“Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!”
“Hastalıkları önlemek mi daha önemli yoksa tedavi etmek mi?”, sorusuna sanırım herkes “önlemek” cevabını verir. Hele ki bahsedilen hastalığın etkin bir tedavisi yoksa ve insanlarda ciddi hasarlara ya da ölüme yol açıyorsa. Günümüzde ne yazık ki hastalıkların çok az bir bölümü önlenebiliyor. Bunların başında ise bulaşıcı hastalıklar gelmektedir. Enfeksiyonların önlenmesinde ve ortadan kaldırılmasında en etkili yaklaşım tabii ki aşılardır. Aşıların geliştirilmesi ne kadar zor ise tüm dünyada aşı uygulamalarının yaygınlaştırılması da bir o kadar zordur. Aşıların üretim kapasitesi, transportu, ekonomik ve politik nedenlerle adaletli dağıtımının önündeki engellerin yanında en büyük sorunlardan biri de aşılara karşı üretilen komplo teorileridir. Bu komplo teorilerinin bir kısmının bilimsel verileri yanlış da olsa kaynak olarak kullanması, bunları çürütme ve toplumun güvenini kazanmada zorluklara yol açmaktadır.
Cailin O’Connor ve James Owen Weatherall’ın Scientific American (September 2019)’da yayınlanan “How misinformation spreads—and Why we trust it” isimli makalelerinde, bu konudaki oldukça ilgi çekici tespitlerini okuyabilirsiniz. Bu makaleden özellikle paylaşmak istediğim birkaç önemli değerlendirme olacak: “Son beş yılda sosyal medya ve web sitelerinde paylaşılan yanlış bilgiler, ilaç tedavilerinden aşıların güvenli olup olmadığına kadar daha birçok konuda bir yanlış inanç salgınını körüklemektedir. Günümüzün en zarar verici yanlış inançlarının çoğu, başlangıçta kasıtlı olarak aldatıcı olan ve zarar vermeyi amaçlayan propaganda ve dezenformasyon eylemlerinden kaynaklanmaktadır. Ancak sosyal medya çağında propaganda ve dezenformasyonu bu kadar etkili kılan şeylerden biri, ona maruz kalan insanların -kimseyi yanıltma niyeti olmaksızın- yanlış bilgiyi kendilerine güvenen arkadaşları ve akranları arasında yaygın bir şekilde paylaşmasıdır. Pek çok iletişim teorisyeni ve sosyal bilimci, fikirlerin yayılmasını bir bulaşıcılık olarak modelleyerek yanlış inançların nasıl devam ettiğini anlamaya çalışır. Bir bulaşma modelinde fikirler zihinden zihne giden virüsler gibidir. Bireyleri temsil eden düğümlerden ve sosyal bağlantıları temsil eden uçlardan oluşan bir ağ ile başlarsınız. Tek bir “zihin”e bir fikir ekiyorsunuz ve aktarımın ne zaman gerçekleşeceğine dair çeşitli varsayımlar altında nasıl yayıldığını gözlemliyorsunuz. Bireyler bazı bilgi kaynaklarını diğerlerinden daha güvenilir bulabilirler. Bu nedenle sosyal güven, inanmak için önemlidir. Aşı karşıtları, kendi toplumlarında paylaşılan kanıtlara Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) veya diğer tıbbi araştırma grupları tarafından üretilen kanıtlardan daha çok güvendiklerinde gördüğümüz şey budur. Bu güvensizlik, doktorlarla önceki olumsuz deneyimleri ya da sağlık hizmetleri veya devlet kurumlarının yüksek çıkarları umursamadığına dair endişeleri de dahil olmak üzere birçok şeyden kaynaklanabilir. Sonuç olarak, bilimsel gerçeklerle ilgili olanlar da dahil olmak üzere kamusal inançları şekillendirmede birçok faktör etkili olabilmektedir.”
Tüm dünyanın Covid-19 ile yatıp kalktığı şu günlerde, Covid-19 için kullanılan ilaçlara ve geliştirilen aşılara (herkesin yakından takip ettiğini bildiğim) için çok kısa değinmek isterim. The New England Journal of Medicine’ın Aralık 2020 sayısında yayınlanan “Repurposed Antiviral Drugs for Covid-19” adlı makalede, Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün uzman grupları tarafından önerilen, Covid-19 infeksiyonu nedeni ile yatan hastalarda dört antiviral ilacın (remdesivir, hidroksiklorokin, lopinavir ve interferon beta-1a) mortalite üzerine etkisinin yeniden değerlendirme sonuçları yayınlandı. Yatan hastalarda remdesivir, hidroksiklorokin, lopinavir ve interferon rejimlerinin genel mortalite, ventilasyonun başlaması ve hastanede kalış süresi üzerine çok az etkiye sahip olduğu veya hiç etki göstermedikleri sonucuna varıldı. Bu çalışmada yer almayan ancak ülkemizde çok yaygın olarak kullanılan favipiravir ile ilgili, International Journal of Infectious Diseases (2021)’de yayınlanan, “Role of favipiravir in the treatment of COVID-19” isimli derlemede ayrıntılı bilgiye ulaşabilirsiniz. Bu derlemede benim en çok ilgimi çeken ve aynı zamanda beni üzen şey, Türkiye’de yapılmış ya da planlanan herhangi bir çalışmanın yer almamasıydı. Japonya, Rusya, Çin ve Tayland’dan gelen verilere göre, favipiravirin özellikle hafif ve orta dereceli Covid-19 hastalarının tedavisinde faydalı ve güvenli olduğuna, ilaca erken başlamanın ve ilacı yeterli dozda vermenin önemine değinilmektedir. Öte yandan, bu etkinin hastalığın seyrini kısaltmak, hastaneden erken taburculuk veya oksijen ihtiyacını azaltmak gibi klinik faydalara dönüşüp dönüşmediğini göstermek için büyük randomize kontrollü çalışmalara ihtiyaç olduğuna işaret edilmektedir.
Sonuç olarak, bugün için bazı olumlu sonuçlar bildirilse de yüksek kanıt düzeyi ile etkisi ispatlanmış antiviral ilaçlar henüz mevcut değildir. Bu durum aşıların önemini ve aciliyetini daha da arttırmaktadır. Aşılarla ilgili olumlu gelişmelerin beklenildiğinden daha erken ortaya çıkması tüm sağlık çalışanlarını ve aşıya inanan kesimi çok sevindirmiştir. Toplumda aşılama %60 civarına ulaşırsa pandeminin kırılması bakımından birkaç ay içinde sonuca ulaşılacağı öngörülmektedir. Bu noktada, merkez yönetimin şeffaf politikalarla ve bilimsel sonuçları paylaşarak aşı konusunda halkın güvenini kazanması ve sağlık çalışanlarının da tüm iletişim araçları vasıtasıyla bu konuda destek vermesi, sürecin iyi işlemesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Bazı gizli kahramanlar, henüz etkinliği ve güvenilirliği tam olarak ispat edilmemiş bir aşıyı gönüllü olarak insanlığın çıkarları için yaptırıyorsa, başka birilerinin etkinliği ve güvenilirliği kanıtlanmış ve gerekli onayları alınmış bir aşıyı reddetme lüksünün olmadığı düşüncesindeyim. Tabii ki bunu toplum sağlığını ilgilendiren, bulaşıcı ve hayatı tehdit eden enfeksiyonlara karşı geliştirilmiş ve onayı alınmış aşılar için söyleyebilirim.
Yazımı Nobel ödüllü, aşı deyince ilk akla gelen bilim insanlarından biri olan Louis Pasteur’ün bir sözü ile noktalamak isterim: “Beni hastalıkları tedavi etmek değil, önlemek heyecanlandırıyor.” Tabi Pasteur’ün bir diğer sözünü de göz ardı etmemek gerekir: “Beyler, son sözü söyleyecek olan mikroplardır (Messieurs, c’est les microp qui au dernier mot).”?
KAYNAKLAR
- Cailin O’Connor, JamesOwen Weatherall. “How misinformation spreads—and Why we trust it” Scientific American,September 2019.
- Honchao Pan et al. Repurposed Antiviral Drugs for Covid-19 – Interim WHO Solidarity Trial Results. N Engl J Med 2020 Dec. doi: 10.1056/NEJMoa2023184.
- Shashank Joshi et al. Role of favipiravir in the treatment of COVID-19. International Journal of Infectious Diseases. 102 (2021) 501-508.
2 yorum
Bilgi ve katkılarınız için teşekkürler
Bir zamanlar bende sizin gibi Louis Pasteur ekolündeydim. Tıbbı paspası olan Rudolf Virchow safına geçtikten sonra mikroplar üzerinde çok durmamaya başladım. Bir sar-cov2 virüsünü Louis Pasteur inceler. Bu virüsün neden sizi tercih ettiğini ise Rudolf Virchow inceler. Virüsün hiç tercih etmediği insanları aşıladık ve azılı aşı karşıtı oldular. Aşılar sayesinde hayatta olan bir hekimim ve sahip olduğum diyabet ve HT beni tercih sebebi yaptı, minimum 10 defa sars-cov2 ye yakalandığımı düşünüyorum, 1 inde 5 gün yataklı tedavi aldım, 8kg verdim.