Bir konuda başımız sıkıştığında, bir şeyleri bilmediğimiz, çözüm yollarını bulmakta zorlandığımız durumlarda başvurduğumuz kişilere “danışman” diyorlar. İşte ben bu yazımda, dilimin döndüğünce, başımız sıkıştığında başvurduğumuz danışmanlardan söz etmek istiyorum.
Danışman; bir kuruluşta, kurumda bir iş, bir konu üzerinde düşüncesine, bilgisine, yol göstericiliğine, uzmanlığına başvurulan, kendisine danışılan görevli kimse olarak tanımlanır (Türk Dil Kurumu Sözlüğü). Danışmanlık, akıl vermek işini para karşılığı yapma durumudur. İlk başta ve özellikle de dışarıdan son derece kolay gözükür. Danışmanlar, iki fikir verip çuvalla para kazanan kişiler olarak bilinir. Aslında bu fikir doğrudur, ancak bir o kadar da eksiktir. Danışmanlık işinin temel olarak üç safhası vardır: 1. Somut durumun tespiti, 2. Mevcut ve muhtemel risklerin belirtilmesi, 3. Çözüm önerilerinin sunulması (Bkz. ekşi sözlük).
Yaşantımız boyunca evde, işte, yolculukta, nerede ve ne zaman olursa olsun her şeyi bilemeyiz. Hatta bilmediklerimiz, bildiklerimizden çok daha fazladır. O zaman ne yapacaksın? Bilen birinden danışmanlık alacaksın. Danışmanların da çalıştıkları kurumları vardır. Öncelikle çalıştıkları kurumlarının görüş ve fikirleri doğrultusunda görevlerini yaparlar.
Özellikle ben, danıştığımız yabancı danışmanları taksi şoförlerine benzetirim. Taksiye şimdi siz binersiniz, biraz sonra da bir başkası. Akşam olduğunda ya da iş bittiğinde şoför, o gün kazandığını doğruca taksinin patronuna götürür. Demem odur ki yabancı danışman, kendisine danışanın değil, bizzat kendi patronunun düdüğünü çalar.
İdarecilik günlerimden hatırlıyorum. Şimdi siz ufak bir tadilat ya da tamirat yaptırmak istersiniz. Mimar da olmadığınızdan, önce işin projesini yaptırmanız lazımdır. Her kurumun resmen yazılı olmayan belirli müteahhit firmaları vardır. Sizin hesabınıza göre farz edelim; üç liraya çıkacak olan işin, birden otuz üç liraya çıkacağı gerçeğiyle karşılaşıverirsiniz. Neden bu işler böyle olur hiç düşündünüz mü? Birincisi, siz başlangıçta işin boyutlarını, genişliğini net olarak bilemezsiniz. Ne kadar ucuza mal olursa o kadara olsun dersiniz. Ancak, çoğunlukla evdeki hesap çarşıya uymaz. Sonuçta cebinizden çıkan her zaman düşündüğünüzden çok daha fazladır. İkincisi, danışman aslında sizin adamınız değildir. Siz de onun kurumunun herhangi bir müşterisinden başka bir şey değilsinizdir. İşin maliyeti ne kadar fazlaya çıkarsa, danışmanın şirketi de o kadar fazla kazanacaktır.
Danışmanlar artık her yerde, hatta burnumuzun dibinde. Bir zamanlar evdeki muslukları değiştirmek için bir süpermarkete gitmiştim. Önceden bildiğim markaları soracak oldum. Görevli bana ısrarla yabancı bir markayı öneriyor. Yok, çok daha uzun süre dayanırmış, şurası bizimkilere oranla daha sağlammış. Ama iki misli pahalı. Ben yerli malı ve çok sağlam olan kendi markalarımızın da olduğunu bildiğimden fikrimden hiç şaşmadım. Çıkışta müşteri hizmetlerine şöyle bir sorduğumda, arkadaşın ısrarla önerdiği o bildik yabancı markanın danışmanı olduğunu öğrendim.
Danışman bu, daima kendi firmasını gözetmek durumundadır. Bu, ister tarım ister hayvancılık olsun, ister sanayi ister maliye, isterse sağlık olsun hiç değişmez. Bu bakımdan danışman olarak başvurduklarımıza, özellikle de yabancıysa, çok dikkat etmeliyiz. IMF, WHO, Dünya Bankası, McKinsey. Firma ya da ülkesi hangisi olmuş hiç fark etmiyor. Danışan ve danışmanlık alacak olan eğer siz iseniz on kere, hatta yüz kere düşünmeniz ve her bir önerilene ayrıca dikkat etmeniz, atacağınız adımları da çok dikkatli atmanız gerekiyor.
Bu danışmanlar, aslında bilerek yaptıkları yanlış işleri, yedikleri herzeleri, ona buna hatta gazetecilere bile yeri geldiğinde bir bir anlatırlar. Hatta kitap hâline getirip yayınlarlar. İşte biz şu şu ülkelere nasıl yanlış danışmanlık verdik, nasıl yanlış yollara soktuk, dolandırdık ve nasıl sömürdük diye. Ancak, bu işler yıllar sonra olur. Kaynak mı, dışarıdan içeriden çok var. Size çarpıcı olan bir ikisini vereyim: ‘Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları 1,2’, John Perkins, ‘Oltadaki Balık Türkiye’, Emin Değer.
Dikkat etmezseniz gelişmiş ülkeler, rüzgâr ve güneş enerjilerine yönelirken size termik santral önerirler. Araba fabrikası kurmaya ne gerek var derler, size oto yollar yaptırıp sonra da bol bol araba satarlar. Uçak fabrikalarınızı kapattırıp, “Merak etmeyin, size biz hem de sudan ucuza veririz.” derler. TV kuralım diye danışırsınız, kendi ülkeleri renkli yayına geçtiği için elde kalan siyah beyaz TV vericilerini çok ucuza verirler. “Mal bulmuş mağribi” gibi sevinirsiniz. Ardından, çöpe atacakları eski siyah beyaz TV’leri de atmayıp size satarlar.
Kendi ülkelerinde, ancak büyük merkezlerinde, o da birer tane bulunan sofistike sağlık cihazlarından, her kasabanıza birer tane olmak üzere yüzlercesini satmaya çalışırlar. Eğer dikkatli olmazsanız, dün domuz gribi aşısını, bugünde şarbonlu etleri yediriverirler insana. Bu konularda, “Kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmazmış” diye atasözümüz bile vardır. Sigara fabrikalarımızın kapanışını, tütün tarımının durumunu, şekerde oynanmak istenenleri bir hatırlayalım.
İşte bu yüzden yeni yapılan şehir hastanelerini Amerikalılara mı, İngiliz danışmanlara mı, Patagonyalılara mı, yoksa marstan gelenlere mi sordular pek merak ederiz. Belki, “Size ne kardeşim, biz o konuyu şunlara danıştık, belki de kimseye danışmadık, hepsini biz bulduk,” deyiverirler. Yönetici ve masa başındakiler çok dikkatli olmalı çok. Yoksa adamı “Bul karayı al parayı misali” kaşla göz arasında kandırıverirler.
Nisan 2019