Doğacak çocuğun cinsiyetini belirlemek, özel durumlar dışında, yani cinsiyete ilişkin hastalıklar dışında, genetik hastalıklar tanı merkezleri için yasaklanmıştır ve bu yasak Genetik Hastalıklar Tanı Merkezleri Yönetmeliği’nin 17. maddesinin ikinci fıkrasına göre şöyle ifade edilmektedir: “Cinsiyete bağlı hastalıklar dışında cinsiyet belirleme yapılamaz.
Yukarıdaki fıkralardaki yasaklara ve Bakanlığın bu konuda çıkardığı emirlere uymayanlar hakkında genel hükümlere göre takibat yapılır.”
Yukarıda sözü edilen Yönetmelik’i, 15-16 yıl kadar önce, hazırlayan komisyonda hasbelkader yer almam nedeni ile bu maddenin hazırlanması sırasındaki tartışmayı net olarak hatırlıyorum ve o zaman dile getirilen çekincelerin aynen bugün de geçerliliğini korumakta olduğunu görüyorum. O zamanki tartışmalarda, bütün üyeler oybirliği ile cinsiyet belirlenmesinin yasaklanmasını kararlaştırmış, fakat genetik hastalıklar tanı merkezleri hazırlanan raporu, hastayı refere eden hekime gönderdikten sonra, durum nasıl kontrol edilecektir ya da 13-14. haftalarda eğer transvajinal ultrasonografi uygulanacak olursa belirlenebilen fetal cinsiyetin takibi nasıl yapılacaktır, gibi hususlarda çekincelerini muhafaza etmişlerdir. Daha açık bir Türkçe kullanılarak ifade edilecek olursa; fetal cinsiyetin genetikçiler tarafından açıklanması yasak, buna karşılık kadın-doğumcular tarafından açılanması durumunda herhangi bir yaptırım yok. Bu çelişkili durumun Sağlık Bakanlığı tarafından yapılacak yeni düzenlemelerle giderilmesi, yani fetal cinsiyetin açıklanmasının herkes için yasak olmasının ve uygulamada birliğin sağlanması için gereken işlem yapılmalıdır.
Yukarıda fetal cinsiyetin anne-baba adaylarına söylenmemesi hususundaki ısrarımı, son zamanlarda özellikle Türk ve dünya medyasına konu olan Hindistan olayları iyice körüklemiş oldu. Bilindiği üzere, Hindistan’da her 1000 erkek doğuma karşı 925 kız doğduğu ve bu kız doğum oranının her geçen yıl daha da azaldığı bildirilmektedir. Büyük oranda Hindistan kültürünün bir sonucu olmakla birlikte, bırakınız Batı ya da Doğu kültürünü, yaratılanların en kutsalı olan insan olarak kişiyi isyan ettiren gazete haberlerini okumak bile derinden yaralamaktadır. Bunlardan bazılarının sadece başlıklarını aktarmakla yetineceğim: “Hindistan’ın kuzeyindeki Dehradun şehrinde yaşayan 21 yaşındaki Rajo Verma kendisine beş kocasıyla beraber bir yaşam kurdu”; “İsviçreli çifti önce darp edip soyan grup, kocayı etkisiz hale getirdikten sonra 39 yaşındaki kadına topluca tecavüz etti”; “Delhi’de öğrenciye otobüste ‘toplu tecavüz”; Hindistan’ın Delhi kentinde 23 yaşındaki bir öğrenci, seyahat ettiği otobüste toplu tecavüze uğradı”; ve daha niceleri!
Şimdi bunların tamamını Hinduların seks seleksiyonu ile başlayıp geleneksel erkek evlat isteklerine ve erkek üstünlüğüne dayanan kültürlerine bağlamak elbette doğru olmayabilir. Fakat bu ülkede artarak yapılan erkek lehine ayrımcılık ve bunun sonucu olarak seks seleksiyonu böyle aykırılıkların oluşmasında elbette katkılıdır. Batı toplumlarının erkek ya da kız evlat konusunda yanıp tutuşan bir istekleri ve dolayısıyla uygulamaları olmadığı için sorunu anlamakta ve dolayısıyla çözüm yolları önermekte zorlanırlar. O nedenle bizim kendi göbeğimizi kendimiz kesmemiz gerekmektedir.
Türk halkında Hindular kadar erkek düşkünlüğü olmasa da, erkek evlat tercihi her zaman önde gelen bir istektir. 2012 yılındaki nüfus sayımına göre Türkiye’deki kadınların oranı erkeklerden biraz daha az çıkmıştır: %49,8. Elbette bu oran teorik ve ideal 1:1 oranına çok yakın olmakla birlikte, gerekli önlemlerin şimdiden alınması gerektiğinin bir işareti olarak görmek gerekir. Yani, ülkemizde zaten belirli oranlarda yasak olan seks seleksiyonu konusu hem kromozomal yapı raporlarında hem PGT uygulamalarında hem de ultrasonografik uygulamalarda neyin nasıl yapılması gerektiği konusunda Sağlık Bakanlığı tarafından sağlıklı düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Yeni bir konuda yeniden buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.