Değerli okuyucular;
Tıp Fakültesi birinci sınıftan günümüze kadar dünya siyasetini izliyorum. Sürekli karşılaştığımız sorunlarda çözüm odağı olarak hep demokrasi öne sürülmüş ve bayraklaştırılmıştır.
Teknolojik yönden gelişmiş ülkelerde demokrasinin ‘kutsal’ bir sistem olarak kabul görmesi ve başka gelişmekte olan ülkelere önerilmesi istikrarla sürdürülmüş bir tarihsel misyon olmuştur.
Teknolojik yönden gelişmekte olan ülkelerde demokrasiyi ‘satın alıp’ her seçimde daha iyi demokrasi, daha iyi demokrasi vaat edilerek taklit edilen demokrasi anlayışının orijinali ile uyuşamayacağını algılamadan ‘bayraklaştırmada takiye’ şablonuna halkı davet etmekle zaman kaybına sebep olunmaktadır.
Daha önce ‘İstişareden Demokrasiye’ adlı kitabımda da belirtmiştim.Demokrasiyi 1945 yılından beri üç versiyonuyla yaşadık:
Güdümlü demokrasi, katılımcı demokrasi, doğrudan demokrasi.
Güdümlü demokrasi, darbe yapan/yaptıran işbirlikçi kişilerin, demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden emperyalist güçlerin, ‘taklitçi teknoloji’yi medeniyet üretme aracı olarak algılayan yöneticilere darbe yaptırtarak, demokrasiye geçiş ‘yalanını’ benimsetme eyleminin adıdır. Darbe dönemlerinde bayraklaştırılan yönetim modelidir.
Katılımcı demokrasi, bir darbeden sonraki ikinci darbeye kadar kontrolde tutulan halkın ‘seçim mühendisliği’ yöntemleriyle manipülasyon uygulamalarıyla sonuç almaya çalışılan yönetim sisteminin adıdır.
Doğrudan demokrasi, istişare kökenli yönetim sisteminin adıdır. Ancak bu tür demokrasi hiç uygulanmamıştır. Bulunduğumuz zaman diliminde ihtiyaç olan yönetim sistemi doğrudan demokrasidir.
Değerli okuyucular bütün bunları neden hatırlatıyorum?
Demokrasinin emperyalist ülkeler tarafından bir manipülasyon aracı olarak kullanıldığı gerçeğini vurgulamak için.
Biz Türk milleti olarak doğrudan demokrasi dışında hiçbir yönetim sistemine olumlu bakmamalıyız.
Biz halkın kendi kendini yönetebilme metodolojisini sosyolojik temelde kurumsallaştırmalıyız.
Biz evrensel düşünüp milli hizmet üretmeliyiz.
Biz hukuk anlayışımızı ‘doğal olan ilkeler’e göre ‘evrensel hukuk’ zeminine oturtmalıyız.
Biz sanat anlayışımızı dünyayı yeniden imar eden bilimsel ilkelerden köken alan estetik bir yapılanmaya evrilmesini sağlamalıyız.
Biz bilim üretmeden bir toplumun tarihsel süreç içerisinde gelişmediğini içselleştirmeliyiz.
Biz bireysel olarak ahlak ve toplumsal olarak etik ilkeleri yaşam biçimine dönüştürmeliyiz.
Biz din olarak evrensel bir anlayışın mensubu olduğumuzu, bireysel olarak yaptığımız ve toplumsal olarak dayanışma ve yardımlaşmaya dönüştürdüğümüz eylemlerimizi, ancak vahyi haberin onaylamasıyla test etmemiz gerektiğini artık anlamalıyız ve biz evrensel insan haklarını koruyan bir anayasa yapmalıyız.
Ve de biz yukarda adı geçen ilkesel duruşu anayasada vazgeçilmez esaslar olarak bayraklaştırmalıyız.
Sonuç olarak bu dijital çağda silkelenip kendimize gelerek dünyaya yepyeni bir dünya görüşü mesajı verebilmeliyiz.
Bunun için bizim önerimiz: evreni yeniden okumalı ve doğal işleyiş sistemini algılayıp dünyayı DOĞAL DÜNYA DÜZENİ ilkeleri bağlamında yönetmeliyiz.
Yolumuz aydınlık olsun.