Medyada genişçe yer bulduğu için herkes N.Ç. davasını biliyor. Üzmez davasında da yazdığım gibi N.Ç. ne ilktir ne de son olacağa benzemektedir. Ancak bu tür olguların medyaya taşınması, konunun kamuoyu gündeminde tartışılmasına vesile olmaktadır. N.Ç. davasında hukukun yazılı kurallarına uydurularak ceza öngörülen olaya karşı toplumun vicdani tepkisi gözlenmiştir. Herkesin bildiği gibi konunun kavramlar ve kurallarla ele alınması farklı, “insan” odaklı ve “vicdani” odaklı yaklaşım farklıdır. Aslında hukuki yaklaşımla insancıl yaklaşımın biraraya gelmesi beklenir. Buna da hukuk dilinde “insancıl hukuk” denmektedir. Kaynağını hatırlamamakla birlikte, okuduğum şu ilginç kıssadan hisseyi paylaşmak istiyorum.
İngiliz yargıç, gece yarısı parktan geçen kızı korkutan adama 7 yıl 7 gün hapis verince, şaşıran gazeteciler sormuşlar:
“Adam kıza elini bile süremedi. Kaçan kızın çığlıklarına yetişenler adamı yakaladılar. Bu 7 yıl, 7 gün çok değil mi ?”
Yargıcın yanıtı hukuk dersi niteliğindedir!!!
“Kızı korkutmanın karşılığı 7 gündür. 7 yıl ise İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır.”
Her şeyden önce cinsel suçları makul gösteren pek çok yanlış inanış ve cinsiyete dayalı eşitsizliklerle mücadele etmek gerekmektedir. Daha önce de hep yazdığım gibi, bu mücadelede tek başına bireylerden tüm kurumlara kadar her birey ve kuruma sorumluluklar düşmektedir. Eflatun’un “Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar çirkindir.” Şeklindeki özlü sözü başka lafa gerek bırakmamaktadır.
Cinsel suçlarla mücadele açısından ülkemizde olumlu çabalar da var. Örneğin; N.Ç. olayında Sayın Bakan Fatma Şahin’in yaklaşımı son derece olumlu idi. Umarız bu olumlu yaklaşım, olayın gündemden kalkmasıyla bitmez, cinsel suçların değerlendirilmesindeki süreçlere ilişkin ülke çapında “Cinsel Saldırı Kriz Merkezleri” gibi yapılanmaların da önünü açar.
Bir de, cinsel suça karşı duruş ve ilkeler ortaya koyan kurumsal yaklaşımlar var. Bunlardan da bahsetmek istiyorum.
İlk olarak Sabancı Üniversitesinin Cinsel Taciz Yönergesi olduğunu duyduğumda bu olumlu yaklaşımdan etkilenmiş ve Sabancı Üniversitesinde bunun için çaba sarf eden herkesi takdir etmiştim. Üniversite Senatosu tarafından onaylanan Yönergeye ekli bir de “Cinsel Tacize Karşı Önlem ve İlkeler Belgesi” var. Bu belgede cinsel tacizin tanımı, nelerin cinsel taciz kapsamında değerlendirileceği, üniversite içinde yaşanan ya da tanık olunan cinsel taciz durumlarında danışmanlık, destek ve başvuru mekanizmaları yer almaktadır. Bu belgede önemli yaklaşımlar vardır. Bazılarına özellikle yer vermek istiyorum.
“Bir kişi, diğer bir kişi üzerinde yetki sahibi olduğu bir mevkide bulunuyorsa ve bu yetki aracılığıyla o kişinin akademik veya iş ortamını önemli ölçüde etkileyecek durumda ise, bu bireyler arasında bir güç eşitsizliği/dengesizliği var demektir. Yönetici-çalışan arasında, öğretmen-öğrenci arasında, dekan-öğretim üyesi arasında, profesör-doçent arasında, doçent-yardımcı doçent arasında, okutman-öğrenci arasında, ders veren asistan-öğrenci arasında, böylesi bir güç dengesizliği mevcuttur.”
“Bir kişi, diğer bir kişi üzerinde kurumsal güç kullanmasına izin veren bir yetkiye sahipse, yani, verilen notları, sınav veya tez savunması bağlamındaki değerlendirmeleri, öğretim üyesinin terfisi, hastalık veya tatil izninin onaylanması vb. kararları etkileyebilecek yetkideyse, “kurumsal güç”ten söz edebiliriz.”
“Denetleme, öğretme, değerlendirme, yönlendirme, danışmanlık ilişkisi içindeki bireyler arasında romantik ve/veya cinsel ilişkiler, daha yüksek kurumsal yetkiye sahip olan kişinin objektif kararlar almasını engelleyebilir. Bu durum, ‘kişinin şahsi çıkarları ile kamusal veya profesyonel sorumlulukları arasında uyuşmazlık’ olarak tanımlanabilir. Bu nedenle de, öğretim üyesi/personel/lisansüstü öğrenci/lisans öğrencilerine ders veren asistanlar ve öğrenciler arasında olduğu kadar, üst-ast konumundaki yöneticiler ve çalışanlar arasında da romantik ve/veya cinsel ilişkiler, uygunsuzdur.”
“Çalışanların (öğretim üyeleri, okutmanlar, asistanlar, idari personel), üzerlerinde akademik veya kariyer belirleyici otoriteye sahip oldukları öğrencilerle romantik ve/veya cinsel ilişkiye girmeleri yasaktır. Bu yasak, idari çalışanlar arası benzer ilişkilerde de geçerlidir. Öğretim üyeleri, romantik ve/veya cinsel bir ilişki içinde oldukları öğrenciye, tez danışmanlığı yapamazlar veya onun tez jürisinde yer alamazlar.”
Benzer şekilde Ankara Üniversitesi de Ağustos 2011 tarihinde bir Senato kararı ile “Ankara Üniversitesi Cinsel Tacize ve Cinsel Saldırıya Karşı Politika Belgesi”ni oybirliği ile kabul etmiştir. Bu belgede de Ankara Üniversitesi bünyesinde oluşturulan “Cinsel Tacize ve Cinsel Saldırıya Karşı Destek Birimi”, birimin yapısı, üyeleri, işleyiş biçimi ve benzeri konular yer almaktadır.
Derken, son olarak Eğitim-Sen’in İstanbul’daki Üniversiteler Şubesi, “Şubenin bütün üyeleri cinsel tacize hiçbir koşul altında müsamaha gösterilmeyeceğini bilir ve kabul ederler. Şube cinsel taciz konusunda bilinç oluşturarak farkındalık yaratmayı, üyelerini cinsel taciz konusunda bilgilendirmeyi, cinsel taciz vakalarını takip etmeyi ve cinsel tacize maruz kalan bireyler için destek mekanizmaları sunmayı taahhüt eder.” diyen ve ayrıntıları devam eden “Tacize Karşı İlkeler Belgesi” yayınlamıştır.
Bu örneklerde olduğu gibi, bünyesinde çalışan personeli olan insana hizmet veren tüm kurumların cinsel taciz ve saldırıya karşı ilkeli duruşlarını sergilemeleri gerektiği kanısındayım. Vücut dokunulmazlığı ve cinsel dokunulmazlık kavramlarının aileden başlayarak okullarda ve iş yerlerinde içselleştirilmesi için çaba sarf edilmelidir.