Üniversitede öğretim üyesi olmak nasıl bir durumdur, sorusuyla başlamak istiyorum yazıma. Şüphe yok ki sorumluluklu bir iştir. Birçok insanın yetiştirilmesine katkıda bulunmak muhteşem bir hazdır. Bu olgunluğa ve yeterliliğe ulaşmak için uzun bir yolun kat edilmesi gereklidir.
Hepimiz biliyoruz ki akademisyen olmak, akademisyen olmaya “uygun olmak” durumuyla başlar. Yani okumayı, araştırmayı, soru sormayı ve sorulara yanıt aramayı sevmek, akademisyen olmak veya seçilmek için ilk adımdır! Daha sonra da üçü uluslararası yayın indekslerinde yer alan yayınlar yaparak doçentlik sınavına girmek ve geçmek gerekir. Bu sınavın ne kadar öznel olduğu da bu sınava giren herkes tarafından bilinir. Gençler tarafından akademik ortamın çok cazip bulunmadığı da bir realite. Özellikle büyük kentlerden ve gelişmiş üniversitelerden uzaklaşıldıkça akademisyen açığı daha da belirgin hale gelmekte. Sayının yeterli olduğu yerlerde ise nitelik konusunda içimiz ne kadar rahat? Henüz donanımını sağlamamış genç insanların omuzlarına yüklenen yükler fazla olabilir mi? Hayatında bir kez bile ders anlatmamış bir insanın ders anlatmasını bekliyoruz. Tezinden başka tek bir araştırma yapmamış insanların araştırma yapmasını ve uluslar arası yayın indekslerine giren yayın yapmasını bekliyoruz. Bunlar da bir şekilde oluyor. Bu eğitimi almamış insanların bu yayınları yapıyor olmaları da şaşılası bir durum. Çok yorulup, zorlandıkları kesin. Tüm bunların sonucunda da dünyada üretilen bilginin yüzde 0.6’sına sahip olmamıza şaşırmamak gerekiyor.
Tıp dışındaki disiplinlerde bilim doktoru olmadan akademisyen olmak mümkün değilken; tıp doktorlarının uzmanlıktan sonra akademik hayata atılabilmeleri mümkün olmakta. Ancak iyi bir eğitim sürecinden sonra bu eksikliğin kapatılması mümkün olabilir. Üniversitelerin sorunu demokrasi yoksunluğu olabilir mi? Her aşamada tek adam egemenliğinin hüküm sürmesi, gelişim önünde engel olabilir mi? Öğrencilikten başlayarak biat kültürü ile yetiştirilen gençlerin, akademik hayatta davranışlarının farklılaşması nasıl beklenebilir? Bu gençlerin yönetime geldiklerinde yetkeci davranış modelleri benimsemeleri pek de sürpriz olmasa gerek. Yasaların da bu tarza uygun olması ülkemizin gelişimi önünde büyük bir engeldir. Demokrasi geleneğinin üniversiteden üniversiteye değişebildiğini de biliyoruz. Bazı köklü üniversitelerde öğrenci ve öğretim üyesi özgürce kendini ifade edebilirken bir diğerinde edemiyorsa, bunu hepimizin düşünmesi gerekiyor.
Ben artık biat geleneğinden bıktım! 2547 sayılı YÖK Yasası’ndan çok sıkıldım; rektör yetkilerinden, rektörlerin seçilme yöntemlerinden, üniversitelerde yeteri kadar düşünce üretemiyor olmasından usandım. Genç insanların geleceklerine ipotek konmasından bezdim. Demokratik davranma modeli ile başıbozukluğun, insana saygısızlığın karıştırılmasından da çok sıkıldım. Üniversitelerin onlardan beklendiği kadar hızlı ilerlemeyişinden endişe duyuyorum, sizler duymuyor musunuz? Bu kadar sorunun içinde gelecek kaygıları ve tıp fakültelerinden dışarıya kaçışı körükleyecek politikalar üretilmesi ihtimalinden korkuyorum. Tüm bu sorunların çözüm arayışında üniversiteler yer almakta mıdır? Üniversitelerin ülkemizin geleceğini şekillendireceğine hiç şüphe yok. Geleceğimizin nasıl olacağını bu kurumlar belirleyecek. Daha nitelikli akademisyen yetiştirilmesi yolunda ciddi adımlar atılması ve genç insanların desteklenmesi gerekmekte. TÜBİTAK tarafından yayınlanan, Türkiye Bilimsel Yayın Göstergeleri dikkatlice incelendiği zaman demokratik gelişmişlikle, bilimsel gelişmişlik arasında yakın bir ilişki olduğu açıkça gözlenmekte.
Öğretim üyelerinin hem kendi gelecekleri hem de üniversitelerinin gelecekleri hakkında söz hakları olmaması ne vahim! Daha da vahim olan ise üniversitelerde demokrasi varmış gibi davranılmasıdır. Yazık ki üniversitelerde kararlar daima ve de yıllardır yukarıda alınmakta ve öğretim üyeleri yok sayılmaktadır. Bu durumun nedenlerini araştırmak da yine bizlerin görevidir. Üniversitelerimizin daha nicelikli ve daha nitelikli bilgi ürettiği yeni bir yıl diliyor; saygılar sunuyorum.