20. yüzyılda, sanayi devrimini başaran Batılı ülkelerde demokratik rejim kurumlaşmış ve bu ülkelerin gelişmesini sağlamıştır. İnsanlık tarihi içinde Amerika Birleşik Devletleri ve onu izleyebilen Batı Avrupa devletlerinin son yetmiş yılı kendi milletleri ve devletleri açısından çok mutlu ve başarılı bir dönem olmuştur. Dünyanın geride kalan üçte ikisi içinse 20. yüzyıl bu mutluluğa gıpta ederek ve bir şekilde bu müreffeh dünyanın bir parçası olabilmek için çabalayarak geçirdikleri yoksulluk ve yoksunlukların, küçüklü büyüklü savaş ve mücadelelerin gölgesinde gözyaşlarının bolca akıtıldığı yüzyıllardan biri olmuştur.
Milliyetçilik, sosyalizm ve komünizm gibi ideolojiler ve bunlara dayalı olarak çeşitlenen akımlar kendi ülkeleriyle birlikte bütün dünya halklarına refahtan, güvenlikten ve mutluluktan pay alamayanlara mutluluk ve barış getirme rüyalarını savunmalarına rağmen siyasi olarak dünyanın iki kutba ayrılarak yeni acıların ve mutsuzlukların kaynağı haline gelmesine engel olamamışlardır. Teoriler, evrensel insan yaradılışını ve emperyalizmi göz ardı edince uygulamada hedeflerine ulaşmaları kolaylıkla saptırılmış ve temsilcileriyle birlikte yeni yüzyılın getirdiği değişim ve küreselleşmenin güç odaklarının da yönlendirmesiyle bir anda hem suçlandırılmışlar hem de anlamsızlaştırılmışlardır.
Fransız İhtilâli ile başlayan büyük değişimde bütün ideolojiler ve sanat akımlarının hedefinde herkese mutluluk, refah, barış, estetik gibi insanlığın iyiliğine yönelik güzel dileklerin ve ütopyaların yer almasına rağmen insanlık tarihine uygun olarak refah ve mutluluk iktidarda olanlar ve onların çevrelerinde yer bulabilenler için gerçekleşmiştir. “ Ya devlet başa ya kuzgun leşe” deyişinde olduğu gibi insanlık tarihi tekrara devam etmiştir.
20. yüzyıla ait modern sanat müzelerine baktığımızda sergilenen eserlerde sanayileşmenin bireyi daraltıp baskıladığını ve çaresizleştirdiğini sergileyen eserlerin çoğunluğu dikkat çekicidir. Bu asrın sonunda edebiyat da dahil olmak üzere sanatın tamamında insanlığın rüyalarının ve masallarının sonlandığını görmek mümkündür. İnsanlığın ortak beklentileri yok olmuş gibi görünmektedir.
Bütün dünya iyilik için de kötülük için de gözünü ABD’ye dikmişse de gerçekte ABD’de de dünyada yaşanan kaostan payını almaktadır. 20. yüzyılda iyi sonuç veren oyunları 21. yüzyılda oyun sahiplerine de zarar vermektedir. Küreselleşme bir nevi tsunami gibi önüne geleni ayıklamadan yutmaktadır.
21. yüzyılın ilk yirmi yılını arkada bıraktığımız bu günlerde dünyaya paralel olarak Türkiye’de de bir büyük boşluk ve şaşkınlık yaşanmakta ve gelecek için insanların artık güzel rüyaları ve beklentileri bulunmamaktadır. 20. yüzyılın sonunda ideolojilerin öldüğü ilân edilmiştir. Geçmiş yüzyılların ideolojilerinin başarıya ulaşamamış olmasındaki sebepler ve eksikler araştırılmamış toptancılığa giderek hepsi reddedilmiştir. Yerine küreselleşme denilen teknolojinin imkânlarının dünyaya pompaladığı tanımlanmamış neyin ne olduğu iyilik veya felâketlerin gerçekleştikten sonra adlandırıldığı veya adlandırılamadığı bir büyük belirsizlik ortaya çıkmıştır. Ortak değerler varmış gibi gösterilmesine rağmen küresel güçler tarafından ortak değerler onların çıkarlarına göre tanımlanmakta ve hayata geçirilmektedir .
1990’lı yıllardan itibaren “küreselleşme” olgusu, resmî ilişkilerden günlük hayata kadar uzanan çizgide hayatın her safhasını kapsadıkça ve her kesimi daha fazla değişime zorlandıkça, 2000’li yıllarda bu kavram bütün yönleriyle ile değerlendirilmeye ve tartışılmaya başlanmıştır. Önceleri, küresel elektronik ağlar ve sanal dünyalarla/internetle birlikte hayata giren küreselleşme, sosyal bilimciler tarafından bu gelişmeler çerçevesinde tanımlandı. Başlangıçta küreselleşme kavramı, hem dünyanın daraltması, hem de dünyanın bir bütün olarak algılanmasını sağladığı yönleri temel alınarak tarif edilmiştir. Doğru kabul edilen ve yaygın olarak kullanılan bu ve benzeri tanımlar, dünyanın, elektronik ağlar/ internet ve medyanın etkisi ile “küresel bir köy” oluşuna işaret etmekle birlikte farklı boyutlarda yaşanan değişimleri tanımlamakta yetersiz kalmıştır. Küreselleşme sermayenin, insan gücünün, bilginin serbest dolaşımı olarak algılanmışsa da ve bir ölçüde de doğru olmakla beraber, sermayeyi, bilgiyi ve insan gücünü yönlendirenler ve yönlendiremeyenler bu tanımlamalarda hesaba katılmamıştır. Her zaman olduğu üzere bilgiyi üreten ve bilginin sahibi olanlar, küreselleşmede de yönetme gücünü ellerinde tutmaktadırlar.
Küreselleşme olgusu devam etmekte olduğundan her gelişmede tekrar çeşitli yönleriyle incelenmekte ve anlamlandırılmaya çalışılmaktadır. Ne olduğuna karar verilemeyen bir olguya karşı olumlu ve olumsuz doğru tepkilerin geliştirilmesi de mümkün olamamaktadır.
Bugün küreselleşme tanımlarından en çok kabul görenlerinden biri ekonomideki küreselleşme ile ilgili yapılan tanımdır. Ernest Mandel, 1975 de yayınlanan “Kapitalizm’in Son Dönemi” adlı kitabında kapitalizmin gelişmesini üç aşamada değerlendirmiştir. Sırasıyla 19. y.y Piyasa Kapitalizmi; 20. yy. Tekelci Kapitalizm; bugün sanayi sonrası Çok Uluslu Kapitalizm. Mandel, bu son dönemi aynı zamanda yeni-emperyalist dönem olarak tanımlamıştır. Bu son aşamada teknolojik gelişmeyi tekelinde tutan çok-uluslu kapitalizm, küresel ekonomiye hâkim olmuştur. Bunun sonucunda da ülkelerin politik ve ekonomik alanlarının kontrolü, ulusal ve yerel güç sistemlerinin elinden, çok uluslu güçlerin eline geçmiştir. Parayı verenin düdüğü çalması gibi.
Bu ve benzeri görüşler çerçevesinde “küreselleşme” çok uluslu kapitalizmin sürekli büyüme ve kazanç artırma hedefleri doğrultusunda ülkelerin, ekonomik, siyasî ve kültürel kurumlarını kontrol altında tutan bir üst yapı bir şemsiye haline gelmiştir. Çok uluslu kapitalizm bir yandan çağdaş tekno-bilimin, medya ve reklâm sektörünün tüm imkânlarını kullanarak dünyanın her tarafından en parlak beyinlerini de kendilerine çekerek, kendi çok-uluslu “hybrid/melez” kurumlarını dünyanın çeşitli ülkelerinde hâkim kılarken, diğer yandan da yeni-liberal politikalar üreterek yeni bir takım değerleri o ülkelerde kabul ettirme yoluna gitmektedirler.
Sosyalizmin başarısızlığı ve her türlü ideolojinin gereksizliği ilan edilmiş; ulusal üst kimliğin, sınıfsal ve cinsiyetçi ayrımın yerine, etnik ve dini kimlikler, grup kimlikleri ve çok kültürlülük konulmuştur, böylece ulusal kimlik ve ulusal sınırlar zorlanmaktadır. Pek çok dünya coğrafyasında sınırların değişmesi yeni hükümranlıkların kurulması beklenmektedir. Gelişmiş ülkelerde ortaklıklar öne çıkartılırken az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde farklılıklar öne çıkartılarak ayrışma ve çatışma teşvik edilmektedir. Ancak küreselleşmenin kontrol edilemeyen etkisiyle gelişmiş ülkelerde de ayrışmaların ayak sesleri duyulmaktadır. ABD’de zenci beyaz çatışmaları, İspanyol nüfus ve dilinin giderek ağırlık kazanması ; Avrupa’da kolonilerden gelen nüfusun huzursuzlukları ve melez bebek doğumlarının çoğalması gibi saikler yaşanacak çalkantıların ilk işaretleridir.
Diğer yandan da bireycilik, yarışmacılık ve kapitalizmden başka alternatif olmadığı görüşleri geleneksel değerleri zorlamaktadır. Böylece kapitalist ve emperyalist yapılanma “küreselleşme” kavramının arkasına saklanarak, egemenliğini güçlendirmektedir. Kalabalık halk kitleleri eski çağlara oranla çok hızlı bir şekilde yönlendirilebilmektedir. Yeni nesiller, medya ve internet öncülüğünde millî kültürlerini öğrenmeden yetişmekte, küresel güçlerin ürettiği çizgi kahramanların ve oyunların canlandırdığı çatışmacı bir dünyanın temsilcisi haline getirilmektedir. Bu dünyalarda güçlülerin güçsüzleri öldürmelerinin doğal olduğu dünya çocuklarının bilinç altlarına yerleştirilmektedir. İnsanlık tarihinin ortak masalları olan iyilikle kötülüğün mücadelesi yerine bireysel çıkar ve isteklerin çatışması işlenmektedir. Bu anlayışta çıkar bile anlamlı kalabilmekte yalnızca iç güdülerin çatışması da işlenebilmektedir.
Terör, ABD ve Avrupa için bir insanlık suçudur ve terör önleme adına bütün demokratik ve insan hakkı olarak kabul edilen değerler ve özgürlükler her an askıya alınmakta bütün dünya insanları potansiyel suçlu olarak kabul edilmektedir. Bir Amerikalının ve Avrupalının yaşama hakkı diğer bütün insanlardan daha kıymetlidir. Türkiye, Libya, Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Mısır , Tunus, Cezayir ve benzeri ülkelerde “terör” özgürlük ve haksızlığa karşı başkaldırı mücadelesi olarak kabul edilerek insan haklarına dayalı demokratik çözümler/tavizler önerilmektedir. Demokrasi her derde deva kutsal bir iksir olarak sunulmaktadır. Saddam, Kaddafi, Hüsnü Mübarek, Beşar Esat ve diğerleri demokrasi adına koltuklarından indirilmiş ve indirilmek üzeredirler. Ancak görülen odur ki diktatörler gitmiş, ülkeler demokrasinin vaat ettiği huzur ve refaha kavuşamamış iç savaş girdabı içinde ezilmiş yoksul ve cahil kitleler birbirlerini yok etmeye devam etmektedirler.
Demokrasinin ön şartı olarak kabul edilen düşünce hürriyeti, muhalefet ve eleştiri, özel hayatın mahremiyeti gibi haklar yeni teknoloji kullanılarak masalların yer dinleyen kahramanları ve her şeyi gösteren sihirli aynalarıyla askıya alınmış videolarla dünyaya yayınlanır olmuştur. Gösterilen videoların gerçek mi yalan mı olduğunu artık anlamak da mümkün değildir, çünkü sesiniz, el yazınız ve görüntünüz herhangi bir kurgusal yapıta yerleştirilebilme teknolojisini herkes kullanabilir hale gelmiştir. Sizi yok etmeye veya var etmeye karar veren odaklar amaca göre delilleri de rahatça hazırlayıp servis edilebilmektedirler. Bir gecede bir kahraman, dünyanın en akıllı insanı ve siyasetçisi, bir veli veya bir deli, bir yobaz, bir terörist, bir suçlu, bir salak, bir ahlâksız olarak tanınmanız artık mümkündür. Hukuk denilen kavram güç odaklarının torbaya koymayı uygun bulduklarından oluşmaktadır. Aklamak istedikleri için hemen uygun düzenlemeler yapılırken karalamak istedikleri için de en uygun maddeler hukuka dâhil edilmektedir.
Siber akım roman, hikâye ve filmlerindeki gibi bir anda kendinizi siber-punk dünyasının içinde bulabilirsiniz. Hayat kurgusal eser olmadığı için sizi kurtaracak sihirli obje ve yardımcılar bulamayabilirsiniz. Bu dünyada sizin konuştuğunuz dili konuşan, sizin bir ömür verdiğiniz değerleri anlayabilen hiç kimse bulunmamaktadır. Geçmişi sizin gibi bilen, geleceği plânlayan yoktur. Herkes ânı yaşamaktadır ancak bu an da tasavvuftaki “ dem bu dem” değildir.
Öyle bir kargaşa ve kafa karışıklığı yaygınlaşmıştır ki Arap kargaşası demokrasiye ulaşılacak Arap Baharı olarak sunulurken kimse hangi demokrasi? Demokrasinin üstüne oturduğu ortam, ekonomi, ilkeler ve diğer şartlar, düzen ve disiplin nerede? Hangi kadrolar demokratikleşmeyi gerçekleştirecek? Demokrasiyi yaşayacak isyancıların demokrasinin gereği olan kendine saygı ve çevreye saygı kavramlarından haberi var mı? Demokrasinin olmazsa olmazı olan ortak kültüre dayalı uzlaşılmış hukuk sistemi ve değerler ve kurallar bütünü var mı? diye soramaz hale gelmiştir.
Gazeteci adıyla anılan haberciler sokaklarda bağrışan birbirini öldüren, döven zavallı ve çaresiz insanların görüntülerini ve birbirlerini ezmelerini demokrasi geliyor vaveylâsıyla ekranlara aktarmaktadırlar. Demokrasinin ön şartı uzlaşmış bir toplum ve ortak bir kültür ve yaşama disiplinidir. Demokrasi getirilmeye çalışılan Orta Doğu coğrafyasında Osmanlı Dönemi de dahil olmak üzere tarihin hiçbir döneminde uzlaşma olmamış, güçlü yönetimlerde itirazlar bastırılmıştır. Bu coğrafya tarihi boyunca çok dinli, dilli ve kültürlü olmuş ancak uzlaşamamıştır. Kargaşanın yaşandığı bu dünya coğrafyalarında maalesef bilimsel araştırmalar gelişmediği için sosyal bilimlerle ulaşılabilecek veriler de tespit edilememiştir.
Sosyal bilimlerde geliştirilmiş kavram ve yöntemler; bir toplum içindeki insanların sosyal davranış biçimlerini, bu davranışların o insanlar için taşıdığı anlamı (kültürel ve dinî ve din dışı inançlar ve değerler) ve bu davranışların sosyal yapı bakımından fonksiyonlarını veya birbirine göre sonuçlarını anlamaya yardım eder. Bütün bilimler gibi evrensel niteliklere sahip olan sosyal bilimler dayandığı malzeme nedeniyle aynı zamanda millî ve mahallidir. Her kültür bütünüyle kendi üyelerine açık olduğu için o kültüre mensup sosyal bilimcilerin gözlem ve değerlendirmeleri bilimsel açıdan önemlidir. Bunun sonucu olarak, belli milletlere mensup sosyal bilimciler, dayandıkları kültür sebebiyle kendilerine has gözlem yolları, kavramlar ve hatta farklı araştırma yöntemleri geliştirirler. Kendi toplumunu araştıran sosyal bilimciler diğer toplumları ve bu toplumlardaki çalışmaları da izleyerek içinde büyüdüğü millî ortamda anlam ve tarihçesini bildiği bir kavramı, başka bir ortama uygulayarak, bu iki ortam arasındaki benzerlik ve farklılıkları dikkate alarak değerlendirmelerini sağlıklı zeminlere oturtabilir[1].
Meselâ “Feodal” terimi, Türk tarihinin çeşitli devrelerinde görülen toprak idaresi şekillerine göre Batı Avrupa toplumlarındaki feodaliteden farklıdır. Türkiye’deki tımar, derebeyi, veya ağalar, sosyal ve kültürel bakımdan Batı Avrupa’nın feodal beylerinden farklıdır. Avrupa’ya ait bilgilerle geliştirilen, ekonomik düzenlemelerde toprak ve tarımın rolü konusundaki teoriler Türkiye’ye uygulandığında varılacak sonuçlar doğru olmaz. Bu sebeple batıdan farklı yaklaşım ve değerlendirmelere ihtiyaç duyulur. Bu Orta Doğuda ’ki, Afrika ve Asya’daki milletler içinde geçerlidir.
Son yıllarda gündemimizde bulunan “terör” ve “darbe” kavramlarının da Türk toplumu açısından tarihsel zeminini sosyo-kültürel ve psikolojik açıdan tahlil ve tespit etmek gerekmektedir. Kolektif şuur altında “ Dadaloğlu’un “ Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” mısraında özünü bulan, Köroğlu’nda destanlaşan otoriteye başkaldırı hakkını ve inancını taşıyan bir toplumun bireylerinde modernleştiği ve çağın demokrasi anlayışına geçtiği kabulüne rağmen Cumhuriyet’ten bu yana her dönemde ayaklanma, darbe, ihtilâl kavramlarıyla ifade bulan merkezi otoriteye isyan devam etmiştir. Osmanlı’nın isyankâr eşkıya ve efeleri, Kurtuluş Savaşı’na monte edilmişse de Çerkez Ethem’le savaş sonrasında da merkezi otoriteyle çatışma sürmüş ve Çerkez Ethem’in Yunanistan’a sığınmasıyla son bulmuştur. Baş kaldırı olayları günümüze kadar çeşitli kombinasyonlarla süregelmiştir. Cumhuriyetten sonra Şeyh Sait isyanı sonrasında da PKK terörünün başladığı kabul edilen 1980’lere kadar gazete haberleri tarandığında görüleceği üzere kanun kaçağı pek çok eşkıya dağlara çıkmıştır. Yakalananlar haber olmuştur. Yakalanamayanlar konusu hiç araştırılmamıştır.
Bugün tarihimizle yüzleşiyoruz diyenler, konuya haklı haksız ikilemi içinden ve peşinen taraf tutarak meselelere baktıkları için yaraları kaşımaktan öte varacakları bir yer olmadığını bilmelidirler. Cumhuriyet sonrasında Türk aydınlarının fikir, sanat ve siyaset adamlarını sağcı solcu gibi bir takım kategorilerde yargılayarak sanat, kültür ve siyaset hayatımızın gelişme sürecini kısırlaştıran zihniyet daha sonra darbe karşıtı olmak söylemiyle Türk ordusunun mensuplarını tutuklayarak yarınlarda inisiyatif ve sorumluluk alamayan aciz ve korkak insan tipine ortam hazırlamaktadır. 15 Temmuz FETO darbesi Türk ordusuna verilen zararın gerçek sebeplerini ifşa etmiştir.
Her kültürün kendi anlamlar değerler ve kurallar bütünü olduğu gibi her dönemin de bu bütünün versiyonlarını içeren değerler sistemleri vardır. Türk kültürü bilinçaltı kod ve şifreleriyle çözümlenip anlaşılır hale getirilmedikçe hayatımızdaki olumlu ve olumsuz gelişmelere uygun politikalar geliştirilemeyecektir. Bu noktada asıl düşündürücü olan politika üretme makamında olanlar, politikanın bilgiye dayalı üretilmesi gerektiği bilgisinden yoksun oluşlarıdır. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok düşüncesiyle batıdan ve doğudan alınan düşünce ve söylem kalıplarıyla, benzer gibi görünen olayların çözümleriyle sonuç alamadıklarını görmeleri ne kadar zaman alacaktır?
Son yıllarda gündemde en çok tartışılan terör, darbe ve başörtüsü meseleleri bunlardan yalnız üçüdür. Bu gündem maddelerinin arkasında tutulan düşünce Atatürk’ün kurduğu Türk devletinin Türklerin olmadığıdır. Türkiye Cumhuriyeti adı konulmamış “ büyük millet” “ aziz millet” “ bu millet” “ bu halk” gibi sıfatlarla adlandırılan topluluğa yeni bir anayasa yaparak sonlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu yöntemle yoluna devam etmeyi düşünenler sosyal bilimlerden haberdar olmadıkları için yakın bir gelecekte toz şeker gibi dağılmış insanlarla bir yere varılamayacağını gördüklerinde de meseleyi kavrayamayacaklardır.
Türk kültürünün bir versiyonunu kürt kültürü diye kabul ederek beğenmedikleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile savaşarak bu devletin kendilerince şekillendireceklerini zan ettikleri bir versiyonuna sahip olabileceklerine inanan etnik grup ise hayalleri gerçekleştiğinde, kendilerini kullanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni yıktırmaya yönlendiren güçlerin kendilerine neler yapabileceklerini ön görememektedirler..
Malzemeler sosyal bilimlerde kıyaslama, teori ve kavramların yeniden şekillendirilmesine yol açar ve bu teori ve kavramlardan daha çok sayıda toplum için yararlanılabilir. Uluslararası sosyal bilim bugün ortak bir seviyede olmadığı gibi bütün milletler de aynı derecede gelişmiş sosyal bilimci topluluklarına, teori ve yöntem sistemlerine sahip değiller. Çünkü milletlerin aynı derecede gelişmiş sanayileri ve uluslararası ticarete eşit katkıları bulunmamaktadır.
Bilim ve bilim adamlığının gelişmesi, kitaplık ve laboratuarlara yatırım yapacak, araştırma ve araştırmacıları destekleyecek kaynakların varlığını gerektirir. Bilim adamları meslektaşlarının teşvik ve eleştirisine muhtaçtır. Bilim adamının bir ölçüde sükûnete ihtiyacı vardır; karışıklık içindeki bir ortam bir sosyal bilimcinin yaratıcı güçlerini tahrik edebilirse de, sürekli karışıklık dikkati dağıtır ve fikirlerin olgunlaşması için gerekli olan salim kafayla düşünme imkânını ortadan kaldırır. Sosyal bilimci, kendi milletinin hayatından kaynaklanan meselelerle ilgili bir düşünce geleneğine dayandığı; ve kendisi de bu millî geleneği eleştirerek bakabilirse ve fikirleriyle dıştan katkıda bulunabilirse verimli çalışmalar yapabilir. Batıyı Tanzimat’tan bu yana şeklen taklit ederek geldiğimiz noktada dip notu sayfanın altından alıp sayfanın içine taşımakla bilimsel ilerleme sağlanamamaktadır.. Bilimsel ilerleme insanlık için, mensup olduğu millet için yarar sağlayacak bilginin üreteni ve sahibi olarak gerçekleşebilir.
Yukarıdan beri kuş bakışı az sayıda olgu ve örnekle yetinerek özetlemeye çalıştığım dünyaya baktığımızda küreselleşmenin demokrasiyi de çökelttiğini ve anlamsızlaştırdığını görebiliriz. Gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere bütün dünyada seçimler, deterjan pazarlama mantığı ile profesyonel şirketler tarafından yürütülmektedir. Pop-starlarda da aranan dikkat çekme yeteneği olan insanlar medya aracılığı ile büyük kitlelere kurtarıcı gibi empoze edilmektedir. Mutlu günlerinizde koka-kola içmeniz şarttır bilinç altı kodlaması gibi size en uygun politikacı budur kodlaması yapılmaktadır. Obama seçimleri kazandığında esmer ırkın garibanlarının sevinci çok geçmeden kursaklarında kalmıştır. Obama’nın bir Hollywood filmi olduğunu görememişlerdir.
Atalarımız “ iki el bir baş içindir” sözünü “elden gelen öğün olmaz, olursa da ya karın ağrıtır ya baş” derken bunu yalnız bireysel olaylar için değil hayatın çeşitli safhaları için söylemiş olmalıdırlar. Ezilen insanlığın gelişmiş ülkelerden yardım beklemek yerine kendi kalkınma ve refahları için çalışmaları gerektiği gerçeğini hatırlamaları gerekir. Bazı gerçeklerin çağı yoktur çünkü bunlar evrensel doğrulardır. Evrensel insan yaradılışının mensubiyete ihtiyacı vardır. Bu dar anlamda bir aileye mensup olmak; geniş anlamda bir millete ve kendi kaderinin belirleyebilen bir devlete mensup olmaktır. Küreselleşme de bu evrensel doğru önünde eğilecektir.
Demokrasinin temelinde herkes her şey olabilir mantığı yattığı için devlet yönetmek için gerekli olduğu bilinen eğitim öğrenim ve tecrübe de giderek aranmamaktadır. Gelişmiş ülkelerde seçimlere katılım yüzdesi giderek düşmektedir. Bu da demokrasiye inancın azaldığı ve oy vermenin anlamsızlaştığını göstermektedir. Herkes her şey olur mantığı ile ayaklar baş olunca başı, ayakların yönetememesinden dolayı demokrasiler çökmektedir.
Halk arasında bir insan neden çok bahsediyorsa o kişinin sahip olmadığı niteliktir diye bir söz vardır. Bilgi Çağı adıyla gelen yeni yüzyılda küreselleşmeyle ortaya çıkan anlamsızlaştırma ve çökertme furyasından eğitim ve öğretimle birlikte bilgi de değersizleştirilerek fonksiyon kaybetmektedir.
Bu kadar çöküş mutlaka yeni bir doğuşa sebep olacaktır. Tarih bunu böyle gösteriyor. Demokrasi çökerken elit ve bilgili, vicdanlı, insan haysiyetine saygılı bir yapının gerekliliği kavranacak ve insanlığı rahatlatacak nitelikli yönetim modelleri gelişecektir.
Türk milletinin hatırlaması gereken tarihi gerçeklerden birisi de Sanayi Devriminin başladığı güçlü devletlerin ateşli silâhlarla savaşa girdiği dönemden 20. yüzyıla kadar olan sürede bütün Türk devletleri, Osmanlı da dahil olmak üzere bu dönüşüme ayak uyduramadıkları için yıkılmışlar ve devletsiz Türk halkları esir durumuna düşmüştür.20. yüzyılda Osmanlının küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti, kısa ömürlü Batı Trakya ve Azerbaycan Cumhuriyetlerini saymaysak 1983’te KKTC’nin kuruluşuna ve 1990’lı yılların başlarında Sovyetlerin çözülüşüyle bağımsızlıklarını kazan diğer kardeş Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarına kadar tek bağımsız Türk devleti olarak yoluna devam etmiştir. Bu sebeple yeni yüzyılın getirdiklerini ve götürebileceklerini doğru okumak için sosyal bilimlerden yararlanmak gerektiğini devletimizi yöneten ve yönetmeye aday olan politikacılara anlatmak gerekir.
Sanayi Devriminden Siber devrimine geçiş dünyanın anlamlar, değerler ve kurallar bütününü hızla dönüştürmektedir. Ne varsa düne ait, yeni dünyada, yeni şartlarda, yeni talep ve ihtiyaçlar doğrultusunda bugün ve yarın için yeniden söylemek lâzımdır.
[1] Sosyal bilimlerle ilgili değerlendirmeler için Llyod A. Fallers’ın
“Türkiye’de Sosyal İlimler” başlıklı çalışmasından yararlanılmıştır.
2 yorum
Sayın hocam,
Yazınızı okudum emeğinize sağlık. Yalnız demokrasiyi ele alırken kendi içindeki çelişkilerini mevcut demokratik sistemlerden değil de diğer otokritik sistemleri de örnek verip tartışsaydınız daha mı iyi olurdu diye düşünmedim değil. Ve ayrıca “demokratik sistemler” çöküyor” diye teziniz çok gereksiz ve oldukça yanlı bir bakış açisini temsil ediyor. Özetle metin; hem Otokrattık sistem güzellemesi hem de tam bir “baby boomer” (yani hızlı gecen zamanda 50 yas üstündekileri unutmayın gibi) güzel bir örneği. Böyle konularda yazıları kaleme alırken konuyla ilgili lütfen daha derin okuyun.
Saygılarımla
Hocam,
Çok önemli noktalara değinmişsiniz. Tespitlerinize katılıyorum.
Saygılarımla