Yüzyılımızda dünya hızlı bir şekilde, olumlu ve olumsuz anlamda, ekonomik, siyasi, bilim ve teknoloji alanlarında değişimler yaşamaktadır. Savaşlar, sömürüler, katliamlar, siyasi kargaşalar ve teknolojik alandaki değişimler ister istemez tüm insanlığın huzurunu etkilemektedir. Sözde dünya liderliği rolüne soyunmuş ülkeler dünyaya ve insanlığa kargaşadan, gözyaşından ve mutsuzluktan başka hiçbir katkı sağlamamaktadır. Bu devletlerin geçmişte; yapacakları adaletsizlikleri örtbas etmek, bütün katliamlarına kılıf olarak kullanmak amacıyla kurdukları Birleşmiş Milletler, NATO ve diğer kuruluşlar, yazılı kuruluş amaçlarının aksine pratikte sadece efendilerine hizmet etmekten öte bir misyona sahip değiller. Hâlbuki ‘Dünya 5’ten büyüktür’ sloganı ile büyük bir şaşkınlık yaşayan bu kuruluşların ve ülkelerin dünya barışına ve insan merkezli bir medeniyetin kurulmasına katkı sağlamayacakları kesin bir gerçektir.
Bu nedenle dünyada barışı sağlayacak, sömürü düzenine son verecek, mazlumların sesi ve koruyucusu olacak, din, ırk, ülke ayırımı yapmadan tüm insanlığa hizmet edecek veya özetle insan merkezli bir medeniyetin inşasını başlatacak bir dünya liderine veya bunun öncüsü olacak bir ülkenin liderliğine ihtiyaç vardır. 600 yıl insanlığın ve insan odaklı medeniyetin hamiliğini yapan Osmanlı devletinin zayıflayıp yıkılması bir başka ifade ile Müslümanların gerileyip Avrupa’nın her alanda ilerlemesi sürecinde dünya ve insanlık çok şey kaybetmiştir. Bunun sonucu olarak dünya ve insanlık huzuru mum ile arar duruma düşmüştür. Türkiye Cumhuriyetinin 100. Yılına girmiş bulunmaktayız. Osmanlı devletiyle birlikte milletimizi de topyekun tarihe gömmek isteyenler, bu defa, Çanakkale’de veya Kut’ül Amare’de olduğu gibi doğrudan karşımıza çıkmadılar. Bunun yerine en elverişli gördükleri aracı kullanarak Anadolu’yu işgale yeltendiler. Milletimiz, Kurtuluş savaşıyla birlikte, uzunca bir süredir devam eden savaşların yükü altında beli bükülen milletin “Yurdunu alçaklara uğratma sakın.” diyerek son bir silkinişle Milli Mücadele’yi başlatmış ve zafere ulaştırmıştır. Milli Mücadele destansı bir meydan okuma ve küllerinden yeniden doğuştur. Cumhuriyetimiz maalesef, bu bir asırlık geçmişinin önemli bir kısmında, kendi içinde barışık yaşayamadı. Emperyalistlerin ülkemiz üzerindeki hesapları neticesinde ve milli iradenin üstünlüğüne dayanmak yerine vesayet güçlerinin güdümünde kalan yönetimlerin elinde altın kıymetinde yıllarını heba etti. Yine bunlar tarafından demokrasi ve kalkınma adımlarına çelme takılmaya çalışıldı. Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün destekleri ile kurulan fakat ölümü ile sonradan kapatılan tayyare fabrikası, yine komplo kurbanı olan silah fabrikaları, sekteye uğratılan devrim otomobil projeleri, halkın girişimi ile kurulan gümüş motor fabrikalarının kapatılması, dünyada üçüncü ülke olarak üretimi başarılan ve tamamen yerli ‘Netaş’ marka telefonlarının ayak oyunlarıyla üretiminin durdurulması, bu anlamda girişimlerde bulunanları suikastla ortadan kaldırılması veya engellenmesi, askeri ve sivil darbeler, siyasetçilerin idam edilmeleri, suikastlar, insan haklarının ve inanç değerlerin çiğnenmesi geçen koca 100 yıl. Kazanımlar ve kaybedilenler.
Hindistanlı alim Hasan El Nedvi ‘Müslümanların Gerilemesi ile Dünya Neler Kaybetti’ isimli kitabında bu durumu, bu dinin mensuplarının yaptığı hatalar nedeniyle gerilemesi nedeniyle dünya çok şey kaybetti diye özetlemektedir. İslam medeniyetinin gerilemesi dünyaya huzur anlamında büyük zararlar vermiştir. Yine İslam âlimlerinin çoğu Türkleri bu anlamda yok sayarken bu yazar yeniden alevlenmenin ve dirilişin meşalesinin ancak yine bu topraklardan başlayacağını özellikle vurgulamaktadır.
O halde insan odaklı bir medeniyetin inşasını, dünyada barış ve huzurun teminini, ezilen mazlumların ve sömürü düzeninin bertaraf edilmesini, ülkeler arasında karşılıklı iyi niyet üzerine kurulu düzenin tesis edilmesini, insan ve tüm canlıların hak ve hukukunun korunmasını, ekonomik olarak zorda kalmış ülkelerin desteklenmesini sağlayacak bir lider veya öncü devlete ihtiyaç vardır. Bugün bu ihtiyaç elzem iken gelecek yüzyılda daha da önemli bir hale gelecektir. Olaya ve dünyadaki gelişmelere baktığımızda bu vizyonu ve misyonu samimi olarak üstlenecek yeni dünya veya evrende huzuru sağlayacak medeniyetin inşasına katkı sağlayacak bir ülke görünmemektedir. Biz huzuru sağlayacağız, barışa katkı sağlayacağız diyen ülkelerin ve bu amaçla kurulmuş kuruluşların aslında huzursuzluğun ve kargaşanın en büyük sebebi oldukları herkesçe malumdur.
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayip Erdoğan’ın son yıllarda uluslararası girişim ve toplantılarda sürekli bunu korkmadan dile getirmesi, haykırması sömürü altında ezilmiş, zulme uğramış, açlığa mahkum edilmiş toplum ve ülkelerde yeniden bir ümidin doğmasına, cesaret ile sömürge ülkelerine karşı direnme hareketlerinin başlamasına vesile olmuştur. Yine ülkemizin bütün ihanet ve kötü niyet üzerine kurulu ülkelerin bu girişimlerine rağmen, dış politikada başlattığı karşılıklı güven üzerine kurulu politikaların sürdürülmesi, dünya mazlumlarının yardımına hiçbir karşılık beklemeden koşması, dünyada yeni bir dirilişin doğmasına sebep olmuştur.
Bu ülkede yaşayan farklı etnik kültür, inanç ve siyasi görüş farklılıklarının (eğer bu ülkenin birer vatandaşı olarak kendini kabul ediyorsa) birer kazanım olarak değerlendirip gelecek yüzyıl vizyonuna uygun olarak birlikte neyi başarmalıyız sorusuna cevap aramalı veya ülkemizin dünyadaki ülkeler arasındaki yerinin nerede olması gerektiğinin çalışmasını yapmalıyız. ‘Bu şuurla İstiklalden istikbale’ köprüler kurmak adına tüm kurum ve kuruluşlarımızla güçlü koordinasyon içerisinde ülkemizin hak ettiği, noktaya gelmesi için daha fazla çalışılmalıdır. İnsan haklarının çiğnendiği, katliamlarla ülkelerin kan gölüne çevrildiği, çocuk, kadın, yaşlı demeden katliamların yapıldığı, ülkelerin sömürülüp kaynaklarının kullanılıp vatandaşlarının açlığa mahkûm edildiği bir dönemde ülke olarak hangi vizyonu taşımamız gerektiğinin düşüncesini yaşamalıyız.
Ülkemizde yeni yüzyılda halkın iradesinin tamamen yansıtıldığı, insan odaklı, fıtrata uygun ve dünyaya örnek olacak yeni bir anayasa değişikliği yapılarak bu yola girmek en önemli önceliğimiz olarak durmaktadır. Bu ülke mazlumların koruyucusu, örnek bir ülke olarak her açıdan yerini almalıdır. Bunu özetlersek ekonomik olarak, siyasi liderlik olarak ve insan odaklı yönetimi ile dünyaya örnek olup, ezilen dünya halklarının kurtarıcı ve koruyucu rolüne yeniden kavuşmalıdır. Tabii ki bu çok kolay olmayacaktır. Hala askeri darbenin izini taşıyan bir anayasayı değiştiremeyişimiz, hala inançlara baskının devam ettiği, siyasi çekişmelerin dengemizi ve birbirimize tahammül sınırını zorladığı mevcut atmosfer bu hedefe ulaşmamızı zorlaştırmaktadır. Son yıllarda özellikle savunma alanında örnek teşkil edilecek gelişmeler bizi mutlu etmekte, gençlerimizde özgüveni yeniden canlandırmakla birlikte ekonomik olarak istediğimiz noktada olamayışımız bu girişimleri yapmamızın önünde engeldir. Özellikle son yıllarda insan odaklı ve ülke menfaatlerinin, karşılıklı güven üzerine kurulduğu dış politikamız özellikle Afrika ülkelerindeki sömürgeci güçlere karşı bir direniş ateşi başlatmıştır. Çünkü dünyada barış için samimi gayret gösteren tek ülke durumundayız.
Türkiye Yüzyıl’ını, ülkemizi siyasi, ekonomik, teknolojik, askeri, diplomatik her alanda dünyanın en büyük devletleri arasına çıkartarak yükselteceğiz. Dört bir yanımızda savaşın, çatışmaların ve gerilimlerin arttığı bir dönemde, tüm taraflarla eşit, ahlaki, adil bir ilişki tesis ederek, barış için samimi gayret gösteren tek ülke durumundayız. Milli menfaatler, uluslararası ilkeler ve çok yönlü dengeler üzerinde, hem masada hem sahada sergilediğimiz insani ve vicdani duruş giderek daha çok takdir topluyor. Bütün bunları başarırsak, Cumhuriyetin 100. Yılı misyon ve vizyonuna uygun ‘Türkiye Yüzyılı Vizyonu’ ile dünyada huzurun, barışın, mazlumların direnişinin yüzyılı olacak ve öncü, güvenilir, kucaklayıcı bir lider ülke olarak dünyadaki yerimizi almış olacağız. Bu yolda siyasi, dini, etnik farklılıklara bakmadan tartışmadan, bu ülkenin birer vatandaşı olarak kendimizi görüyor, ülkemizi seviyor ve insanlığa yapılan her iyiliğin öncüsü olmak istiyorsak hep birlikte yürümeliyiz. El ele vererek, gönül gönüle bunu başarmak zorundayız. Çünkü bunu yapmak ve başarmak, dünyaya huzuru, barışı getirmek bizim genlerimizde yer almaktadır.