Geçen haftaki “Deontoloji Sizlere Ömür” yazım, Akademik Akıl sitesi en çok okunanlar listesinde hafta boyunca ilk sırada yer aldı. Buradan site okurlarının ağırlıklı hekim oldukları ve bu konu başlığını önemsediklerini düşünüyorum. Nitekim bu düşüncemi teyit eder şekilde yazıma bazı yorumlar eklendi. Yazımda özetle demiştim ki;
Son zamanlarda, Deontoloji, yani tıp etiğinin konularından biri olan “meslektaşlarım kardeşlerimdir, hocalarıma hürmetim daima var olacak” öğretisinin uygulamada ve günlük hayatta bir geçerliliğinin kalmadığı tespitleri var. Prof. Bingür Sönmez hoca, başından geçen bir olayı anlatarak hem yeni nesil hekimleri, hem de onları yetiştiren hocaları bu durumdan sorumlu tutmuştu. Bingür hocanın ne kadar deontolojik bir hoca olduğunu biz Cerrahpaşalılar yaşayarak gördüğümüzden, hem sözlerine itimat ettik, hem de üzüldük. Sınıf arkadaşım Dr. Dilek Argon’dan dinleyelim;
“Dahiliye asistanıydım. Babamın mide ağrısı diye tarif ettiği ama kalpten şüphelendiğim ağrıları oldu. Haseki Kardiyoloji Enstitüsine götürdüm. Hemen müdahale edildi, daralan kalp damarına angiolasti yaptılar. Balon angio sonrası tekrar spazm oldu tekrar angioplasti yapıldı ama korkuyoruz. Bingür Hoca da yurt dışından yeni gelmiş. Hekim babası acilde diye angio sonucunu ona da göstermişler. Yanımıza geldi. Korku içinde olan bana “üzülmeyin doktor hanım, ben bu gece buradayım birşey olursa acil müdahale ederim” dedi. Onu hiç tanımıyordum bile. Hekim olduğum için mutlu olduğumu hissettiğim en önemli anlardan biriydi.” Artık kliniklerde böylesi hikayeler yaşanmaz oldu.
Ben de yaşadıklarım ve gözlemlerimden hareketle, deontolojinin örselenmesine dair sorunun kaynağı olarak biz hocaların ve bizim yetiştirdiğimiz genç hekimlerin de sorumluluğunu belirttikten sonra; asıl sorunumuzun sağlık sisteminin kendisinden kaynaklandığını; hocalar yeterli eğitim verseler, öğrenciler de çok iyi öğrenseler bile kaliteden ziyade sayılara ve performansa indirgenmiş sağlık sisteminin bu öğretileri ve çabaları sıfırlayacağını ifade etmiştim.
Yazımın altına yapılan yorumlardan anlaşılacağı üzere, genel olarak doğru anlaşılmakla birlikte gençlerin üzerine fazla gittiğim gibi bir eleştiriye de maruz kaldım. Her ne kadar sorun olarak sistemi işaret etsem de, doğrudan sistemi hedefe koymak yerine, önce mevcut iddiaları dillendirmek bakımından hocalara ve gençlere dokundurmam nedeniyle, bazı arkadaşlarım ve gençler yazımı doğrudan gençlere yönelik olarak algılamışlar. Önemli olan benim ne dediğimden ziyade, muhatabımın ne anladığı düşüncesinden hareketle yazımı sorgulamaya devam ettim;
Deontolojinin bir tıp eğitimi konusu olmasından hareketle, yazımı, derslerine girdiğim tıp fakültesi öğrencilerimden okumalarını ve geri bildirimde bulunmalarını istedim. Ne gördüm;
Öncelikle belirtmem gerekir ki; gençlerin yazıda kendilerini bulmaları ve savunmaya geçmelerini anlayabiliyorum. En iyi savunma saldırıdır doktrini gereğince şöyle bir yargıda bulundular. “Tıp fakültelerinde sistem eğitim öğretim üzerine değil, hizmet üzerine kurulu olduğu için öğrenciler ya görmezden geliyor ya da hizmete bir çalışan gibi katılmaları isteniyor. İş yoğunluğu nedeniyle hocaların öğretme, bizim de öğrenme fırsatımız olmuyor.” Hadi bakalım buyurun bu eleştiriye bir cevabınız olsun. Yaşananlar ile devam edelim;
Asistan poliklinikte hasta görüyor, sizi hocaya danışacağım biraz bekleyin diyor. O andan itibaren hasta hoca aramaya çıkıyor. Hocayı buluyor ve derdini anlatıyor. Yani işini kısa yoldan görmeye çalışıyor. “Bakın burası bir eğitim kliniği, hizmet kliniği değil, asistan sizi bana anlatacak, ben de ona ne yapması gerektiğini söyleyeceğim, sonra aynı durum ile karşılaştığında tekrar sormayacak çünkü öğrenmiş olacak, öğrendikleri ile mezun olduktan sonra ülkenin herhangi bir hastanesinde hizmet verecek” açıklamasını defaatle yapmak durumunda kalıyoruz.
21. Yüzyılın ortasına doğru giderken, eğitim ve hizmet kavramlarının vatandaş nezdinde kazandığı anlamsızlığı anlamlandırmak için mesai harcıyoruz. Sayıların, iş yükünün, performansın, kalabalıkların içinde kaybolduğumuzdan eğitime sıra gelemiyor. Sıradan hastalıklar ile hayatı tehdit eden hastalıklar aynı kuyruğa girmişler, dertlerine derman arıyorlar. Kimin hastalığının daha önemli ve elzem ele alınması gerektiğini hastaların maddi imkanları, kişisel bağlantıları ve kural tanımayan girişimleri belirliyor. Deontolojiye de kuyruktaki sırasını beklemek kalıyor.
Anlayacağınız, deontolojiye ne akılda ne de mekanda, zaman ve sabır kalmıyor; kalsa dükkan bizim zaten…
Yazım bir durum tespitinden ibarettir. Ne bir savunma ne de bir kabuldür. Benim nazarımda Deontolojik yaklaşım hekimin olmazsa olmazıdır. Meslektaşlarım kardeşimdir, hocalarıma saygım ve hürmetim daimidir. Öğrencilerim benden ne görüyorlar ise öyle yapsınlar dilerim…
Yazımızı, ne yapılması gerektiğine kısaca değinerek bitirelim; Tıp Fakülteleri ve hastaneleri, asli görevleri olan eğitim olgusuna göre yeniden yapılandırılmalıdır. Sevk zincirinin üçüncü basamağına konumlandırılarak, doğrudan hizmet birimleri olmaktan çıkarılmalıdır…
2 yorum
Bülent’ciğim anımı paylaşmandan onur duydum. Bizlere deontolojik yaklaşımı öğretenen kıymetli hocalarımıza çok şey borçluyuz. Senin de onlardan biri olduğunu görmek beni gururlandırıyor. Ne güzel ifade etmiş ve çözüm de önermişsin.
Ömrün uzun olsun!
Sevgili Bülent arkadaşım çok iyi ifade etmişsin.Hakikaten deontoloji önemli hemde çok.Bizlerde dahil olmak üzere uyduk .umarım bizden sonraki arkadaşlarımızda uyarlar .sevgiler