Sağlık Bakanlığı, 29 Nisan 2009 tarihli Resmî Gazete’de “Sağlık Kurum ve Kuruluşlarında Hasta ve Çalışan Güvenliğinin Sağlanması ve Korunmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında” bir tebliğ yayımladı. Bakanlığın 2003 yılında yayımlanan “Sağlık Tesislerinde Hasta Hakları Uygulamalarına İlişkin Yönerge”si gibi bu tebliğin de önemli bir milat olduğunu düşünüyorum. Sağlık sistemimizin, sağlık hizmetlerinin ve sağlık kurumlarımızın çağdaş normlara uygun hale getirilmesinde Tebliğin olumlu katkılar yapmasını umuyorum. Tebliğ, üniversite hastaneleri de dahil olmak üzere kamu ve özel sektöre ait sağlık hizmeti sunan tüm sağlık kurum ve kuruluşlarını kapsamaktadır. Sağlık kurumları, 3 ay içerisinde “Hasta kimlik bilgilerinin tanımlanması ve doğrulanması, sağlık hizmeti verenler arasında iletişim güvenliğinin geliştirilmesi, ilaç güvenliğinin sağlanması, kan transfüzyonunda güvenli uygulamaların sağlanması, enfeksiyon risklerinin azaltılması, hasta düşmelerinin önlenmesi, güvenli cerrahi uygulamalarının sağlanması, Sıra beklemeden kaynaklanan olumsuzlukların önlenmesi, çalışan güvenliği için gerekli önlemlerin alınması, temel yaşam desteği sürecinin güvence altına alınması (Mavi Kod uygulaması), yenidoğan ve çocuk güvenliğinin sağlanması (Pembe Kod uygulaması), hasta ve çalışanların fiziksel saldırı, cinsel taciz ve şiddete maruz kalmalarına karşı gerekli güvenlik tedbirlerinin alınması, afetler (deprem, yangın, sel) ve olağan dışı durumlarda tedbir alınması” konularında gerekli düzenlemeleri yapmak zorundalar.
Tebliğin yayınlanmasını ve içeriğini olumlu karşılamakla birlikte, bazı eleştirilerde bulunmak istiyorum. Öncelikle bazı başlıklarda yer alan öneriler çok ayrıntılı ve kapsamlı olmasına karşın, özellikle “Hasta ve çalışanlar için güvenlik tedbirleri ile sıra beklemeden kaynaklanan olumsuzlukların önlenmesi” konuları biraz daha geliştirilebilirdi. “Hasta ve yakınlarıyla iletişim güvenliği” konulu bir başlığın da mutlaka olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü hastanelerde yaşanan olumsuzlukların önemli bir kısmı, sağlık çalışanlarıyla, hasta ve yakınlarının iletişimlerinin yetersizliğinden ve kusurlu iletişimden kaynaklanmaktadır. Tebliğde müdahalelerden önce ve müdahale sırasında bu iletişimin kurulması ve usulüne uygun şekilde yürütülmesiyle ilgili süreçlerin tanımlanması iyi olurdu.
İşin göz ardı edilen bir tarafı da, hasta güvenliği konusunda tebliğde öngörülen tedbirleri almak için sağlık kurumlarının ihtiyacı olan mali kaynaktır. Ben kendi adıma, üniversite hastanelerinin SUT ve BUT fiyatlarıyla bu işe yeterli kaynak ayıramayacaklarını söyleyebilirim. Banyolu, tuvaletli iki kişilik odayı, üç öğün yemek dahil günlük 15 TL’ye SGK’ya satan ve aldığı paranın 11 TL’sini yemek çıkaran şirkete aktaran bir işletme, kalan 4 TL ile hastalarına daha güvenli ve konforlu bir ortam oluşturmayı nasıl başarabilir? Daha güvenli hastaneler için, nitelikli hizmet sunumu teşvik edilmeli ve en başta insan emeği olmak üzere, yönetim, eğitim, kayıt tutma, elektrik, su, ısınma, temizlik, güvenlik, altyapı, teknik donanım, ilaç ve sarf malzemesi, gelişme/yenilenme payı gibi tüm argümanları hesaba katarak gerçekçi bir fiyat politikası izlenmelidir. Oysa tam aksine, SGK’nın “Vaka Başı Ödeme”, “Tanıya Dayalı Ödeme” gibi adlarla yürürlüğe koyduğu sabit ödeme uygulamalarıyla, hekimler ve hastaneler, hastaya gereken tetkik ve işlemleri yapmaktan alıkonmakta; güvenli ve etkin olan yerine, ucuz ve kârlı olanın tercih edilmesi istenmektedir. Bu koşullarda sağlık kurumları zarar etmemek ve kârlarını artırmak için, hastalardan tetkik istemekten vazgeçecek; malzeme sarfını ve personel kullanımını azaltacak; kaliteli malzeme kullanımından ödün verecek; hastaları bir an önce taburcu etmeye çalışacak ve komplikasyonları görmezden gelecektir. Tanı-tedavi sürecinde güncel teknolojinin gerektirdiği modern yöntemlerin kullanılması yerine; tamamen ampirik (tahmine dayalı, körleme) tedavilere yöneleceklerdir. Bu tasarruf kalemlerinin her birisi, hasta güvenliğini riske atan unsurlardır.
Bir diğer önemli nokta ise, devletin personel politikasıdır. Emekli olan, istifa eden veya başka kurumlara geçen her dört personelin yerine, bize bir kadro verilmektedir. Hastanelerin birçoğunun eczanesinde eczacı bulunmamaktadır. Hemşire azlığından servisler kapatılmakta; yoğun bakım, yanık vb. ünitelerde standartlara uygun sayıda hemşire ve diğer eleman temin edilemediği için komplikasyonlar, hastane enfeksiyonları, hatta salgınlar ve bunlara bağlı toplu ölümler ortaya çıkmaktadır.
Hasta güvenliği için en başta eğitime önem verilmesi, eğitimin özendirilmesi, eğitime daha fazla zaman ayrılması gerekmektedir. Oysa, son yıllarda uygulanan performans politikaları yüzünden bırakınız hizmet hastanelerini, tıp fakülteleri ve diğer eğitim hastanelerinde bile eğitim ihmal edilmektedir.
Hasta güvenliğini ciddi olarak riske eden bu olumsuz koşullar, her geçen gün daha ağırlaşırken, sadece tebliğ yayınlayarak, hastalarımızı güvene alabileceğimizi ummak, kanımca gerçekçi değildir.