Seçimler sonuçlandı. Artık daha fazla gecikmeden ve “hasar” görmeden eğitime, bilime, etiğe, niteliğe, adalete ve akla gereken önemi ve önceliği vererek insan ve toplum odaklı yeniden gözden geçirip düzeltme, yenilenme ve aydınlanma sürecine girmek gerekiyor. Politik, ekonomik, sosyolojik ve ekolojik olarak yeniden düzenlenmekte ve yapılanmakta olan dünyamızda doğru bir yerde ve insanlarımızın hak ettiği nitelikte yer alabilmek, sürdürülebilir bir ülke olmak, iyi bir gelecek için bu şart. Gerçek yaşam, gerçek dünya, gerçek ekosistem uzun süreli yalanı dolanı, sorunların kabaca örtülmesini, cehaleti ve adaletsizliği kaldırmaz.
Bilimsel gelişmeler giderek artan ölçüde evreni, gezegenimizi, canlı ve cansız maddeleri atom ve moleküler düzeyde ve sistematik olarak incelemekte, oluşum mekanizmalarını, fizyolojik, biyolojik, kimyasal vb. süreçleri aydınlatmaktadır. Sistematik bilimsel bir yaklaşımla insanı, dünyayı, toplumsal olayları, ulusal ve uluslararası gelişimleri ve ilişkileri değerlendirmek ve anlamlandırmak mümkündür. Her toplumda geleneksel ya da rasyonel biçimlerde temellendirilmiş kavram ve bilgilerin ve bu alanlara ilişkin varsayımların yeniden araştırılması ve tanımlanması zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
Gezegenimizi ve ekosistemi oluşturan tüm parçalar bütün yapıyı sürdürmek için gereklidir, her şey birbirine bağlıdır ve etkilemektedir. Doğa bütünlük içinde, sınırlılıkları ve özdenetim mekanizmaları olan, çeşitlilikleri barındıran, termodinami ve bilim yasalarıyla çalışan, evrimsel bir gelişim içinde olan bir yapıdır.Ekosistemin bir parçası olan insan, aynı zamanda ekosistemi doğal değişimler dışında değiştirebilecek bilim ve teknolojiyi üretmekte, geliştirmekte ve kullanmaktadır. Tüm olası ekonomik, sosyal ve siyasal çıkar çatışmaları karşısında bağımsız, bilimsel ve etik yöntemlerle yapılacak çalışmalar geleceği ve gelecekte alınacak konumu belirler. Bu çalışmalar ülkeleri yaşanılabilir ve daha iyi bir yer olarak varlığını daha uzun ve sağlıklı olarak sürdürebilmesini sağlayabileceği gibi, bağımsız ve etik olmayan, çıkarcı, bağnaz, bilim ve bilgi düşmanı yaklaşımlar toplumun ve ülkenin ömrünü şok edici bir şekilde kısaltabilir.
Çeşitli uluslararası küresel riskler raporlarında, kısa ve orta dönemde dünyamızı giderek şiddeti artacak olan önemli risklerin beklediği belirtilmekte. Dünya Ekonomik Forumu Küresel Riskler 2015 raporunda, yaratacağı etkiler açısından en büyük riskler; su krizi, salgın hastalıklar, kitle imha silahları, iklim değişikliği, enerji krizi, altyapı çöküşü, mali kriz, işsizlik ve eko sistemin çöküşü şeklinde sıralanıyor.Çatışmalar, ülkelerin çökmesi ile yaşanacak sorunlar, varlık balonları diğer sorunlar arasında gösteriliyor. Bu ve benzeri raporlar dışında da yaşanan gelişmelerden sosyal ve çevresel risklerin giderek arttığı rahatlıkla görülebiliyor. Özellikle enerji ve enerji güvenliği, su yetersizliği ve sınırları aşan sular sorunları, ulusal ve uluslararası gelir dağılımı ve yaşam düzeyi dengesizlikleri, yoksulluk ve açlık sorunları, özellikle bölgemizde yaşanan sıcak çatışmalar, ekonomik ve siyasi göçler, kaynak çatışmaları tüm dünyayı yakından etkilemekte. Türkiye ve etrafı işsizlik, çatışma ve su kıtlığı riskleriyle çevrili.
İklim değişimi tüm dünyayı, çevresel, sosyal, politik ve ekonomik olarak etkilemekte ve tüm ülkeler bu değişimin kötü etkileri ile yüzleşiyorlar. İklim değişimi ile ilgili politika seçeneklerinde sadece bilimsel ve ekonomik yönden konuyu ele almanın yeterli olmadığı, ekolojik, sosyal ve etik yaklaşımları da içermenin zorunlu olduğu Birleşmiş Milletler ve diğer küresel çevre kurumların belgelerinde yer alıyor.
Elbette sorunların çözüm yolları konusunda önemli görüş farklılıkları mevcut. Yeni liberal yaklaşımlar, serbest sınırsız sorumsuz küresel ekonomi yaklaşımları karşısında insan odaklı, toplumcu, sosyal adalete dayanan yaklaşımlar küresel anlamda karşı karşıya.
Genel görünüme baktığımızda, insanlık yaşadığımız ve ekmeğini yediğimiz toprağı, içtiğimiz suyu, soluduğumuz havayı, yaşam ve besin kaynaklarımızı hızla ve bilinçsiz biçimde tüketmek, kirletmek ve kaynakları yağmalamakla meşgul.
Bölgemizdeki çatışmaların nedeni olarak enerji kaynakları ve yolları, din ve mezhep ayrılıkları, uluslararası emperyalist emeller ve oyunlar olarak gösterilmekte. Peki, eğitimin geriliğinin, aydınlanma sürecinden geride kalmanın hiç mi önemi yok? Ekosisteme ve çevreye verilen ciddi zararların yol açtığı sorunların oluşturduğu “verimli” ortamın ve yoksulluk, açlık, sosyal adaletsizlik, cahillik ve bağnazlığın etkisindeki “hazır” kitlenin etkisi ne?
Ülkemizde çağı yakalayabilmek, toplumun hak ettiği kalitede, insan haklarına, adalete, özgürlüğe, barışa saygılı bir şekilde yaşamasını sağlayabilmek, sürdürülebilir bir kalkınma ve gelecek için yarım kalan “aydınlanma” ve eğitim sürecinin bir an önce tamamlanmasının gerekliliği ortadadır. Daha fazla gecikmenin sonuçlarını, yanı başımızda yaşananlara bakarak rahatlıkla görmek mümkündür.