Bir arkadaşım aradı, “hocam müsaitseniz ziyaretinize gelmek istiyorum” diye. Pandemi nedeniyle çok görüşme yapmasak da dostumuzu “tabii ki buyurun” diyerek kabul ettik. Buluşma saatinde eskimeyen dostumuz mahsun, masum, edepli bir gencimizi ve babasını da yanına alarak geldi.
Çay ikramı ve kısa sohbet sonrası tahmin ettiğimiz üzere konu iş arama mevzusu ile devam etti. Gencimiz başarıyla Türk Dili Edebiyatı Bölümünü bitirmiş, yine aynı alanda yüksek lisans yapıyor. O da bitmek üzere ama hala hiçbir yerden gelir elde edemiyor. Gücü olsa belki bu şekilde doktora da yapacak. Güçlü, ayağı yere basan idealleri var. Konuşurken gözlerindeki ateş insanı etkiliyor; o kadar heyecanlı ve hararetli ki, meramını anlatabilmek için kelimeleri neredeyse ezberlercesine peş peşe sıralıyor.
Donmuş vaziyetle, gözlerindeki kıvılcımı takip etmeye çalışarak derin bir sessizlikle sadece onu dinliyoruz; ne diyeceğimizi, ne yapacağımızı bilemeden. Borç, harç içinde bir minibüs almış, hala ödemelerini yapmaya çalışan, iki günde bir dolmuş seferi ile geçimini ancak temin edebilen beş çocuklu bir baba (lütfen kimse “İyi de o da beş çocuk yapmasaydı” filan demesin, zira o farklı bir konu ve hepimiz önceki büyüklerimizin bereketi ile bugünlerdeyiz).
Aslında çok şey söyleyecek; fakat edebinden yanlış bir şey söylerim evladımın önüne geçerim, vaziyeti düzeltemem diye cümle bile kuramıyor. Konu farklı bir yere açılsın diye sorular sorup dinlemeye, anlamaya, ortamı değiştirmeye çalışıyorum. Öyle büyük sıkıntı ki, mesele gidip gelip çocuklarına dayanıyor, belli ki baba çok dertli, gözlerini kaçırarak iki kelime söz ederken bile başını yukarı kaldıramıyor. Utanmasak hepimiz hüngür hüngür ağlayıp ancak öyle ferahlayacağız.
Beş çocuğunu kıt kanaat, elinin emeği ile namerde muhtaç olmadan yetiştirmiş, hepsini olanca gücüyle tertemiz büyütmüş, orta öğretimde, üniversitede okuyanı var, bitireni var. Belli ki hiç olmazsa üniversiteden mezun olan evlatları iş, aş, eş, ev sahibi olsunlar, yuvalarını kursunlar istiyor.
Hepimizin çokça yaşadığı binlerce örnekten sadece birini aktarmaya çalıştım. Son rakamlara göre, ülkemizin 0-17 yaş grubu çocuk nüfus oranı % 27.5, 15-29 yaş arası nüfus 18 milyona yaklaşmış, üniversite mezunu genç işsiz oranı yüzde 27’ler seviyesinde, bir milyon genç nüfusa ancak 317.000 civarında istihdam sağlayabiliyoruz (TÜİK).
Her geçen gün yaşları ilerlemekle birlikte bu pırıl pırıl gençler elimizden kayıp gidiyor, onlar çırpınıyor, aileleri çırpınıyor, devlet yetkilileri çare arıyor. Umutsuzluk, kaygı her aileyi sarsıyor. İş arayanların ortak kanaati iyi bir isme ulaşalım, bir yerde işe başlayalım, gerisi gelir, zor mu? Gerçekten çok zor! Böyle bir şeye ihtiyaç var mı? Hayır! Ne yapalım? Aklıma gelen ilk önerileri yazayım.
Bu acıları, kederli hikayeleri gerçekten yaşamak istemiyorsak, ne pahasına olursa olsun başta devlet kurumlarına hatta özel sektöre bile hiçbir şekilde eş, dost, akraba, dayı, yeğen, kirve, muhtar, yakınlık, menfaat ilişkisine göre eleman alınır algısını toplumdan silip atmamız şart.
Kesin bir dille, işleyen mekanizmayı revize ederek gerekirse belirli bir süre bütün eleman alımlarını durdurup, kurumsal ihtiyaçlara göre ciddi, dünya kriterlerine uygun objektif bir planlama ile 10, 20, 50 yıllık projeksiyonlar çıkartmamız gerekiyor. Tabii bunu yaparken devlet kurumlarında çalışanların “nasıl olsa kadro aldık, bundan sonra yan gel yat” çalışmama bilincini kökten yok edecek düzenlemeleri de beraberinde yapıyor olmamız gerekiyor. Sonrası, farklı düzenlemelerle ülkemizin şartları içerisinde olumlu yönde ilerleyecektir, yeter ki bu doğrultuda hemen bir çalışma başlatalım ve evlatlarımızı ziyan etmeyelim.
2 yorum
Kaleminize sağlık hocam
Teşekkür ediyorum