Ayrımcılık, bireylere ya da gruplara, onların fiili ya da algılanan aidiyet ve özelliklerine dayanarak, genel muameleden farklı olarak kötü muamele edilmesidir. Genel anlamda pozitif veya negatif ayrımcılık söz konusu iken uygulamada farklı yöntemler mevcuttur.
Yuval Noah Harari’nin 2011 yılında yayımladığı ve 2014’de İngilizceye çevrildikten sonra tüm dünyada en çok satanlar listesinde yer alan “Hayvanlardan Tanrılara – Sapiens – İnsan Türünün Kısa Bir Hikayesi“ isimli kitabı, bir milyondan fazla satıldı. Yazar kitabında ayrımcılık için şöyle demektedir; Doğal ve adil olmayan bir şekilde, insanlar arasında ağların oluşmasını sağlayan hayali düzenlemelerdir. İnsanlık tarihinin Din – Tarım Döneminden başlanarak ayrımcılığın varlığından söz edilir; Amerika Birleşik Devletleri’nde beyaz, siyah, kızılderili ayrımı ( ırk ayrımı), Hindistan’da meşhur Kast Sistemi, din ve mezhep ayrımcılığı ve cinsiyet ayrımcılığı gibi. Farklı ayrımcılıklar, farklı toplumlarda ve zamanlarda değişik düzeylerde önem kazanmışlardır.
Cinsiyete dayalı ayrımcılık nerede ise bilinen tüm insan topluluklarının hemen hepsinde önemli bir konudur. Günümüzde cinsiyet ayrımcılığı konusundaki yaklaşımları farklı olsa da, tarihsel süreçte konu ile ilgili çok kötü örnekler söz konusudur; Çin’de ve Arap Yarımadası’nda yeni doğan kız çocuklarının katledilmesi gibi. İnsanlar kendilerini erkekler ve kadınlar olarak ayırmakta ve hemen her yerde erkekler daha iyi konumda olarak yaşantısını sürdürmektedir. Şüphesiz kadın ve erkek biyolojik olarak birbirinden farklıdır. Anatomik farklılıklar fonksiyonel farklılıklara da neden olabilmektedir. Ancak bu farklılık erkeklerin pozitif ayrımcılığını haklı çıkaracak bir anlam taşıyor mu? Sorun burada yatıyor.
Biyolojik farklılıktan yola çıkılarak her toplum, kültürel fikirler, dinsel ögeler katarak, normlar geliştirerek ve yavaş yavaş biriktirerek “ERKEKSİLİK” VE “KADINSILIK” özellikleri geliştirdiler. Bunlar genellikle ciddi biyolojik temeli olmayan özelliklerdir. Gerçek şu ki erkek ve kadınların rollerini, haklarını ve görevlerini biyolojik yapıdan ziyade toplumlarca geliştirilmiş kavramlar belirlemektedir. Dolayısıyla erkeklik ve kadınlık kavramları toplumlar arasında farklar içerdiği gibi, zaman içinde de değişkenlik göstermektedir. Örneğin, Osmanlı Dönemi kadın davranışları, giyim kuşamları iş ve aile hayatı konusundaki yaklaşımları ile günümüz Türkiye’si kadınları arasındaki büyük fark gibi. Daha yakın tarihli bir örnek vermek gerekirse, Florence Nightingale Hemşirelik Yüksek Okulu öğretim üyesi bir akademisyen arkadaşım, okulunda pantolon giymesi yönetmeliğe aykırı bulunmuş ve uyarı cezası almıştı. Günümüzde neyse ki böyle mantık dışı bir yasak söz konusu değildir.
Yukarda belirtmeye çalıştığım nedenlerle bilimsel alanda biyolojik bir kategori olan “cinsiyet” le, kültürel bir kategori olan “ toplumsal cinsiyet” birbirinden farklıdır. Cinsiyet ile ilgili ayrım tarih boyunca değişmemiştir. Buna karşılık toplumsal cinsiyet, erkeksi ve kadınsı özellikler devamlı bir değişim ile kişilere özgü bir durum olmuştur.
Ülkemize gelince günümüzde kadın hakları, “kadın ve erkek eşit haklara sahiptir” kanun maddesi ile anayasa güvencesi altına alınmıştır. Uygulamada gerçekten durum bu mudur?
Büyük Atatürk bu kapsamda 1934 yılında yapılan anayasa değişikliği ile birçok Batı ülkesinden çok önce biz kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştır. Ertesi yıl yapılan seçimlerde 18 kadın milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisine girmişti. Yıllar sonra 1950’de ilk kadın belediye başkanı, Mersin’de Müfide İlhan Hanımın seçilmiş olduğunu görüyoruz. İlk kadın bakanımız 1971’de Prof. Dr. Türkan Akyol Hocamız sağlık bakanı olarak görev almıştı. 1993 – 1996 yılları arasında Türkiye’nin ilk kadın başbakanı olan Tansu Çiller de tarihteki yerini almıştır.
Mecliste bizi temsil etme hakkı kazanan kadın milletvekili sayısına geri dönecek olursak, 2023 yılı son dönem seçimlerinde, 479 erkek vekile karşılık 121 kadın vekilin meclise girdiğini görüyoruz. Kadın vekil oranı %20,1’dir. Bu oranın uluslararası ortalaması %26,9 olup, İsveç’te %46,4 Finlandiya’da %45,5’dir. Uluslararası Parlamentolar Birliği (IPU) kadın vekil oranımız ile bizi 113’üncü sıraya oturtuyor. Kadın adayların ilk kez katılabildiği 1935 yılı seçimlerinde, 383 erkek milletvekiline karşılık 18 kadın vekili ile oran %4,8 idi. Ne yazık ki bu oran, 2015 yılı seçimlerine kadar en yüksek oran olarak kalmıştır. Tam 80 yıl sonra, 2015 yılında kadın vekil oranı ilk kez yükselmiş ve %17,8’i bulmuştur. Bu veriler ışığında biz kadınlar, bize sağlanan seçme ve seçilme hakkımıza sahip çıkabildik mi? Ne yazık ki hayır. 2023 Yılı seçimlerinde, tutucu bir partinin seçim otobüsünde, kadın adayın resminde yüzünün karartılarak tanıtılmaya çalışılması ne acıdır?
Günümüz Türkiye’sinde kadının statüsündeki geri kalmışlığını sadece kadınların kusuru olarak görmek yanlış olur. Toplumun ve uygun gördüğü yönetimin kadına verdiği değer çok önemlidir ve bunun sonucudur. Konuya açıklık getirmek gerekirse, 9. Yargı Paket’indeki kadının evlilik öncesi soyadını kullanamaması kadın haklarındaki gerilemenin bir göstergesidir. Üstelik neden olarak yapılan açıklamanın hiçbir dayanağı yoktur. Bir başka önemli olay İstanbul Sözleşmesi’nden oy uğruna bir anda vazgeçilmesidir. Bu olay ortaçağ değerlerine geri dönüş yolunda önemli bir adımdır. 2023 yılında 308 kadın en yakınları tarafından katledildi. Bu yıl, bu konudaki gidiş daha da vahimdir. İç İşleri Bakanı ilk 6 ayda 166 kadın cinayetinin işlendiğini bildirdi. Buna karşılık “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu” bu sürede 205 kadının yakınları tarafından katledildiğini, ayrıca 117 şüpheli kadın ölümünün olduğunu bildirdi. Ülkeyi yönetenler olayı ciddiye almıyor mu?
Ülkemizde kadına öngörülen rol sadece ev işleri ve doğurganlık olduğu sürece daha iyi bir statüye kavuşmamız mümkün değildir. “Merhaba” diyerek elimizi sıkan herkes kaç çocuk yapmamız gerektiğini söylediği sürece mevcut haklarımızı korumak şöyle dursun, zaman içinde hep kaybedeceğimiz kesindir. Diyarbakır’da kahvehaneye baskın yapıp “burada kadınlar oturamaz” sloganları ile etrafın kırılıp dökülmesi, okul mezuniyetlerinde kızlarımızın giysilerinin sorun olarak değerlendirilmesi, nasıl güleceğimiz, nasıl eğleneceğimiz ve ne giyeceğimizin siyasiler tarafından belirlenmesi, güzel ülkemizde kadın haklarının, ortaçağ karanlıklarına doğru hep geriye gideceğinin göstergeleridir. Biz kadınlar haklarımıza her zamankinden daha fazla sahip çıkmak zorundayız.
1 yorum
Cinsiyet ayrımcılığı, toplumsal bir sorun olarak hem kadınlar hem de erkekler tarafından farklı şekillerde yaşanabilir. Ancak, bazı gözlemler ve haberlerde, kadınlar tarafından cinsiyet ayrımcılığı yapıldığı iddiaları yoğunca ortaya çıkmaktadır:
Kendi mesleğimden örnekler verirsem;
– Erkek hastaları muayene etmemek için jinekolog doktor olanları duymuş görmüş olmalısınız.
– Oruçlu olduğu için çocuk hastayı muayene etmeyen kadın doktorların haberlere yansımasını okumuş olmalısınız.
– “Muayene olmazsan, erkek doktor bakacak” şeklinde fıs fıs yönlendiren kadın doktorların varlığına sıklıkla şahit olunmaktadır, .
Bu durumun ironik yanı, toplumsal olarak erkeği yetiştirenin kadın olduğu gerçeğidir. Kadının, hem cinsiyet ayrımcılığına uğrayan hem de bu ayrımcılığı üreten bir pozisyonda yer alması, bir tezat oluşturmakta ve sorunun çözümünü zorlaştırmaktadır.