Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılını yakında kutlayacağız. Aslında milletimiz dünya üzerinde farklı bir coğrafyada başladığı yaşam yolculuğuna Anadolu’da devam etmektedir. Başka hiçbir millet farklı bir yerde başlayıp farklı bir yerde yaşamaya devam etmemiştir. Bir çok millet bulundukları coğrafyada devletler kurarak yaşamaya devam etmiştir. Bu süreç içerisinde toplum kültürel anlamda sürekli etkilenmiş ve değişmiştir, bütün birikimleri ile Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra yeni bir devlet kurulabilmiştir. Son ve ilelebet yaşayacağına inandığımız Cumhuriyetimizin 100 yıllık serüveni biterken onu değerlendirebilmek gerçekten zor bir konudur. Çünkü devletin geçmiş tecrübesinin üzerine kurulan bir süreç yaşanmakta olduğundan bazı devlet alışkanlıkları ve devlet kurumlarının hiyerarşik düzeni belki de önceki sistemin tecrübesi ile devam etmiştir. Belki bir devlet hayatı için 100 yıl çok kısa bir süreçtir ama bu süreçte sağlık açısından olanlara geniş çerçeveden bakmaya çalışarak bir değerlendirme yapmaya çalışacağım ve olaya önce verilen hizmetin niceliği neydi ne oldu şeklinde rakamlarla başlayacağım, sonra da özele ve hizmetin günümüzdeki niteliğine doğru ilerleyeceğim.
Sağlık Bakanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışını takiben 3 Mayıs 1920 tarihinde 3 sayılı kanun ile kurulmuştur. İlk Sağlık Bakanı Dr. Adnan Adıvar’dır ve bir yandan kurtuluş mücadelemizin sürdürüldüğü bu dönem de sağlıkla ilgili düzenli bir kayıt fırsatı olmamıştır. Cumhuriyetin ilanı sonrası Sağlık Bakanı olan Dr. Refik Saydam, 1937 yılına kadar süren bakanlık yapmış ve ülkemizin sağlık hizmetlerinin kuruluşunda, gelişmesinde büyük katkılar sağlamıştır. 1923 yılında, ülkemizde sağlık hizmetleri hükümet, belediye ve karantina tabiplikleri, küçük sıhhiye memurlukları, 86 adet yataklı tedavi kurumu, 6.437 hasta yatağı, 554 hekim, 69 eczacı, 4 hemşire, 560 sağlık memuru ve 136 ebe ile veriliyordu (Sağlık bakanlığı tarihçesi arşivi). Bununla birlikte 28 Ekim 1927’de ilk nüfus sayımı yapıldı. Türkiye‘nin o günkü nüfusu 13.649.945 kişi olarak belirlenmiştir. Bu nüfusun 7.065.541’i kadın, 6.584.404’ü erkektir. Bu nüfusun %23,5’i şehirlerde, %76,5’i ise köylerde yaşamaktadır. Buna göre 24.638 kişiye bir hekim düşmektedir.
Son 2022 yılı nüfus sayımına göre Türkiye’nin toplam nüfusu 85.579.253 ‘dur. Bunun 79.613.279 bini şehirde (%93), 5.666.274 bini (%7) köyde yaşadığı bildirilmektedir. 100 yılın sonunda Türkiye’nin çoğu şehirli olmuştur. Belki bu değişim insanların sağlık ve eğitim sistemine erişmelerini kolaylaştırmıştır ancak kendi kendine yetebilen bir Türkiye olmaktan uzaklaştırmış mıdır? Bu kısmı asıl konumuz değil ancak aklımızın bir kenarında bulunsun.
Aslında yazıma başlarken planladığım sadece kendi branşımdaki eskiden hekim sayısı neydi? Ne kadar arttı onu yazabilmekti. Ancak gördüğüm sağlık sistemindeki değişim aslında dünyadaki eğitim ve teknolojik gelişimine paralel olarak gelişmekte ve Türkiye de ihtiyaçları doğrultusunda bunu yakalamaya çalıştığı anlaşılmaktadır. 100 yıl içinde uygulanan sağlık politikalarının bu gelişimi desteklediği görülmektedir.
En güncel sağlık verileri 2018 yılına ait TUİK verileridir. Bu verilere göre, Türkiye’de toplam 35.559 adet sağlık kurumu bulunmaktadır. Bu kurumların 1.534’ü yataklı iken 33.025’i yataksız kurumlardan oluşuyor. Bunun yanı sıra, Türkiye’de toplam yatak sayısı 231.913 olmakla birlikte 1.000 kişi başına düşen yatak sayısı ise 2,83 (TUİK).
Ayrıca sayın sağlık bakanımız Fahrettin Koca’nın açıkladığı verilere göre, 1 Ocak 2020 tarihi itibarıyla Türkiye’de toplam doktor sayısı 164.594 iken toplam hemşire sayısı 198.465. Bununla birlikte, doktorların %61,4’ü Sağlık Bakanlığı’nda, %20,4’ü üniversitelerde ve %18,2’si özel sektörde çalışmaktadır. Türkiye’de toplam diş hekimi sayısı ise 32.859. Bu rakamlara göre 519 kişiye bir hekim düşmektedir. Bunu 1923 ile karşılaştırdığımızda sağlık sisteminin 100 yıl sonunda nüfus artışına rağmen çok fazla güçlendiğini ve hekim başına düşen insan sayısının azaldığını görüyoruz. Mevcut eğitim sistemimiz ile en çok sağlık sistemimizin güçlendiğini de anlamaktayız. Son verilere göre 98 adet tıp fakültemiz var. Ancak bunların sadece 5’i dünya sıralamasında ilk 500’e girebilmektedir. Yani nicelik olarak her şey çok iyi ama nitelikli denilebilir mi? tartışmaya açık.
Daha özele inebilirsek kendi branşım olan beyin cerrahisi uzmanlık alanı Amerika birleşik devletlerinde dahi çok yeni oluşmuştur. ABD’de beyin cerrahisi branşının kurulması 1919-20 yıllarında Harvey Cushing tarafından olmuştur. Amerika beyin cerrahisi derneği ise ancak 1948 yılında kurulmuş, ilk bilimsel kongrelerini 1951 yılında yapmışlardır. Türkiye’de ise başlangıçta genel cerrahi branşında yetişen doktorların yan dalı olarak kurulan beyin cerrahisi, 1968 yılında ilk kez Türk beyin cerrahisi derneği oluşturulmuştur. Bu tarihten sonra öncelikle Ankara ve İstanbul’da yetişen beyin cerrahisi uzmanları Türkiye’nin diğer illerine birer birer atanmaya başladılar. Samsun’a ilk olarak 1975 yılında beyin cerrahisi doktoru atanmıştır. Daha sonra Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahisi anabilim dalını da kuran Prof. Dr. Fahrettin Çelik, Samsun şehrindeki beyin cerrahisinin temellerini atmıştır. Günümüzde Tıp fakültesi, Eğitim araştırma hastanesi ve Gazi devlet hastanesi ile özel hastanelerde olmak üzere toplam 35’e yakın beyin cerrahisi uzman hekimi şehir merkezinde görev yapmaktadır. Ayrıca Çarşamba, Bafra ve Vezirköprü ilçelerinde de beyin cerrahisi hekimleri bulunmaktadır. 2019 yılında Türkiye’de toplam 1650 beyin cerrahisi hekimi olduğu bildirilmiştir.
Sonuç olarak cumhuriyetimizin 100. yılında sağlık sistemimizin geldiği son durum, dünyanın gelişmiş ülkelerindeki emsallerinden aşağıya kalır şekilde değildir. Çok zor beyin cerrahisi ameliyatları birçok merkezde artık yapılabilmektedir. Ancak insanlarımız özellikli cerrahi müdahaleler için eskiden Ankara veya İstanbul’a gitmek zorunda kalırken şimdi ise gitseler de sorunlarını çözebiliyorlar mı? Çünkü şimdi gidilse de devlet hastanelerimizde ve tıp fakültelerimizde bu özellikli müdahalelerin yapılmamaya başlandığını görmekteyim. Ne yazık ki zor hastalıkların tedavisinde birçok hekim sorumluluk almak istememeye başladı. Birçok uzman hekim komplike hastalıklarla problemlerle uğraşmayı istememeye başlamıştır. Bu süreç özel merkezlerin işine yaramaktadır. Devlet kurumlarında yeterli refah düzeyine ulaşamayan çok tecrübeli uzman veya kariyerli akademisyenlerin birçoğu özel hastanelerde çalışmaya başlayınca vatandaşın sorunu bir kat daha artmıştır. Çünkü artık sorunlarını çözebilecek nitelikli uzman hekim sayısı giderek azalmaktadır. Her vatandaşın tolere edilebilir veya uygun ücretli bir sağlık sistemine ulaşabilmesi mümkün olmamaya başlamıştır. Sosyal sağlık güvenceleri bu özel sağlık kuruluşlarından hizmet almalarına yeterli olmamaktadır. Yani sağlık sistemimiz giderek özelleşmekte ve tekelleşmektedir. Zincir AVM’ler gibi zincir hastaneler giderek büyümekte ve artmaktadır.
Süreç niye böyle değişmiştir?
Bence sağlık ve eğitim sistemlerinin tamamen devlet kontrolünde olması gereklidir. Çünkü her ikisinde de bu ülkenin evlatlarının kaliteli eğitim ve sağlık hizmetlerine ücretsiz ulaşabilme hakları vardır. Her iki sistemde de kar güdülmemelidir. Özel sağlık kuruluşlarında hastaya veya insana müşteri gözüyle bakılması nedeniyle nasıl daha çok kazanırım şeklinde yaklaşım sergilenmektedir. Devlet buna engel olabilmelidir. Bundan 30 yıl önce uzman hekim sayısı az iken değerliydiler bu sebeple bazıları muayenehaneler ile çalışmaktaydı, daha sonra sağlık politikaları bu hekimlerin hastanelerde hizmet vermeye dönüşü sağlandı ancak günümüzde ekonomik sıkıntılardan dolayı tekrar hekimler devlet kurumlarından kopmaya başlamışlardır ve mevcut kalan hekimlerde en ufak zorlukta hastaları sevk edip sorumluluktan kurtulmayı tercih etmektedirler. Yani sorun bence gelecekte daha çok büyüyebilir.
Son söz olarak;
2023 yılına geldiğimizde ülkemizde sağlık sistemi 100 yıl önceye göre çok daha büyüdü ancak nitelikli hizmet açısından halen eksikleri bulunmaktadır. Hizmet binalarının sayısı artmakta ama içlerini dolduracak doğru beyinler azalmaktadır. 2015 yılında Roma’da 3 ay yanında bulunduğum Prof. Dr. Luca Massimi’den dün bir mesaj aldım onunla yazımı bitirmek istiyorum. 3 Ekim 2023 günü İtalya Roma şehrinde büyükelçiliğimiz büyük bir konser vermiş ve bu konsere Dr Luca’da davet edilmiş ve kendi katılmış. Büyük onur duyduğunu bana bu fotoğraf ile bildirdi.
Ayrıca konserin muhteşem olduğunu yazdı. Ben de böyle bir etkinliğe katıldığı için çok mutlu olduğumu bildirdim. Böyle bir etkinliğin yapılmasından dolayı kilometrelerce uzaktan gurur duyduğumu bildirmek istiyorum. Bazen büyük olabilmek için küçük ama anlamlı adımlar atmak gerekir, bu organizasyonda tüm emeği geçenlere buradan teşekkür etmek istiyorum.