Covid-19’lu günler geçtikçe infeksiyonu geçirenlerde sonrası ile ilgili belirsizlikler de yavaş yavaş belirmeye, literatürde bilgi birikmeye başlamıştır. Viral infeksiyonlardan sonra birkaç hafta yorgunluk olabileceği bilinen bir durumdur. Covid-19 sonrasındaki yorgunluk böyle bir şey midir? Başka mekanizmalar var mıdır? Yorgunluk ne kadar sürmektedir?
Covid-19 olgularının büyük bir kısmının asemptomatik seyrettiği bilinmektedir. Bazı olgularda hafif belirtiler, kırgınlık, burun akıntısı, kuru öksürük, boğaz ağrısı olmaktadır. Bazı olgular hastanede yatırılarak tedavi ediliyor, oksijen desteği veriliyor, virüs ilaçları, vitamin desteği, ağrı, ateş kontrolü için ilaçlar veriliyor. Daha az sayıda hasta ise yoğun bakımda solunum desteği cihazına bağlanmak suretiyle kortizon, biyolojik ajanlar, plazma tedavisi gibi tedaviler ile tedavi ediliyor. Covid-19 sonrası dönem covidin hangi şiddette, nerede geçirildiği, ne kadar sürdüğü ile kişinin bağışıklık sisteminin durumu, viral yükün ağırlığı ve eşlik eden hastalıklar ile ilişkilidir. Yapılan bir çalışmada, covid geçiren hastaların 60 gün sonra semptom sorgulamasında sadece %18’i hiç şikayeti olmadığını, %32’si 1-2 semptom olduğunu, % 55’i 3 ve daha fazla semptomu olduğunu söylemiştir. Bu semptomlar içerisinde % 55’i yorgunluk, %45’i dispne, %25’i eklem ağrısı, %21’i göğüs ağrısı, % 20’si öksürükten yakınmıştır.
Özellikle yoğun bakım tedavisi görmüş olan hastalarda post-intensif care sendromu (PICS) geliştiği raporlanmıştır. Bu sendromda yoğun bakım sonrasında 3-6 ay kadar, bazen daha uzun süre bazı fiziksel, psikolojik, kognitif yetersizliklerin devam ettiği görülmüştür. Fiziksel yetersizlikler nöromusküler güçsüzlük, yorgunluk, nefes darlığı, mobilitenin azalması, tekrarlayan düşmeler, kondisyon azlığı; psikolojik yetersizlikler ise anksiete, depresyon, uyku bozukluğu, cinsel disfonksiyon; kognitif yetersizlikler ise hafıza bozuklukları, mental yavaşlama, konsantrasyon güçsüzlüğüdür.
Aslında uzun dönem sonlanmalar için yeteri kadar süre geçmemiştir ancak aynı virüs ailesinden olan SARS ve MERS pandemilerinin ardından yeteri kadar süre geçmiştir ve bunlara ilişkin raporlarda bazı olgularda kronik yorgunluk sendromunun geliştiği bildirilmiştir. Kronik yorgunluk sendromunun (KYS) hipotetik mekanizmalarından birisi de viral hastalık teorisidir. Retroviral infeksiyon serolojik taramalarıyla buna ilişkin kanıtlar da bulunmuştur ancak bütün KYS hastalarını kuşatıcı bir hipotez olamamıştır. Covid-19 infeksiyonundan sonra da uzun süren yorgunluklar bildirilmektedir. Covid-19 infeksiyonundan sonra pulmoner, kardiyovasküler, nörolojik sistemler ile ilgili semptomların daha uzun sürdüğü dikkati çekmiştir. ACE 2 reseptörlerinin bu organ ve sistemlerde daha fazla olması, bu sistemlerin daha fazla viral yüke maruz kalmış olması ihtimalini akla getirmektedir. Dolayısıyla, bu organ ve sistemlerde hastalık ile ilgili patogenezin direkt sitopatolojik etki, inflamatuar sitokinler, tromboembolik olaylar, fibrosisin daha fazla iz bırakması beklenir. Solunum sistemi ile ilgili kronik dönemde post viral akciğer fibrosisi, pulmoner tromboembolizm, egzersiz kapasitesinde azalmaya, pulmoner fonksiyonlarda azalmaya yol açmıştır. Bu süreçlerin sonunda sekonder pulmoner hipertansiyon gelişme olasılığı üzerinde durulmaktadır. Viral interstisyel pnomoni olgularından sonra %43 olguda rezidüel dispne, %53’ünde yorgunluk devam etmiştir.
Aynı mekanizmalar ile kardiyovasküler sistemde myokardial hasarlanma, kalp yetmezliği, kardiyak aritmi, kardiyomyopati gözlenmiştir. Nörolojik sistemde beyin damarlarında kanamalı ya da tıkayıcı tipte olay görülmesi, stroke gelişmesi, Gullian Barre sendromu benzeri tablo ortaya çıkması gözlenmiştir. Yine nörolojik sistem ile ilgili olfaktör disfonksiyonun etkisi ve bazı olgularda gelişen ensefalitin uzun dönem etkileri olmuştur. Hematolojik sistem tutulumunun daha çok kısa dönem etkileri olmuştur. Hemafagositoz, venöz tromboembolizm, yaygın damar için pıhtılaşma, pansitopeni gibi ciddi durumlar bazen hastanın ölümüne yol açmaktadır. Ölen olguların postmortem otopsi çalışmalarında %71‘inde yaygın damar içi pıhtılaşma olduğu görülmüştür. Duygudurumda oluşan değişiklikler de uzun sürme eğilimindedir. Bunlar post travmatik stres bozukluğu, depresyon, anksiete, insomia, dikkat bozukluğu gibi sorunlardır.
Covid-19 olgularında akut dönemde böbrek fonksiyon kaybı gözlenmiştir ancak bunun kronik fonksiyon kayıplarına yol açtığına ilişkin kanıt yoktur. Yine akut dönemde karaciğer enzimlerinde yükselme, sitokin fırtınası, ilaçların yan etkisi gibi nedenlere bağlı olarak yükseklik gözlenmiş ancak remisyon ile birlikte enzimlerde de gerileme olmuştur. Covid-19 infeksiyonundan sonra uzun süren semptomlar ile karşılaşıldığında, öncelikle bunun altında yatan doku düzeyinde yapısal, biyokimyasal, hormonal değişikler olup olmadığının araştırılması gerekir. Böyle bir değişiklik saptandı ise bu durumun covid sonrasında mı yoksa zaten önceden var olan fonksiyon bozuklukları mı olduğunun ayırımının yapılması gerekir. Böyle bir organik bozukluk yok ise hastanın duygudurumunu, endişe kaygılarını iyi anlamak ve değerlendirmek gerekir. Hayatını tehdit eden bir durum olmadığını, artık infeksiyonu geçirdiği, bağışıklık kazandığı kendisine anlatılmalıdır. Hiç infeksiyon geçirmeyenden tekrar infeksiyon geçirme bakımından riskinin daha az olduğu ancak rutin korunma önlemlerine yine devam etmesi gerektiği anlatılmalıdır.