“Bellek” üzerine yaptığı çalışmalarla 2009 Nobel Tıp Ödülü’nü alan Dr. Jonathan Benson şimdiye kadar yapılan en kısa Nobel konuşmasını yapmış. Demiş ki:
“Bugün dünyada Viagra’ya ve meme silikonlarına, Alzheimer hastalığı araştırmalarından beş kat fazla yatırım yapılmakta. Bu yüzden, birkaç yıl sonra etraf dik memeli yaşlı kadınlar ve sert penisli yaşlı erkeklerle dolacak, ama onlar bunun ne işe yaradığını hatırlamayacaklar.”
Gerçekten de çılgın bir dünyada yaşıyoruz. Tüketim çılgınlığı, rant çılgınlığı, petrol çılgınlığı, içinde yaşadığımız doğayı ezip yok etme çılgınlığı, kültürlere saygısızlık çılgınlığı, daha çok çalışma ve daha fazla para kazanma çılgınlığı, bilim adına yalan söyleme çılgınlığı…
Yediğimiz, içtiğimiz gıdalara güvenimiz kalmadı. Doktorların verdiği ilaçların bile hangisinin ilaç sektörünün bir baskısı ile yazıldığını tartışır olduk. Soluduğumuz hava ile ilgili sorunlarımız var. İçtiğimiz sudaki nitrat, nitrit oranları hepimizi korkutuyor. Teknoloji çılgınlığı sayesinde iyice hareketsizleştik. Bilgisayarlarımızın başında bizler de, çocuklarımız da saatler tüketiyoruz. Yürümek üzere oluşmuş bacaklarımız ne işe yaradığını çoktan unuttu. Kanser olguları arttı. Üstelik “Rahmet” diye bildiğimiz yağmurların bile Japonya felaketinden sonra üstümüze radyasyon yağdırabileceğini düşünüyoruz. Metabolik sendrom, boyun fıtığı, bel fıtığı, gastroözofageal reflü gibi hastalıkların çağın hastalıkları olarak ne kadar sık görüldüğü gözlerimizden kaçmıyor.
Böyle düşününce sık sık aklıma ta 1885 yılında Kızılderili Reis Seattle’ın topraklarını satın almak isteyen Amerika Cumhurbaşkanına yazdığı yazı geliyor. Büyük reis demiş ki:
“Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir veya satabilirsiniz? Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, ak kumsallı kıyılar, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu halkımın anılarının ve yüzlerce yıllık deneyimlerinin bir parçasıdır…
Çayırları sulayan derelerin ve ırmakların suyu bizim için yalnızca akıp giden bir su değildir. Aynı zamanda atalarımızın kanıdır…
Sizler topraktan almak istediklerinizi alıyor, sonra yolunuza devam ediyorsunuz. Bu yüzden sizin ihtirasınız toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecek…
Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı ses ve bir kelebeğin kanat çırpışlarını sizler duyamazsınız…
Evet, belki de ben bir vahşiyim. Ama yaylalarda cesetleri kokan binlerce bufalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyordu bunları. Dumanlar püskürten bir demir atın bir bufalodan daha değerli sayılışına aklım ermiyor.”
Benim de aklım ermiyor. Nasıl oluyor da daha çok para için ağaçlar kesiliyor? Hâlâ kürkü için binlerce hayvan acımasızca öldürülüyor? Göçmen kuşların rotalarına, yani binlerce yıldır ezbere bildikleri tek yola havaalanları hangi zihniyetle kurulabiliyor? Nasıl oluyor da daha çok para için sular kirletiliyor? Nasıl oluyor da milyonlarca insanın sağlığı kazanılabilecek üç beş kuruş ya da milyonlarca lira için tehlikeye atılıyor? Ve gıdalarımıza ne olduğu bilinmeyen bir yığın katkı maddesi konuluyor. İklim felaketleri burnumuzun dibindeyken hâlâ atmosferin kirletilmesine nasıl göz yumulabiliyor? Nasıl oluyor da kanser ya da Alzheimer ya da diyabet hastalığından bunca insan muzdarip iken bu konuda yapılacak araştırmalara yeterli fon aktarılmıyor? Hangi tip bir çılgınlık bu?