Cumhuriyetimizdeki ekonomik duraklama ve gerileme (üzülerek yazıyorum), 10 Kasım 1938’de, Atatürk’ün ölümünden itibaren başlamıştır. İlk on beş yılda yapılanlar, kurulan fabrikalar, Sovyetlere göz kırpıldığı halde, ülkeye komünizmi sokmadan yapılabilmiştir. Atatürk’ün liderliğinde gerçekleştirilen reformlar, yapıcı ve akılcı hamlelerle, ülkemizin 1929 Dünya Ekonomik Krizinden etkilenmemesi sağlanmıştır. Açılan fabrikalara ilaveten, kazma kürekle koca dağlar delinerek, dile kolay, 800 kilometre demiryolu yapılabilmesi bile çok büyük başarıdır.
2. Dünya Savaşı’na katılmadığımız halde, yanlış yönetim ve uygulamalar sonucunda yaşanan ekonomik kriz nedeniyle, 1948 de Marshall Yardımlarıyla, ABD’nin güdümüne razı olunmuş. Girişimci Nuri Demirağ ve arkadaşlarının, demiryolu yapımındaki başarılıları ve yaptıkları, kıskançlık, çekememezlik ve Amerikalıların istekleri doğrultusunda engellenmiş, uçak fabrikaları ve Köy Enstitüleri kapatılmıştır.
1950-60 Demokrat parti dönemindeki ABD yardımları, süttozu, margarin ve açılan kola fabrikasından öteye geçmemiştir. Bu durum bizzat Amerikan Dış İşleri Bakanı’nın ‘oltadaki balığa yem vermeye gerek yoktur’ sözleriyle, net olarak açıklanmıştır. Demiryolları bir kenara bırakılarak, karayolları yapımına ağırlık verilmiş. Bu sayede yabancılar ülkemize, bolca araba, kamyon ve otobüs satabilmişlerdir.
Binlerce kilometre uzaktaki Kore Savaşı’na katılan ülkemiz, kaybettiğimiz şehit ve gazilerimizin karşılığında, NATO’ya alınmıştır. Soğuk savaşa rağmen, başbakan Menderes Ruslarla yakınlaştığında ise, 1960 ihtilaliyle karşılaşılmıştır. Sonrasında, her on yılda bir ekonomik kriz, ve arkasından gelen 1971 muhtırası, 1980 askeri darbeleri yaşanmıştır.
1950’lerden itibaren, ülkemizde uygulanan senaryo hep aynıdır ve hiç değişmemiştir. Batılılar, bize karayolu yaptırarak, motor fabrikası bile kurdurmadan, bolca araba ve yedek parça satarlar. Bu sayede, TIR’larıyla Orta Doğu’ya mallarını ihraç ederler. Her yeni hükümete, bu değişmez senaryo oynatılmıştır. Seksenli yıllar, Turgut Özal dönemi, otoyollarla tanıştığımız yıllardır. Devletin şirket ve fabrikalarının yabancılara satışına da, o yıllarda başlandı ve giderek hızlandı. Sigara fabrikaları kapandı. Ülkemiz tütün tarımına darbe vuruldu. Şimdi sigara ithalatına milyarlarca dolar ödüyoruz.
Türkiye ve Yunanistan’a yapılan ‘Ortak Pazar’a girme daveti, ‘onlar ortak biz pazar mı olacağız!’ zihniyetiyle zamanın başbakanı Bülent Ecevit tarafından, ileriyi göremeyen sığ bir görüşle reddedildi, Yunanistan girdi, biz ise alsınlar diye, elli yıldır kapılarında bekletiliyoruz. Tansu Çiller dönemine ‘ bir yıl sonra AB’deyiz’ hayaliyle çok yanlış bir kararla, ‘Gümrük Birliği’ne girildi. Biz giremedik ama, sayesinde giren bize oldu. İthal mallar marketleri doldurdu. Fabrikalarımız kapandı, imalatçılar ithalatçı oldular. Şimdi, biz de onlara doktor ihraç ediyoruz! Sevinelim mi, üzülelim mi?
Son yirmi yılda yaşadıklarımız da hemen hemen aynıdır. Ancak iki binli yılların bazı özelliklerini de anımsayalım. Birincisi, yıllardır yaşanılan koalisyonlardan, tek partili yönetimlere dönüşümüzdür. İkincisi ve en az onun kadar önemlisi, 11 Eylül 2001 de New York’taki Dünya Ticaret Kuleleri’nin uçakların çarpmasıyla yerle bir edilmesi ve Pentagon’un vurulmasıdır. Ardından 2003 te ABD’nin 2. Irak Harekatı başladı, Saddam Hüseyin idam edildi, müzeleri talan edildi, Irak petrol kontrol altına alındı ve işgal 2011 e kadar sürdü. Ülkemiz açısından 11 Eylül’ün önemi, zengin Arap ülkelerinin, Petro dolarlarını ABD ve İsviçre gibi batılı bankalardan çekerek Malezya ve Türkiye gibi Müslüman ülkelere getirmeleri olmuştur. Bu sayede uzunca bir sure, parasal bolluk yaşandı. Bir başka gelişme, daha çok üretim, dolayısıyla daha çok kazanç olsun denilerek, küreselleşme ve uluslararası sermayenin etkisiyle, sendikal hareketler ve grevler çok azaldı.
2002 ve sonrasında da, yine ayni senaryo uygulandı. Duble yollar, yeni otoyollar yapıldı. İlave olarak, hızlı trenler için yeni demiryolları yapıldı. Emek yoğun iş kolu olan inşaat sektörüne hız verildi, TOKİ idaresi kuruldu.
Yabancı danışmanların da önerileriyle, yeni havalimanları, Şehir Hastaneleri, Çanakkale, Yavuz Sultan Selim, Osmangazi köprüleri, stadyumlar ve saraylar yapıldı. ‘Her ile bir üniversite’ sloganıyla, çok sayıda yeni üniversite açıldı. Bunların hepsi de, milyarlarca dolarlık devasa projeler. Yapılanlar, birileri için zenginlik ve rant kapısı olurken, devletin bütçesini darmadağın eden cari açığın karadeliklerini oluşturdu. Üçe mal olacak işler, beşe ona mal olarak, enflasyon, pahalılık ve halkın fakirleşmesine neden oldu. Depremler, orman yangınları, seller ve COVİD salgını gibi olaylar da, kanayan yaralarımıza tuz biber ekti.. Yapılan atıl yatırımlara ödenen paralarla, üretim adına neler yapılırdı, siz düşünün artık. (Kaç fırsat kaçırıldı?) Ülkemizde son yıllarda, iyi işler de yapılmadı değil. Sigara yasaklarındaki başarı, hızlı tren, TOGG, İHA ve SİHA’lar da, bu dönemde yapılan olumlu işlerden sayılabilir.
ABD destekli, dinci FETO terör örgütü, Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet, Jandarma, devlet daireleri, adliye, üniversiteler, hatta Yüce Meclis’imize bile sızarak, sonunda 15 temmuz 2016 da, hain darbeye kalkıştı. Çok şükür, başarılı olamadılar.
Kore, Tayvan, ikinci dünya savaşından yenik çıkan Almanya ve Japonya. Bakın bakalım, onların ekonomileri nerede, biz neredeyiz. Fırsatları neden kaçırdığımızı araştırınca, kafamızı duvarlara mı vursak, yoksa ne yapsak?
Yabancılar, ‘sınırlarınızdaki mayınları temizleyin, oraları tarıma açın, ülkenize gelir kazandırın’ dediler. Hay temizlemez olaydık, Sınırlarımız kevgir gibi olunca, Suriye ve Afganistan’dan, savaşlar ve Taliban yüzünden ülkemize milyonlarca mülteci ve sığınmacı doluştu. Ülkemizi, sağ-sol, alevi-sünni, PKK, laik-antilaik ve tarikat çatışmalarıyla bölmeye çalışıp başarılı olamayan batılılar, demografik yapımızı değiştirerek bölebileceklerini sanıyorlar. Avuçlarını yalarlar.
3 yorum
Ne yazık ki kendi ipimizi kendimiz çekiyoruz
Bu durumlara seyirci kalmak çok üzücü 😞
Sayın Prof. Dr. Haldun Güner;
2. Dünya savaşından sonra galip devlet: ABD hedefindeki devletleri; vassal, peyk, uydu, sömürge devlet haline getirmiştir. Türkiye cumhuriyeti de bu devletlerden biridir.
Nuri Demirağ’ın hakkını teslim edelim. Sadece; demiryolu yapmamış, uçak fabrikası ve gök okulunu kurmuştur. emre itaati görev bilen 1945 yılı ve sonrası yöneticileri; gök okulunu kapatmış, ihracat için hazır bekleyen uçakların da ihracını izin vermemişlerdir. Görünen müsebbibi hükumet olsa da esas amil. ABD’dir. Sanayileşmemize izin vermemiştir. Aynı dönemde otomobil üretimine başlayan ve sömürgesi olan; resmen işgali altında olan Güney Kore’ye otomobil imalat iznini vermiştir. G.Kore araçları kalitesi ile tüm dünyanın tercihi olmuştur.
Düşünün dönemin hükumeti direnebilse idi; “ben uçak fabrikalarımı kapattırmam arkadaş diyebilse idi; şimdi boeing’le rekabet eden uçak fabrikalarımız olurdu. Dedik ya ülke sömürgeleştirilince , o ülkenin idarecileri de sömürgecilerden yana oluyor.
” OLTAYA YAKALANMIŞ BALIĞIN YEME İHTİYACI YOKTUR.” diyen de; Nelson A. ROCKEFELLER’ olup, Başkan Eisenhower’a yazdığı mektupta yazmıştır https://www.academia.edu/28072307/Oltadaki_balik_turkiye_m_emin_deger
Japonya ve Almanya’nın sanayileştiğinden bahsediliyor. Japonya ve Almanya bugün hala; resmen ABD’nin işgali altındadır. ABD, Oltadaki balık muamelesi yapsa idi veya idarecileri oltadaki balık olmaya razı olsalar idi sanayileşemezlerdi.
Bugün yaşadığımız sıkıntıların tamamı, idarecilerimizin; sömürge devlet olmaya itiraz etmelerinden kaynaklanıyor. IMF’ye evet deseler. İha, Siha, milli muharip uçak üretmeyeceğiz, ABE ne derse; “-Emredersiniz efendim” deyip yerine getireceğiz deseler, bu kadar ekonomik sıkıntı çekmezdik.
Doğru tedavi için, doğru teşhis gerekir. Bendenizin teşhisi bu yönde.
Elbette yanlışlanabilir.
Saygılarımla
Haldun Bey, ekonomik durumla ilgili yanlışları ve yanlış yapanları toparladınız. Teşekkür ederim. Ben ekonomik durumun yanlışlarından daha büyük yanlışlar olduğunu düşünüyorum. Demoğrafik yapı ve sosyal hayatla ilgili yanlışlardan endişe ediyorum. Mecliste halkın temsilcisinin kadınlar için, onları biz koruruz, medeni kanuna ihtiyaç yok diyor. 100. yılda her yönü ile bir geriye gidiş maalesef bir ortaçağ zihniyeti görüyorum.
.