2012 yılından beri, benim fakültemde oynanan bir oyunun adıdır, “Dekan Toto”. O yıl rektörlük seçimlerine çok az bir süre kala yeni dekan atandı! Yeni atanan rektörle, tıp fakültesi dekanı da anlaşamadı. Zaten sorunlar da ondan sonra başladı.
Önce bu olaylar, hocalar yemekhanesinde yönetim dedikoduları şeklinde dillendirilmeye başlandı. Kimileri, “Rektör dekana, seninle çalışmak istemiyorum.” demiş. Başkaları, dekanı çağırıp “İstifa et arkadaş.” demiş. O da ona, “Beni YÖK atadı, istifa etmem.” diye direnmiş, miş miş miş.
Bir soruşturma, duyduk ki dekan görevden alınmış, başhekim dekan vekili olmuş. Eski dekan soluğu idare mahkemesinde almış. Bir süre sonra da, yürütmeyi mi durdurmuş, davayı mı kazanmış. Görevine geri dönmüş. Ardından ikinci bir soruşturma daha açılmış. Aynı olaylar oyunun ikinci perdesinde de devam etmiş. Dekan gider, yardımcıları da gider. Dekan gelir yardımcıları da. Orta oyunu ya da komedi gibi. Şimdilik oyunumuz üçüncü perdede. Bu dekan gitti geldi oyununda, perdeler devam ediyor mu etmiyor mu, sona gelindi mi bilemeyiz. Olaylar bizim dışımızda, zaten bize soran eden de yok.
Aslında etik olanı, yeni rektör göreve başladığında dekanların gidip güven tazelemek için istifalarını sunmalarıdır. Devam etmeleri uygun bulunursa, rahatlıkla görevlerine devam ederler. İşin gerçeği, bu işlerin meraklısı olan birkaç kişi hariç, kim gitmiş kim gelmiş, bizim fakültede kimsenin umurunda bile değil.
Bana göre, üniversitelerde herkes rektörlük yapabilir. İdari bir görevdir. Önünüze projeler getirirler, yönetim anlayışınıza göre siz tercihlerinizi yaparsınız. Binalar, kampuslar, kadrolar vs. Bir nevi bakanlık gibi. Bu iş için illa da profesör olmaya bile gerek yok.
Ama dekanlık öyle değil. Dekanlık bilimsel bir makamdır. Bilimsel araştırmalar için öğretim üyelerinin önünü açmak, onlara hizmeti en iyi yürütmeleri için destek olmak, kaynak bulmak, laboratuvar, alet, cihaz, fiziki mekânlar, işleri yürütmek için akademik ve idari çalışan destekleri sağlamak, üniversite, endüstri arasındaki bağları kuvvetlendirmek, yurt içi ve yurt dışı teşvikler, araştırma yapana, makale, kitap yazana, patent alana, teşvik ve destekler vs. Bu bakımdan dekanlık makamı, bir yerde müsteşarlık ya da genel müdürlük gibidir. Nasıl ki müsteşar bakanlığının her bir şeyini bilirse, dekan da fakültesinin her bir şeyini bilmek zorundadır.
İşe bu nedenle dekanlar, bilimsel erki en yüksek düzeyde olanlar arasından seçilmeli ki, fakültelerini daha ileriye götürebilsinler, daha yükseklere çıkarabilsinler. Ne yazıktır ki, uygulamada hiç de böyle olmuyor. Sen, ben, bizim oğlan, şu bizden, bu bizden değil kabilinden. Dekanlar daima, ahbap çavuş ilişkilerine, rektörlerin kişisel tercihlerine göre seçiliyor.
Rektörler, dekanlık için üç aday belirlerler. Adayların bilimsel yayınları vs. rektörlükler tarafından YÖK’e bildirilir. Burada işin doğrusu YÖK seçimi değil, sadece atamaları yapan bir kuruluştur. Rektör kimi işaret ederse o dekan olur. Nereden biliyorsun diye soranlarınız olabilir. Bakın anlatayım.
Birden eskiler aklıma geldi, fakültede altı aydır dekan vekilliği yapıyorum. Bir gün zamanın rektörü, açıkça “Ben falancayı dekan yapacağım.” dedi. Sonrasında YÖK üyelerinden biri beni aradı, “Şu kadar aydır dekan vekilisiniz, rektörünüz sizi ikinci sıraya koymuş. Bu nasıl iştir? Hocam sizin çok az yayınınız görünüyor, hiç kitabınız yokmuş. Aslında, ben yurt dışındaki çalışmalarınızı da biliyorum, acaba YÖK’e bildirilmeyenler var mıdır?” diye sordu. YÖK üyesini, “Yayınlarıma internetten bakabileceği, ancak rektörümüzün tercihi böyledir herhalde.” diye nazikçe yanıtladığımı hatırlıyorum. Aslında yayınım da çoktu, ayrıca o günlerde kapı gibi basılmış dört tane bilimsel kitabım da vardı. Tertiplediğim bilimsel kongreler vs. Ancak zamanın rektörü tercihini, “sen, ben, bizim oğlan”dan yana yapmış, kendi akvaryumunun dışına çıkamamıştı.
Fakültemizde, dekan Ali görevden alındı, yerine Veli geldi. Gün oldu Ali tekrar göreve geldi, Veli gitti. Pehlivan tefrikası gibi değil mi. Giden ağam, gelen paşam. Bu gidiş gelişlerden ne kazandık, ne kaybettik? Her yeni gelen dekan, fakültesine bir arpa boyu yol aldırabildi mi? Yorumu okurlara bırakıyorum.
Cerrahi akademik kurul toplantısı yapılır. Yüz elli kişiden sadece otuz öğretim üyesi katılır. Cerrah olan idareciler dahi ortada yoklar. Orada akademik olarak hiçbir şey konuşulmaz, hiçbir şey tartışılmaz. Olmuyor arkadaşlar olmuyor. Bu türden işler akademik kurumlarda olmamalı, fakülteler, üniversiteler, salt patinaj yapıyor hâle gelmemeli, getirilmemeli.