Doğanın işlevinde temel kurallardan biri “İkilem (Duality)” prensibidir. Bu prensipte “İkilik birlik içindir. Birlik bu ikilinin dengelilik halidir.” Bunun en son ve çarpıcı örneğini hasta hakları ve hekim hakları konusunda yaşadık. Daha önceki bir yazımda bahsetmiştim; Eskişehir Tıp Fakültesinde düzenlenen bir toplantıda tüm konuşmacılar sadece hasta haklarından bahsedip, yine sadece ben hem hasta ve hem de hekim haklarından bahsedince “hekim hakları diye bir şey olamaz, sadece hasta hakları vardır” diye bir itirazla karşılaşmıştım. Ve maalesef yapılanma tek yönlü olarak sadece “hasta hakları” şeklinde gündeme geldi ve bu çarpıklık kısa sürede hekimler aleyhinde süreçlerle kendini göstermeye başladı. Hastanelerde sadece “hasta hakları kurulları” oluşturulup sadece hasta ve yakınlarının şikayetleri kabul edildi, sorumluluklarını da olması gerektiği önemsenmedi. Sağlık çalışanlarının da hakları ve sorumlulukları göz ardı edildi. Hastalar sadece haklı oldukları ve sorumluluklarının da olduğunu, ayrıca hekim haklarının da bulunduğunu göz önünde bulundurmaksızın biz sağlık çalışanlarına farklı ve saldırgan bir davranış kalıbı göstermeye başladılar. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet uygulamaları artmaya ve öldürmelere kadar varmaya başladı. Üstüne üstlük bu akım paralelinde ayrıca hekimler aleyhinde tazminat davaları da açmaya ve “Her tıbbi müdahalede, her türlü dikkat ve ihtimama rağmen, her bir hastalığın özelliklerine dayanan, kaçınılamayan ve beklenebilen yan etkiler olan komplikasyonlar, hekim hataları olarak değerlendirilip hekimleri mahkemelere verilme furyasına alet olmaya başladılar. Ülkemizde henüz “özelleşmiş sağlık hukuku mahkemeleri” ve “sağlık hukukunu bilen bilirkişilik durumu” da olmadığından, maalesef davaların çoğu haksız bir şekilde hekimlerin aleyhine sonuçlanmaya başladı. İkilemin tek kolunun ön planda tutulması birlik dengesini bozmuştu.
Hekimler ve tüm sağlık çalışanları hemen ilk aşamada haklı olarak kendilerini korumak içgüdüsü ile “defansif yöntemler” bulma gereğini hissetmeye başladılar. Örneğin; hekimlerin bir kısmı tıbbi problem yaratma potansiyelli veya tartışma yaratmaya meyilli agresif hasta veya yakını varsa tedaviden kaçınma yöntemine yönelmeye başladılar. Diğer bir tanımlama ile “defansif tıp” uygulamalarına başlandı.
Bu aşamada Türk Ceza Kanunu (TCK) değişikliği de yasalaştı ve işin üzerine tuz-biber ekilmiş oldu. Çünkü TCK’nın sağlık çalışanının taksirli suçu ile trafik suçunun aynı maddelerde (TCK-83, 85, 88 ve 89) birlikte değerlendirilmiş ve özellikle acil hekimler daha fazla olacak şekilde olumsuz bir motivasyona uğramışlardır.
Defansif tıp kısaca hekimin görevini yaparken “tıp dışı korkular (görev sırasında şiddete uğrama, şikâyet edilme, cezai takibata uğrama veya tazminat davası açılma olasılığı) duyması nedeniyle davranışlarını buna göre gerçekleştirmesi” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlama paralelinde başta hekimler olmak üzere tüm sağlıkçılar işlerini eğitimleri doğrultusunda düzgün yapmaktan çok şikâyet unsuru olmayacağını düşündükleri şekilde yapmaya koyuldular. Böylesi defansif bir tıp yöntemi korkarım bazı hekim arkadaşların daha beter hatalar yapmalarına yol açabilecek potansiyele sahiptir.
Neyse ki bu olumsuzluklardaki artış, biz sağlık çalışanlarını uyandırdı ve organize olmaya başladık ve dernekleştik. Çünkü hekimlik mesleği, diğer tüm mesleklerden farklı olarak doğrudan insan sağlığı ile ilgili, bilgi, beceri, dikkat, ihtimam ve özveri isteyen bir meslek. İşte biz hekimler, mesleğimizin bu ayrıcalığının bilinci içinde sorumluluklarımızın yanında haklarımızın da savunucusu olmak ve bu temellerde “OFANSİF” tavrımızı oluşturmak aşamalarında bulunmaktayız.
Defansif Tıbbın zararsız bir şekilde gerçekleştirilmesi paralelinde, ofansif tıbbın da iyi belirlenmesi gerekir. Benim naçizane önerilerim şunlar olacaktır:
l Mesleğimizi en iyi şekilde öğrenecek ve bilgilerimizi sürekli yenileyeceğiz,
l Kendimizi hastamızın yerine koyup, biz hekimden ve sağlıkçıdan nasıl bir yaklaşım istediğini tahmin edip, gerekli ihtimamı, dikkati, ilgiyi ve faydalı olma uğraşımızı belli edip, esirgememeliyiz de. Bu tavrımızın farkına varacak olan hastayı ve yakınlarını bu uğraşımızla utandırmalıyız.
l Hekim ve tüm sağlıkçıların yasal hak ve sorumluluklarını, her sağlık ünitesinde, hasta hakları ve özellikle sorumluluklarını panolara yan yan yana koydurtmalıyız,
l Her eğitim kurumunda hasta hakları ve şikâyet kurulları” gibi “hekim hakları ve şikâyet kurulları” da oluşturmalı ve sağlık çalışanlarının çalışma şevklerini kırıp motivasyonlarını olumsuz etkileyecek gereksiz şikâyetlerden korumalı ve ilk elemeleri yapmalıdır.
Sağlık hukuku mahkemeleri ile sağlık hukukuna da vakıf bilirkişilerin kurumsallaşmasını zorlamalıyız. Ki bu konuda TTB’ye büyük sorumluluk düşmektedir.
Tüm sağlık çalışanları sağlık hukuku, haklar ve sorumluluklar konusunda eğitilmeli ve tıp fakültelerinde mutlaka öğretilmelidir.
Bir hastaya girişimsel bir işlem veya öngörülen, fakat engellenememe oranları bulunan herhangi bir tedavi yapılmadan önce hasta veya yakınından “aydınlatılmış onam” alınacaksa, daha konuşma başlangıcından olmak üzere her aşamayı en az çift hekim veya çift sağlıkçı olarak almalı ve imzalamalıdırlar. Çünkü içi art niyetli ve şikâyete şartlanmış kişiler, tek hekimin sözlerini ya inkâr etmekte veya değiştirmektedirler.