Bu yazı cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve benzeri sistemlerin tarihi bir açıdan bakılarak tüm seyri içinde olumlu ve olumsuz mütalaaları içermektedir. Bu yazı bir demokrasi romanı değil, literatürler eşliğinde günümüze uyarlanmış zihinsel bir analizdir. Bu analiz değişik felsefi yorumlar da içermektedir. İnsan vücudundaki organlar birlikte çalışmak ve bir amaca doğru hareket etmek üzere yaratılmışlardır Sağlıklı ve erdemli demokrasilerde de iktidar ve muhalefet sanıldığı gibi birbirine rakip ve düşman değil, sağ ve sol beyin gibi organizmanın hayatını en iyi şekilde devam ettirmek için anlaşmış kadim dost gibi çalışırlar. İlginçtir ki; sol beyin yarısı sağ tarafı, sağ beyin yarısı da sol tarafı yönetir. Beyni bir tarafı faalken diğer tarafı yok etmeye çalışması sağlığını zedeler. Vücut demokrasisinde sağ ve sol beyin iktidara da muhalefete de birlikte gelirler. Bir tarafın mutlak egemenliği karşı tarafın egemenliğini bitirirken, kendi egemenliğinin de sonun getirir. Birinin felç olması diğerinin de işin zora sokar.
Parti sözcüğü Fransızca; dağınık topluluk, yan, taraf. Yan tutan, kayırıcı ve tarafgir. Tarafgir insana partici veya partizan denmektedir. Siyasi anlamda parti: Ortak bir düşünce, görüş ve menfaat etrafında birleşen kişilerin meydana getirdiği siyasi topluluk. Arapça karşılığı; hizip ve fırka. Cumhuriyetin ilk yıllarında Cumhuriyet Halk Fırkası denmekteydi. Aşırı bir tutum içerisinde olan, ayrılıkçı insana hizipçi de denir.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda devlet başkanına Reis-i cumhur denmekteydi. Reis ve cumhur Arapça sözcüklerdir. Re’s; baş, reis; başkan, cumhur ise topluluk, halk demektir. İki sözcük birleştirilerek Reisicumhur elde edildi. Halkın, toplumun başı anlamınadır. Daha sonra “Cumhurbaşkanı” olarak kullanıldı. Farabi Medinetü’l -Fazıla adlı eserinde kurucu devlet başkanına er- Reisü’l Evvel demektedir. Biz bunu Farabi’de Siyaset ve Demokrasi adlı eserimizde “İlk Başkan” olarak çevirdik.
Cumhuriyet: Seçilmiş bir başkanın idaresi altında bulunan devlet. Yine millet hakimiyetine dayanan bir devlet şekli.
Yeni bir devletin kuruluş aşamasında ve yönetiminde sözcüklerdeki değişiklik bile bize işimizin ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Her bir şeyde akıl teri, düşünce emeği var.
Hele hele bir milletin alıştığı devlet nizamını değiştirmek ya da onarıp yeni bir alışkanlık ve zihniyet kazandırmak ne kadar zor olsa gerek.
Hiç unutmam 12 Eylül 1980 askeri darbe sonrası 6 Kasım 1983 ilk genel seçimlerde Milliyetçi Demokrasi Partisi Başkanı Emekli Orgeneral Turgut Sunalp televizyonda öne çıkarılıyor ve tanıtılıyordu. O zaman televizyon kanalı olarak sadece TRT vardı. Elinde de Platon’un Devlet adlı eseri vardı.
Programı düzenleyen- Paşam siyasete alıştınız mı?
Paşa cevaben -Elime bu kitabı tutuşturdular, alışmaya çalışıyorum.
Demek ki, siyaset düşe kalka yolda öğreniliyor. Siyasi hatıralarını yazan kaç siyasetçimiz var? Çok az. Herhangi bir siyasi partiye üye olmakla kendini siyasetçi sayan çok insan var. Hemen herkesin ortak şikâyeti; son dönem Osmanlıdan bu yana kaht-ı rical yani devlet adamlığı azlığı. Koçi Bey Risalesi’nde ve Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler [1] adlı eserinde bunu dillendirirler. Her devlet adamı siyasetçidir, her siyasetçi devlet adamı değildir.
Bugün dünyada devlet başkanlığına bakınca: Karizmatik/etkileyici diktatörlük ve demokratik önderlik/liderlik adıyla ikiye ayrılır.
Karizmatik diktatörlüğe en az ihtiyaç duyan toplumlar, olabildiğince çok sayıda yurttaşın en fazla katılımıyla yürütülen “anayasal hükümetle” idare edilen toplumlardır. Anayasa herkesi bağlar. Yönetimde demokratik liderliğin işi karizmatik diktatörlüğün işinden çok zordur. Çünkü demokratik toplumun liderliğini yürüten insan, işlerini açık, yurttaşların iş birliğine, onları ikna etmeye ve onlarla akılcı diyaloga dayanarak hesap sorulur durumda anayasaya bağlılığı içerisinde yürütür.
Demokratik liderliğe dayalı yönetimi, karizmatik diktatörlüğe dayalı yönetimden ayıran en temel dayanak; muhalefetini kendi içinde barındırıyor olmasıdır. Muhalefetin varlığı onun için bir kazançtır. Demokrasilerin temel özelliği muhalefeti olması ve onun da güçlü olmasıdır. Muhalefeti zayıf demokrasiler, karizmatik/etkileyici diktatörlüğe dönüşebilir.
Biliyoruz ki, demokraside sistem kurum ve kurallarıyla sağlıklı işlerse karizmatik diktatörlerin ortaya çıkması engellenmiş olur. Bunun için demokratik liderlerin siyasi sistemin yapı taşlarının sağlamlığı üzerinde çaba sarf etmesi gerekir. O, yurttaşların üzerine düşen sorumluluktan kendilerini uzak tutarak kendi yerlerine başkasının karar vermesine fırsat vermemelidir. Halkın yurttaşlık haklarının olduğu kadar sorumluluğunun da olduğu bilinci eğitim yoluyla yaşayarak, uygulayarak ve teamüller oluşturarak sağlayabilir.[2]
Yaratılış gereği insan her zaman iyi olmayabiliyor. Zor şartlar insanın ruh ve akıl sağlığını etkileyebilir. Bu durumda gücü elinde bulunduran insan bu gücü sayesinde insan özgürlüğünü kısıtlayabilir ve kazanılmış insan haklarını zedeleyebilir. Yine de insanın umutları ve beklentileri iyi bir demokratik lidere yönetimi teslim etmektir.
Gerçek liderin değeri, kendisini izleyecek olanları ne kadar iyi hazırladığına bağlıdır. Zayıf karakterli, kendini yönetmekte bile zorlanan kişileri etrafına toplayarak yönetim işini yapan liderler, ülkesine kötülük yapan insanlardır. Bu karakterde olanlar bir gruba girerek ve bu grup aracılığıyla ortadaki payı paylaşmayı umarak güçlünün önünde isteğiyle diz çökerek ve kendisini küçülterek, yönetimde söz sahibi olmak isterler.
Alkışçının bol olduğu kitlede liderlik işi kolaydır. Yine siyasi ve ekonomik buhranlar içerisinde olan toplumları yönetmek de kolaydır. Yılana sarılmak misalinde olduğu gibi. En zor olanı ise, toplumun ahlakını ve fikir kapasitesini geliştirerek, demokratik sistemin yükünü kaldıracak ve onu sürdürülebilir hale dönüştürecek yurttaşlar yetiştirerek demokrasinin bilinçsiz halkın elinde yozlaşmasına fırsat vermeden yönetmektir.
Batı bilim anlayışında dün doğrulamacı yöntem anlayışı öndeyken bugün yanlışlaşmacı yöntem anlayışı kabul görmektedir. Marx kapitalist sistemin eksiklerini ve yanlışlıklarını bir Marxsist olarak değil Marx olarak aradı. Marxsistler ise sosyalist sistemin hep doğrularını aradı. Marx kapitalist sistemin en zayıf noktalarını keşfedip açığa vurdu. Kapitalistler de bu açılan delikleri kapatarak kapitalizmin sürdürülebilirliğini sağladılar. Kapitalizmi en iyi anlayan Marx olduğu için ona en çok iyiliği o yaptı. Komünizm ’in ise Marx gibi bir eleştirmeni olmadı. Eleştirmenlere de nefes aldırılmadı. Komünist ve Faşist totaliter yönetimler kendi muhalefetini yaratmadı. Yeryüzü cennetini yaratacağım vadiyle geldiyseler de uzun soluklu olamadılar. Yaşamasını kanlı teröre, toplu sürgünlere ve ölümlere bağlayarak totaliter rejimi yarattılar. 27 yıllık iktidarında Mao, Çin’de 70 milyon,[3]. Bolşevikler ise 1917-1953 yılları arasında Rusya’da yaklaşık 54 milyon yurttaşını öldürdü. Bu rakamlara 1939-1945 arasındaki savaş kayıpları da dahil değildir. [4]
Hitler’i, Francisco Franco’yu, Mussolini’yi, Saddam’ı, Kaddafi’yi say sayabilirsen…
Eğer Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine doğrulamacı yöntemle bakarsak kusurlarını sorgulayamayız. Sorgulamaya kimse imkân da vermez. Yok eğer samimi bir öz eleştiri mantığıyla yanlışlamacı yöntemle bakarsak hem kusurlarını hem de iyi taraflarını görürüz. Başka bir ifadeyle Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin iyi işlediği örnekleri sayıp dökmek yerine işlemeyen örneklere dikkatlerimizi yoğunlaştırmamız daha sağlıklı bir yol olur kanısındayım.
Bilim ve teknolojideki hızlı gelişime rağmen insanlığın elde ettiği siyasi sistemlerin sayısının beşi geçmediği görürüz. Eflatun, iktidardakilerin ahlaki niteliklerine göre beş ayrı yönetim biçimlerini belirleyen anayasa türü belirler: 1.İyi biri tarafından yönetilmenin adı monarşidir. 2. Bunun bozulmuş hali yani kötü biri tarafından yönetilme tiranlıktır. 3. Birkaç iyi insan tarafından yönetilmek aristokrasidir. 4. O kadar iyi olmayan insanlar tarafından yönetilmek oligarşidir. 5. Ve nihayet sonuncusu ise halk, çoğunluk, kalabalık tarafından yönetilmek olan demokrasidir.
Eflatun halkın yönetimine yani demokrasiye pek sıcak bakmaz. Ona göre, halkın çoğunluğu köleler, köylüler ve kadınlardan oluşur. Bunların yönetimde söz haklarının olması nedeniyle demokrasi iyi bir anayasa türü değildir.[5] Farabi de demokrasiyi kötü siyasal yönetimlerin en iyisi, iyinin de kötüsü olarak görür.[6]
Kim yönetmelidir sorusuna cevap ararken ideoloji, etnik yapı, dini anlayışlar işin içerisine girer. Sosyalistlere göre kim yönetmelidir sorusuna elbette işçiler, emekçiler olacaktır. Ahlaki açıdan iyi olan işçiler, iyi olan emekçiler olacak, pek tabii kötü kapitalistler değil. Bizim aşiret kötüde olsa bizim aşiret, bizim mezhep kötü de olsa bizim mezhep, bizim tarikat, bizim cemaat, bizim grup gibi çoğaltabiliriz. Daha erdemli, daha namuslu, daha bilgili, daha iş bilen, daha dünyayı iyi anlayan insanlar yönetim başında olmalıdır denmelidir. Böyle denirse ve böyle insanlar yönetimde olursa erdemli demokrasi olur. Yoksa içi boşalmış, özü gitmiş, kabuğu kalmış Hindistan cevizi gibi demokrasi olur.
Modern demokrasilerde egemenlik halkın elindedir. Egemenliğin halkın elinde olması demek, kendisine zarar vermeye başlayan, yetersiz bir hükümetten kendini demokrasinin oluşturduğu kurumlar yoluyla kansız, terörsüz hükümeti yönetimin elinden kurtarması demektir. Ülkemizde cumhuriyet idaresiyle egemenlik kayıtsız ve şartsız halkın eline verilmiştir. Ancak kabile, aşiret, toprak ağalığı, şeyhlik, seyitlik gibi demokrasinin yerleşmesine engel sosyal yapıdaki bozukluklara ve yine sendika ağalığı, medya despotizmi, askeri vesayet, parti hegemonyası, ideolojik, dini ve etnik terör demokrasi sicilimizi lekelemekte ve işlemez hale getirmektedir. Buna rağmen çevremizdeki komşu devletlerin siyasi rejimlerindeki değişikliklere rağmen Türk demokrasisi iki yüz yılı aşkın bir süreçte düşe-kalka yoluna devam etmektedir.
Parlamenter sistemin eksikleri sayılarak partili cumhurbaşkanlığı sistemine çok iddia ile geçildi. Koalisyonlardan kurtulacak, ülke her bakımdan uçacak dendi. Daha çok parti ittifaklarıyla karşılaşıldı.
Yaşadığımız sistemin kötülüklerini gidermek için yaşamadığımız ancak hayal ettiğimiz sisteme Türk tipi yönetim adı bile verildi.
Güçlü demokrasiler ümitlerini kişiye değil, insanlığın ortak aklına ve temel siyasi ilkelere bağlar. Erdemli demokrasiyi yaşatmak için ülkenin ve insanlığın çıkarlarını, parti çıkarlarına sadakatle ve körü körüne bağlanan insanların çıkarlarına feda edilememelidir. Dahası bazen siyasetçilere kendi vicdanlarına uygun olmayan ama parti politikasına uygun olan konularda baskı yapılabilmektedir. Çünkü bazı politikacılar kişisel çıkar ve hırsları için vicdanlarını, inançlarını ve erdemlerini feda etmeye çoktan razıdırlar. Yine milli kişiliğimizi, eğitim düzeyimizi, ahlaki kazanımlarımızı göz önünde tutarak, uluslararası siyasi ve ekonomik kazanımlarımızı da göz ardı etmeden siyasi sistemimizi yeniden okumalıyız.
Dünyadaki birçok ülke ve özellikle Asya, Afrika, Güney Amerika ve Pasifik’te sömürgeci Batı ülkelerinin sömürgesi olmuş pek az ülke ister mutlak ister onursal olsun yakasını monarşiden zor kurtarmıştır. Ya da kurtaramamıştır.
İngiltere dâhil birçok Baltık ülkesi bile kendini monarşiden kurtaramamıştır. Monarşi ile demokrasiyi beraber yaşatmaktadırlar. Baltık ve ada ülkelerinde monarşilerin eleştirisine ve bu yönetimlerin kaldırılması çabasına pek rastlamadım. Bizlere bu monarşilerin onursal ve sembolik olduğu söylense de kimse bunların yetkilerinden söz etmemektedir.
2017 yılında yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin en ateşli savunucuları: “Cumhurbaşkanının yetkilerinin fazla sorumluluğunun az, hükümet başkanının yetkilerinin az sorumluluğunun fazla olduğunu ileri sürmekteydiler.”
İşte bu anlayışla yetki ve sorumluluğun bir arada olması istendi.
Cumhurbaşkanlığı Yönetim sistemin temel dayanağına yakından bakarsak
1. Yürütme organı tek başlıdır.
2. Cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçilir.
3.Bakanlar Kurulu meclisin güvenine dayanmadan cumhurbaşkanınca atanır.
4. Seçimleri yenileme kararını verir.
5. Cumhurbaşkanı partilidir. Bundan ötürü ‘Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adın almıştır.
6. Bütçe hazırlama ve bütçe kanun teklifi verme yetkisi cumhurbaşkanına aittir.
7. Cumhurbaşkanının ‘cumhurbaşkanlığı kararnamesi’ çıkarma yetkisi bulunmaktadır.
8. Üst kademe yöneticilerini cumhurbaşkanı doğrudan atar. Meclis’in onayını almak zorunluluğu bulunmaz.[7]
Bu maddelerle yetki ve sorumluluk birleştirildi. Ancak devletin bütün kurumlarından yetki ve sorumluluk alındı. Yürütme, yargı ve yasama birleştirildi. Bu işi kolaylaştırdı fakat hiç kimse sistemin hatalarından dolayın kendini sorumlu saymamaktadır. “Balık baştan kokar” denmektedir. Sağlıklı demokrasilerde yetki ve sorumlulukların eşit paylaşılması gerekir.
I. Meşrutiyet’in ilanıyla temel çaba; hükümdarın yetkilerini meclisle paylaşarak sınırlandırma çabasıydı.
II. Meşrutiyet’i hükümdarın kendisi ilan etti. Meclisle yetkiyi paylaştı.
Cumhuriyet dönemi daha önce fidan olarak ekilen “Türk Demokrasi Çınarını” büyütme dönemidir. Kendi içerisinde muhalefetini yaratmada istenen başarıyı sağlamayı geciktirmiş olsa da çok partili döneme geçildi. Düşe kalka, birbirimizi yaşatmak üzere değil, kurumlar arasındaki yetkilerin özüne uygun davranılmadığından hasta bir insan gibi mücadele ederek bugünlere gelindi. Her bir kurum demokrasinin savunucusu olduğunu sözde dillendirdi, özde ise erdemli ve sağlıklı bir demokratik tavır ve tuttum takınmadı. Üniversitelerde bir rektör seçiminde yaşananlara başımızı yere eğerek ve mahsuplaşarak yaşadık. Eğer üniversiteler demokratik sistemin yaşatılmasında başarısızsa kime ne sözümüz olabilir!
Ülkemizde siyasi partiler tarihine baktığımızda partilerine ne güzel adlar vererek işe başlamaktadırlar. Partilerin ilk kuruluş metinlerinde; demokrasi, eşitlik, saygı, insan hakları, mal varlılarının açıklanması, başkanın kaç dönem partinin başında kalacağı gibi ideal düşünceler yer almaktadır. Hasta hazır olunca, ülkeyi kurtarmak için Mehdi ve Mesih anlayışıyla reçeteleri de hazırdı. Buna bir de dava eklenince herkes herkesle dost ve kardeş sanılmaktadır. Zaman sonra siyasi çıkarlar çatışınca ağıza alınmayacak sözlerle, ithamlarla parçalanırlar. Bu nedenle ülkemiz “parti mezarlığıdır.”
Ancak kuruluş metinleri unutularak parti içi tüzük değişikliğiyle çok defa parti liderleri ölene kadar başkanlık koltuğunu bırakmazlar. Ölünce de evlatları doğal hakları gibi gelip partinin başına otururlar. Partilerin tabelaları değişse bile babadan oğula geçen “Parti Başkanlığı/Padişahlığı” sürüp gider… Milletçe şart mı koşsak evladın varsa parti kuramazsın!
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ittifaklar dönmeni doğurdu. Muhalefet aylarca ıslah edilmiş parlamenter yönetime dönelim düşüncesiyle çalıştı ve bir metin ortaya koydu. Metin tozlu raflarda yerini aldı.
Buna karşı iktidar ortakları hayır “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ne dokundurmayız itirazını yükselttiler.
Çok geçmeden ülkemizde Cumhurbaşkanlığı Hükmet Sistemi sorgulanmaya başladığına göre iyi niyetle sistemin hataları erdemli ve gelişmiş demokrasinin özüne uygun olarak giderilmelidir. Nasıl ıslah edilmiş parlamenter sistem denildiği gibi ıslah edilmiş Cumhurbaşkanlığı Hükmet Sistemi de denilmelidir. En başta partiler yasası değiştirilmelidir. Meclis güçlendirilmelidir. İktidar, doğrulamacı yöntemle bu sisteme bakarsa hatalar, eksiklikler giderilemez.
Hataları görüp dillendirenler dinlenmeli ve ödüller verilmelidir.
Bu sistem yukarıda ifade ettiğimiz gibi halka zarar veriyorsa, hataların düzeltilmesi yine demokratik yollarla halkın iradesiyle olacaktır.
Siyasilerin bu sistemdeki hataları görmesinde iyi niyet ve samimiyet gerekir.
Kaynaklar
1– Koçi Bey Risalesi, Sadeleştiren Zuhuri Danışman, İst,1977. s.36. Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, Sadeleştiren Hüseyin Ragıp Uğural. S.98.
2– Magee, Bryan,Karl Popper’in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, (çev. Mete Tuncay), İstanbul:
Remzi Kitabevi, 1990.
3 -Jung Chang Jon Hallıday Bilinmeyen Hikâye Mao, Çeviren, Ayla Yazal Okyayuz, Goa Yayınları, 2006, İstanbul, S,552
4 -Norman Davies, Avrupa Tarihi, Çeviren Mehmet Ali Kılıçbay Ve Arkadaşları, İmge Yayınları, Ankara,2006, Sayfa, 1389.
5– Eflatun Devlet, çevirenler:Sabahattin Eyüpoğlu, M.Ali Cimcoz, Remzi Kitabevi İstanbul,1980, s, 228-255)
6-Zübeyir Saltuklu, Farabi’de Siyaset ve Demokrasi, Fenomen yayıncılık, 2017, Erzurum.
7- https://www.tccb.gov.tr/cumhurbaskanligi/gorev_yetki/
Not: bu yazımızda daha önce gazete köşemde yazdığım yazılarımdan da yararlandım. Şu başlıklı yazılarıma bakılabilir:
1-https://www.doguturk.com/demokrasimizin-kiymetini-bilelim-makale,7366.html
2- https://www.doguturk.com/demokrasinin-gucu-makale,7401.html
3-https://www.doguturk.com/farabiye-gore-devleti-kim-yonetmelidir-makale,6046.htm
4- https://www.doguturk.com/baskanlik-sistemi-uzerine-makale,258.html
1 yorum
ASRIN PLATON’CA MANİFESTOSU….
Sağlıklı ve erdemli demokrasilerde de iktidar ve muhalefet sanıldığı gibi birbirine rakip ve düşman değil, sağ ve sol beyin gibi organizmanın hayatını en iyi şekilde devam ettirmek için anlaşmış kadim dost gibi çalışırlar. İlginçtir ki; sol beyin yarısı sağ tarafı, sağ beyin yarısı da sol tarafı yönetir. Beyni bir tarafı faalken diğer tarafı yok etmeye çalışması sağlığını zedeler. Vücut demokrasisinde sağ ve sol beyin iktidara da muhalefete de birlikte gelirler. Bir tarafın mutlak egemenliği karşı tarafın egemenliğini bitirirken, kendi egemenliğinin de sonun getirir. Birinin felç olması diğerinin de işin zora sokar.
Siyasilerin bu sistemdeki hataları görmesinde iyi niyet ve samimiyet gerekir.