Çukurova toprakları çok bereketlidir; öyle bereketlidir ki, bu toprağın insanı kolay kolay konforunu ufak tefek işler için bozmaz. Son günlerde anladık ki, bozunca da tam bozuyormuş.
31 Ocak 2011 tarihinden itibaren döner sermaye ödemelerinin kalkacağı ve tıp fakültelerinde özel hasta bakılmayacağı tam bir yıl öncesinden bilinmekteydi. Çukurova’nın sıcak iklimi siesta’ya uygundur. Tüm tıp fakülteleri hazırlıklarını yaptı, ancak Çukurova yapmadı. Yaptı ise de kanaatimce iyi yapmadı. Bu yasa çerçevesindeki ödemeler ilk olarak mart ayında yapıldı. Bir memnuniyetsizlik tüm fakülteye hakimdi, ancak yönetim, idareimaslahatçı mantığını sürdürdü. Nisan ayı ödemeleri ise mutsuzluğu daha da artırdı. Çünkü kimsenin nasıl hesaplandığını anlamadığı tuhaf ödemeler yapıldı. Mayıs ayı ise bir kâbus şeklindeydi. Ödemelerde hiçbir mantık yoktu ve bir önceki aya ait yanlış olarak az yapıldığı söylenen ödemeler de yapılmadı. Aynı zamanda asistanların ve hemşirelerin aldığı katkı payları da düştü. Ancak kurumdaki mutsuz çalışan kesimleri bunlardan ibaret değildi.
Taşeron işçiler çok uzun zamandır her ihale sürecinde eylem yaparlar. Bu eylemler 9 Mayıs’ta tekrar başladı ve sadece 11 Mayıs Çarşamba günü ameliyathaneye hasta alınabildi. Taşeron işçiler hastanenin her yerinde pekâla işleri durdurabilirler ve nitekim öyle de oldu. 12 Mayıs’ta gösteriler ve eylemler sürdü. Sonradan öğrendik ki, bu tarihlerde ihale varmış ve onlar da ihale süreçlerinde grev yaparlarmış. Bu sürede ameliyathaneye sadece acil olgular alınabildi. Çünkü ne steril çamaşır bulunabildi ne de ameliyat odaları temizlendi. Hemşireler de taşeron işçilere destek verdiler ve işler durma noktasına geldi. 12 Mayıs 2011 tarihinde anesteziden iki uzman hekim başhekimliğe çağırıldı ve sorgulandı. Çünkü hastaların alınamamasında suç anesteziye yıkılmak istenmişti. Fakülte çeşitli alanlarda kaynamaya devam ediyordu. 13 Mayıs 2011 Cuma günü Dâhili Tıp Bilimleri toplantısı kararlaştırılmıştı ve fakülte tarihinde ilk kez Cerrahi Tıp Bilimleri de toplantıya davet edilmişti. O toplantıya beklenmedik bir şekilde Sayın Rektör de teşrif buyurdular. Değişik ortamlarda Eylül 2009 tarihinden beri (performans bu tarihte kesildi) sorulan sorular yöneltildi. Sorular performans yönetmeliğinin ne zaman uygulanacağı yönündeydi. Alınan yanıtlar ise her zamanki gibi birçok mazeret içeriyordu.
12 Mayıs tarihinde kişisel olarak asistanların bir eylem yapacağı yolunda bilgim oldu. Bazı öğretim üyeleri cuma günkü rektörün söylemlerinden sonra artık tepki zamanı olduğunu dile getirdiler. Böylece asistanların hocalardan bağımsız olarak yürüteceği eylem büyümeye başladı ve hocalar tarafından da destek gördü. Yine 13 Mayıs Cuma günü sendikalardan da haberdar oldum. Ancak her grubun da kendi sorunları vardı ve biraraya gelip gelemeyecekleri şüpheli idi. Pazartesi günü mesaiye geldiğimizde poliklinik merdivenlerinde (eylem merdivenleri diyorlar) neredeyse tüm çalışanları gördük. 16 Mayıs pazartesi günü saat 10.00’da kalabalık bir grup rektörlüğe kadar yürüdü. Şahsım adına eylemlerin yürüyüşten ibaret kalacağını sanıyordum, ama iş kontrolden çıktı. Çünkü her üç grup da karşısında onları sakinleştirecek bir muhatap bulamadı. Pazartesi eylem devam etti. Salı günü, yani 17 Mayıs günü öğleden sonra olduğunda ben ve bazı öğretim üyeleri asistanları eylemi sonlandırmaları yönünde iknaya çalıştık, ancak başarılı olamadık. Çarşamba sabah mesaiye geldiğimizde bir sürpriz bizi bekliyordu! Sayın Rektör, Adana İl Sağlık Müdürünü arayarak anestezistlerin grev yaptıklarını ve vaka almadıklarını, bu nedenle de insanların zarar gördüklerini ve göreceklerini söyleyerek anestezist istemiştir. Müdür de görevi gereği kamu hastanelerinde çalışan üç anestezisti görevlendirmiş ve ikisinin derhal üniversiteye gidip göreve başlamalarını söylemiştir. Anestezistler de gönülsüz bir şekilde tıp fakültesine gelmiştir. ÇÜTF Ameliyathanesi merkezidir, ancak kadın-doğum kliniği içinde sezaryen ve diğer obstetrik olgulara müdahale edilebilecek bir ameliyathane daha vardır. Rektörün burada bir inguinal herni ameliyatını görevlendirilen anestezistlerden biriyle yapacağı öğrenilmiştir. Bu durum eyleme katılan tüm ana bilim dallarına haber verilmesi ile birlikte, tüm çalışanların ilgili ameliyathane önüne toplanmasına ve korkunç bir tepkinin gösterilmesine neden olmuştur. Sorunun sınırları daha da genişledi. Bu arada edinilen bilgilere göre, bazı üst düzey yetkililerin devreye girmesi ile anestezistler hemen geri çekilmiş ve dekanla başhekimliğin nihayet görüşme talepleri olmuştur. Asistan temsilcileri ve sendika temsilcileri, onlarla birlikte benim de içinde bulunduğum dört öğretim üyesi (adlarını gazete kupürlerinden okuyabilirsiniz. İçlerinde cerrahlar ve dâhili tıp bilimlerinden de hocalar vardır) ile birlikte başhekimliğe gittik. Asistanların istekleri karşılanıyor gibiydi. Ama ne olduğunu anlamadan büyü bozuldu. Çünkü hiç kimse taleplerine muhatap bulamamıştı. Elbette çözüm de yoktu. Bu hayal kırıklığı ile 20 Mayıs Cuma günü eylemler sürmeye devam etti.
Artık sendikanın ve asistanların talepleri ayrılmaz bir bütün haline gelmişti. Bu talepler basında da yer aldı ve bu iki grubun olmazsa olmazı haline geldi. Ne acıdır ki, insanlar sadece yasaların onlara sunduğu haklar için mücadele veriyordu. Öğretim üyesi olarak bizler artık ne diyebilirdik ki? Başka üniversitelerde son derece tatminkâr olan ücretlerin bizim için hayal olduğunu nasıl söyleyebilirdik? Bu ay borç alarak çocuğumuzun okul parasını ödediğimizi, harçlıklarını çoktan sınırlandırdığımızı nasıl anlatabilirdik ki? Bu sürecin devamında birçok öğretim üyesinin neredeyse sadece maaşına mahkûm edildiğini kime dert yanacaktık? Utanma belası yine sustuk. Neyse ki asistanlarımız ve çalışanlarımız yönetime bir belgeyi imzalattılar. Sayın Rektör nasıl olduğunu kimsenin anlayamadığı(!) bir uzlaşma konuşması yaptı. Bu konuşmaya TTB Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu da tanıklık etti.
Ancak biz öğretim üyeleri hâlâ dâhil olmak istediğimiz performans komisyonuna temsilcilerimizi gönderemedik ve ciddi endişeler taşımaktayız. Hâlâ bizim gördüğümüz bir yönergemiz yok. “Neye göre ve nasıl” sorularının yanıtı bu kadar zor mu? Oysa Erciyes, İnönü, Selçuk, Meram, K. Maraş Sütçü İmam, Gaziantep Üniversiteleri bizim üniversitemizden daha büyük değil, ama çoktan bu sorunlarını çalışanları ile tartıştılar. Sistemleri yürüyor. Tabii hâlâ sorunlar var oralarda da. Ama bu sorunları birlikte ve şeffaf olarak her geçen gün düzelterek çözmeye çalışan idarelerinin olduğunu da bizzat oradaki arkadaşlarımızdan duyduk. Bu belirsizlikler, muhatap alınmamalar, bizim ve tüm çalışanların motivasyonunu düşüren en önemli olumsuzluklardır.
Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi çalışanlarını muhatap alan yok mu? Tüm çalışanlar olarak biz neden zor durumdayız? Neden idare her sıkıştığında bölge hastanesi niteliğindeki ÇÜTF döner sermayesinin zor durumda olduğunu söylüyor? Doğruluk payı nedir? Bilmiyoruz! Şeffaf olunursa ve sorunlar paylaşılırsa birlikte çözmemizin daha kolay olacağını, bu kurumun sadece bir veya iki kişinin değil, tüm çalışanların kurumu olduğunu başka nasıl anlatabilirdik, anlatabiliriz? En tepedekiler ve bizler bu handa birer yolcuyuz. Kurumumuzun lâyık olduğu yerde olması en büyük dileğimiz.