Hemen hemen herkesin bildiği bir uygulamayı kısaca hatırlattıktan sonra, esas söylemek istediğime geçeceğim. Üniversitelerdeki rektör ataması üç aşamalı bir prosedürle yapılmaktadır. Birinci aşama üniversite profesörleri arasından, o üniversitede görevli tüm öğretim üyelerinin oy kullandığı bir seçim. Bu seçim sonucunda en yüksek oy alan ilk 6 aday YÖK’e bildirilir. Buradaki ilginç nokta; seçimde oy almak için üniversite profesörü olmanın dışında aday olmak ya da o üniversitede görevli olmak gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır. Yani hiç haberiniz ve isteğiniz yokken en yüksek oyu almış bir rektör adayı da olmuş olabilirsiniz!
İkinci aşamada, üniversitelerden kendilerine gönderilen 6 adaydan üç tanesi Yükseköğretim Kurulu üyelerinin katıldığı oylama ile elenir ve yeniden sıralamaya sokulan üç aday Cumhurbaşkanına sunulur. Buradaki ilginç nokta da üniversitede alınan oyun hiç öneminin olmaması ve YÖK üyelerin kendi hür(!) iradeleri ile ilk üç adayı belirlemeleridir.
Üçüncü aşamada, YÖK tarafından kendisine sunulan üç adaydan birisi Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atanır. Buradaki ilginç nokta ise üniversite ya da YÖK sıralamasının hiç önemli olmamasıdır. Yani üniversitesinde en düşük oy alan birisi rektör olarak atanabilmektedir.
Rektör atamalarına ilişkin bu hatırlatmadan sonra, söylemek istediğime şimdi geliyorum. Hatırlanacağı üzere Sayın Cumhurbaşkanı bir uçak yolculuğu sırasında gazetecilere, atadığı rektöre ilişkin dosyadaki tamamen yalan olan bir “bilgi notundan” dolayı haklı olarak üzüntülerini bildirmiştir. İşin daha da ilginç yanı, “eşi kara çarşaflı” diye ihbar edilen sayın Rektör’ün hiç evlenmemiş olması. Sayın Cumhurbaşkanı bu iftirayı bertaraf ederek sayın Prof. Dr. Fazıl Tekin’i Eskişehir Osmangazi Üniversitesine rektör olarak atamıştır. Bu duyarlılığından dolayı sayın Cumhurbaşkanını özellikle kutlamak istiyorum. Zira bu davranış yalnızca bir hakkın yerini bulmasıyla kalmamış, geçmiş dönemlerde YÖK ve Cumhurbaşkanlığı katında nelerin olmuş olabileceğini de bütün çıplaklığı ile ortaya koymuştur. Bu tür olaylar karşısında geçmiş dönemlerdeki yetkililerin nasıl bir davranış biçimi sergilediklerini bilmek mümkün olmamakla birlikte, bazı adayların yalan ve iftiralarla elenmiş olabilecekleri olasılığı da herhalde inkar edilemeyecek bir gerçektir. Deşifre edilen sayın Tekin’in şansı rektör olarak atanması ve hakkındaki iftiranın açıklanması üzerine kendisini savunma imkanını bulmasıdır. Rektör olarak atanamamış ve hakkındaki insafsız karalama su yüzüne çıkarılmamış olsaydı, bu çirkef, haberi bile olmadan üzerine yapışmış olarak kalacaktı. Nitekim, pek çok rektör adayı gibi, bu satırların yazarı da iftira ve karalamaların en ağırı ile karşılaşmış, seçim sabahı en yüksek tirajlı bir ulusal gazetede kendisi ile hiç ilgisi olmayan bir haber yayımlatılarak aleyhinde kullanılmış, bütün bunlara rağmen en yüksek oyu aldığı halde ikinci aşamada rektörlük yarışından koparılmıştır. Linç duygusu ile daha sonra uğradığı iftiralar ve mahkemelerden aldığı beraat kararlarının hikayesi ise ayrı bir roman konusu! Bu iftira ve karalama kampanyası yalnızca benim için değil, benim gibi pek çok rektör adayı için yapılabilen rutin uygulama haline gelmiştir. İnsanlar doğal olarak töhmet altında kalmış, daha da kötüsü haklarını arayabilecekleri bütün hukuk yolları da kapatılmıştı. Rektör seçimlerindeki yan etkilerin ortadan kaldırılması ve en azından iftira kampanyasının etkin rol oynamadığının gösterilmesi, yeni göreve başlayan Yükseköğretim Kurulu Başkanı sayın Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan ve sayın Cumhurbaşkanına düşmektedir. Özellikle yeni YÖK Başkanının basın toplantısında açıkladığı, üniversitelerdeki görüşlere itibar edileceği yönündeki söylemi umut vericidir. Umarım bundan sonraki atanamayan rektör adayları “sakıncalı piyade” olmaktan kurtulurlar. Geçmişin hatalarını tekrarlamamak, intikam duygularından sıyrılmak bir erdemdir ve bu erdem bütün Türk halkının beklentisidir. Demem o ki, artık çalışan, ülkesini seven ve entrikalardan uzak duran namuslu insanlar, bunların aksi davranıştaki insan benzerleri tarafından zarara uğratılmasınlar. Çalışanlar ve namuslu olanlar, sırf bu hasletleri nedeniyle eza görmesinler. Beklentimiz ve dileğimiz budur, Türkiye’nin kalkınması da buna bağlıdır.
Yeni bir konuda yeniden buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.