Kemal Sunal’ın Türk mizah tarihinde önemli bir yeri vardır. “Zülfi yâre dokunduğu” için içinin yağı eriyerek “oh be ne güzel söyledi” diyenler bir taraf, “yine küfretti” diye kızan ahlakçı imajı taşıyıcı taraf. Alınganlık gösteren taraf ise hiç yoktur. “Koltuk Belası” filminde Zühtü, işten eve, evden işe giden kendi halinde bir vatandaştır. Yaşadığı beldede belediye seçimleri yaklaşmaktadır. Zühtü Bey, Devlet Millet Düzen Yüksek Parti’sinden adaylık teklifi alır. Ailesiyle oturur konuşur, ortak bir karar sonucunda adaylığı kabul eder. Başkan seçilir seçilmez rüşvete, haksızlıklara düzenbazlığa, yağcılığa, kayırmacılığa son verir. Son verir vermesine ancak, parti başkanından uyarı alır. Zühtü Bey, bildik düzene uyum sağlamak zorunda kalır. Kendinden önceki tüm başkanlar, yolunda gitmeyen işler için hep koltuğu suçlamışlardır. Koltukla barışık olan Zühtü Bey, tüm direnmelerine rağmen sonunda koltukla düşman olur.
Benim çocukluğumda sedirler vardı. Sedir, eski koltuklara ve köşelere verilen eşyaların isimleridir. Kimi bölgelerde makat da denir. Makat Arapça bir kelime olup, koltuk manasına gelmektedir. Wikipedia “Koltuk, insanların üzerine oturup rahatlaması ve yorgunluğunu dindirmesi, ayaklarını rahatlatması ve kollarını kolluklara koyarak sakinleşmesi için tasarlanmış bir eşyadır. Sandalyeden farklı bir yapıdadır. Koltuk, kelime anlamı olarak, ergonomik biçimde oturmayı kolaylaştırması ve kolların dayanması için tasarlanmış yan kısımlara sahip olması nedeniyle, kol kelimesinden yola çıkılarak oluşturulmuştur” diyor.
Bu mübarek “koltuğun” duracağı bir mekân lazım tabii ki. Makam denince aklınıza hemen Tük müziği geliyor değil mi? Keşke o konuda yazacak bilgi birikimim olsaydı. Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre ilk olarak “kıyam edilen, durulan, durulacak yer, ayağın bastığı yer, topluluk, oturulan yer ve durak gibi” anlamlara gelmektedir. Tabii bir de tasavvuftaki “makam” ise; Allah yoluna çıkmış kimsenin kendi çalışma ve gayretinin sonucu tasavvuf vadisinde kat ettiği manevi bir yoldur. Ayrıca makam, insanın bütün ibadet ve zikir anında Hakk’ın huzurunda olduğunu ve Allah’ın kendisine nazar ettiğini hissetmesi şeklinde ifade edilir. Ben bu konuya giremeyeceğim üzülerek.
Baş aktörü koltuk olan bu mekâna “makam odası deniyor. Yüksek makamdaki bir kimse için ayrılan oda olarak tanımlanıyor. İlkokulda yada liseye kadar “müdür odasına” çağrılmak demek yaptığın bir yaramazlık için ceza demekti. Yatılı okulda lisede müdürün koca bir odası vardı. Önce bir özel kalem gibi bir görevli, sonra kocaman koltukların olduğu 1,5 sınıf büyüklüğünde bir oda. Odada bir de bilgisayar var, ki henüz daha kimse bir bilgisayarı açmayı yada kullanmayı bilmiyordu. Biz ona terminatör derdik. Uzun boylu, sert bir öğretmendi.
Üniversiteye başladım, imrenerek uzaktan baktığın hocalar var. Hocalar Cerrahpaşa’nın o eski amfilere ders malzemelerini taşıyan ve pelerinini tutacak maiyeti ile gelirlerdi. Doktor oldum. Bir gün Rektör hoca gelecek dediler, herkesi aldı bir telaş. E ne yapmam gerek dedim. Kravatın tamam dedi başasistan, hastaların sayısını ve tanılarını ezberle, sakın hata yapma herşeyı bilir o dediler. Önce habercileri sonra eşlik eden hocalar ile rektör hoca geldi, beni görmedi bile. Yine günlerden bir gün dediler ki rektöre bayram ziyaretine gidilecek. Büyük bir kapıdan binaya girdik, halı serili merdivenlerden çıktık. Önce bir bekleme odasında bekledik, sonra Rektör hocanın odasına alındık. Kocaman bir oda, ihtişamlı koltuklar, ciddi bir hoca ve karşısında yarım oturan insanlar. Bu manzara farklı şehirlerde benzer şekilde tekrarlandı.
Aradan yıllar geçti, ben hoca oldum. Oğlum, kızım liseli-üniversiteli oldu. Bir liseyi ziyarete gittim geçmiş zaman, binanın boğaz gören tarafında en güzel yerleri müdür ve öğretmen odası olarak ayrılmış. Yine büyük koltuklar var. Bir müdür yardımcısı ayağında naylon terlikleri ile geldi: “burası devlet okulu bizden vaat beklemeyin” dedi. Oh be! Kendime geldim. Türkiye’ deyim. Değişen bir şey yok. Makam odası yine önemli, oh be! Değişen bir şey yok.