Göreceli bir kavram olmasına rağmen genel bir kabule göre “zaman” hızla akıp geçiyor, yaz bitti. Bana göre yılın en güzel dönemi olan eylül-ekim dönemini yaşıyoruz. Sonbahar olarak adlandırdığımız bu dönem, bana her zaman sanki yeni bir yıla giriyormuşuz hissi vermiştir. Bu aslında yanlış da sayılmaz, yeni eğitim-öğretim yılı öğrenciler için yeni bir yıldır. İlk ve ortaöğretimin başladığı geçen hafta, milyonlarca Türk evladının ve ailesinin yaşadığı bayram benzeri heyecan ve koşuşturma ile geçmiştir. Eylül ve ekim ayları aynı zamanda üniversitelerin açıldığı dönemdir. Böyle olunca ilkbaharda nasıl doğa yeniden canlanırsa, sonbaharda da sosyal hayat canlanır. İlkbaharda da sonbaharda da değişiklik vardır, ama onlara adlarını veren değişmeyen özellikleridir.
Her yeni başlangıçta yeni hedefler vardır ya da tam tersi yeni hedefler yeni başlangıçlar demektir. Öğrenci için, öğretmen (akademisyen) için, öğretim kurumu (üniversite) için, Milli Eğitim Bakanlığı (Yükseköğretim Kurumu) için belirlenen farklı hedefler yeni eğitim-öğretim yılının ivmesini belirler.
Bir akademisyen olarak yeni bir dönemin hazırlığını tamamlamanın ve yeni bir dönemin başlangıcının heyecanını yaşarken onurla yerine getirmeye çalıştığım Medimagazin’e bu yılın ilk yazısını yazma sıramın geldiğini öğrendiğim zaman ne yazacağıma daha önceden karar verdiğim aşağıdaki yazımı hemen bilgisayarda yazdım.
Medimagazin’in 06 Eylül 2010 tarihli sayısı elime ulaştığımda başlangıç için iç açıcı olmadığını düşündüğüm haber başlıkları ve haber içerikleri ile karşılaştım. Bunlardan bazıları şu şekilde idi. “Muayenehanelerin sonu geldi.”, “Fazla döner sermayesi ödemesi yapıldığı anlaşılan asistanlara borç çıkarıldı”, “Aile hekimleri aynı zamanda muhasebeci, artık vergi tevkifatı yapmak zorunda kalacaklar”, “Sağlık harcamaları dudak uçurtuyor”, “İşe geç gelme, erken gitme nedeni ile 48 doktor kendini savunacak”, “İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü Sağlık Bakanlığının kentteki özel hastanelere yasak getirdiği şeklindeki haberlerin gerçeği yansıtmadığını bildirdi”, “Tıp fakültelerinde bir sıkıntı daha TUS kontenjanları azaldı”, “Ankara’daki aile hekimliği uygulamasının personel, evrak ve iletişim konularındaki birçok eksiklikle birlikte başladığı bildirildi”, “Dönere genelge darbesi”, “Özel Hastanelerde 12 lira nakit işkencesi.”
Yukarıdaki haberlerin çoğunluğu sağlık personelinin çalışma şartlarını zorlaştıran anlam taşımaktadır. Tıp, köklü bir uğraşı alanı olarak en azından iki bin beş yüz yıllık klasikleşmiş uygulamaları olan bir uğraşı alanıdır. Hekimliğin her dönemde cazip bir meslek olmasının nedenleri de bu klasik uygulamalarda gizlidir. O nedenle klasik uygulamaları yok saymak ya da çalakalem değiştirmek sağlık hizmetlerinin kalitesinin artırılmasına katkı sağlamaz. Ve hatta zarar bile verebilir. Sosyal Güvenlik Kurumuna göre altı aylık sağlık faturasının 15.5 milyar lirayı geçtiği belirtilen bir ülkede bu yöndeki haberler, sağlık sistemimizin hâlihazırda temel sorunlarını çözemediği anlamını taşımaktadır.
Yeni başlangıçlarda yeni heyecanların doğmasına engel olarak başta hekim olmak üzere sağlık personelinin ivmesinin negatife çevrilmesine yol açan ve “öze” zarar veren uygulamalardan sağlık politikalarını belirleyenlerin kaçınması gerekir.