıkmaz sokağa girdiği düşüncesine” kapılmadığını ve şöyle dua ederek hatasına tevbe ettiğini haber vermektedir:
[Ve] “Ey Rabbim!” diye dua etti, “Ben kendime yazık ettim! Beni bağışla.” Ve [Allah] da o’nu bağışladı. Çünkü O çok acıyıp esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır.”[11]
Aynı şekilde kuyuya atılmış Hz. Yusuf’un Allah’tan ümit kesmeden günlerce kuyuda bekleyip oradan kurtulduğunu,[12] Mısır’da zindana atıldığında da aynı şekilde sabırla beklerken sebeplere sarıldığını, arkadaşlarıyla krala haber saldığını,[13] “çıkmaz sokağa girdiği düşüncesine” kapılmadığını Kur’ân’dan öğreniyoruz. İşte bütün bunların Kur’ân’da bahsedilmesinin nedeni, tüm insanların buradan dersler çıkartarak sıkıntılar karşısında pes etmeden sabırla mücadeleye devam etme kararlığında olmalarıdır.
Bilinmelidir ki Kur’ân-ı Kerîm’de “her zorlukla beraber bir kolaylığın olduğunun” peş peşe iki kez ifade edilmiş olması, insana ümit veren, dayanma gücünü artıran ve “çıkmaz sokak düşüncesini” yerle yeksan eden çok önemli bir müjdelerdir. Nitekim o âyetler şöyledir:
“Elbette her güçlükle birlikte bir kolaylık vardı. Evet, (sabredenler için) her güçlükle beraber bir kolaylık (her zaman/ mutlaka) vardır (ve olacaktır).”[14]
Bütün bu örnekler gösteriyor ki, Kur’ân’ın ilkelerine uygun yaşayan kimse zaman zaman şeytan ve şeytanlaşmış insanların ayartma, telkin ve tavsiyeleriyle çıkmaz sokaklara girdiğini düşünse bile kesinlikle Yüce Allah’tan ümidini kesmez, Allah’ı hatırlar, sabırla ve duayla o zorluğu aşmanın yollarını mutlaka arar. Zira şu âyet-i kerime, müslümanlara böyle davranmayı tavsiye etmektedir.
“Ama dâvâmız uğrunda üstün gayret gösterenleri, Bize varan yollara mutlaka yöneltiriz: Allah, kuşkusuz yaptığı işi mükemmel yapanlarla beraberdir.”[15]
Sonuç olarak, hayatının her anında imtihan olduğunu bilen bir insan “çıkmaz sokak düşüncesine” kapılmaz; kapılmışsa da derhal terk eder. Bu bakımdan ümidini kaybedenin Kur’ân’da anlatılan bütün bu örneklerden gereken dersi alması ve hakikatle yüzleşmesi şarttır. Bu tür yanlış düşüncelere kapılan kişi bir an önce kendi iç dünyasında olumlu anlamda değişim ve dönüşüm başlatmalıdır. Unutmamak gerekir ki öfkeye kapılıp isyan eden ya da ümitsizlik girdabında kıvranan dünyada hiçbir başarı elde edemez; ahirette de cenneti kazanamaz.
[1] Mücadele 58 /22; el-Beyyine 98/8.
[2] Rum 30/47.
[3] Muhammed 49/7.
[4] Mü’min 40/51.
[5] Zümer 39/53.
[6] Yusuf 12/87.
[7] Tevbe 9/40.
[8] Enbiya 21/87-88.
[9] Kalem 68/48-49.
[10] Saffat 37/143 -145.
[11] Kasas 28/16.
[12] Yusuf 12/15, 19.
[13] Yusuf 12/42.
[14] İnşirah 94/5-6.
[15] Ankebut 29/69.