Prof. Bingür Sönmez Hoca, ağabeyi inme tanısı ile acil servise götürüldüğü için, yardımcı olabilmek adına, acil servisin kapısına varmış. Acilin kapısında hastasına dair muhatap olacağı ya da kendisini muhatap alan bir kişi dahi bulamamış. Kendisini tanıtmayı ihmal etmemiş; hocayım demiş, doktorum demiş, ama ne bir sağlık çalışanı, ne öğrencisi pozisyonundaki hekim ve uzman adayları kendisine yardımcı olmamışlar. Şaşırmış ve şaşkınlığını paylaşma ihtiyacı duymuş. Paylaşıma dair yorumları şöyle özetleyebiliriz; hekimler böyle bir durum ile karşılaşıyorsa, vay vatandaşın haline. Peki biz hekimler şaşırdık mı?
Hastanelere, polikliniklere, servislere işi düşen hekimler şaşırmamıştır. Zira bu tür durumlarla artık çok karşılaşır olduk. Durumun sandığımızdan yaygın olduğunu bana gelen hekimlerden biliyorum. Kendisi veya yakını için, bir sağlık sorunu danışacağında veya muayene talep edeceğinde, yüzlerinden gözlerine ve bedenlerine yansıyan tedirginlikleri her şeyi anlatıyor. Kim bilir hangi hocadan hangi terslenmeyi gördüler de onun tedirginliğini yaşıyorlar diye düşünüyorum. Üzülüyorum, bize Deontoloji diye bir ders verilmişti ve biz bu dersi hem yaşamış hem de yaşatmaya çalışmış bir nesiliz.
Ne oldu da bizim nesilde var olan bu deontolojik yaklaşım, yani meslektaşlarım kardeşlerimdir diyen, onlardan para almayan, onların derdi ile dertlenen anlayış kaybolup gitmişti. Bingür hoca’nın sözü ile devam edelim;
“Sakın yanlış anlamayın doktor şikayet etmek haddim değil ama meslekte etik değerler bu kadar mı erozyona uğramış. Bu genç doktorları hangi hocalar yetiştiriyor şaşkınlık içindeyim.”
Bazılarımız bu konuda Bingür hoca gibi hocaları suçlamakta. Tabii bu suçlama akla yakın. Neticede deontoloji denilen kavram fakültelerde okutuluyor ve rol modeller olarak hocalar tarafından uygulanıyor. Demek ki ne okutabilmiş, ne de rol model olabilmişiz. Gerçi kimisi de faturayı yeni açılan, sürekli değişen hocaları ile ne kendine ait, ne de hekimliğe dair bir kültür oluşturamayan fakülteleri suçlayarak, geneli değil bazılarını adres göstermekte ama devam edelim bakalım;
Bir başka görüşe göre ise, bu durum tamamıyla yeni kuşakla ortaya çıkan bir sorun. Bu kuşağın ne deontoloji öğrenmeye ne de uygulamaya niyeti var. Bu görüşe de katılırım. Şöyle ki;
Ben öğrenciliğimde bana getir götür işi, dosya doldurma işi verildiğinde, kendimi ekibin bir parçası olarak görür ve sevinirdim. Şimdiki nesil ise mezuniyet töreni konuşmalarında eğitimden şikayetçi olurken, birinci sıraya bizi posta ve sekreter olarak kullandılar şikayetini en başa yerleştiriyor. Bundan anlayacağımız şu ki, sadece almak istiyorlar, halbuki ekip üyesi olmak paylaşmak üzerine kuruludur.
Şimdi nöbet ertesi izni getirildi ya, gece yatarak nöbet tutulan bir kliniğin hocasından dinliyoruz; Nöbet ertesi gün, eğitim faaliyetlerine katılın, teziniz ile ilgili çalışma yapın teklifine asistanlar, izin bizim hakkımız diye tepki vermişler. Yani bütün gece hasta görmemişler, ertesi gün poliklinik servis gibi sağlık hizmetlerine zaten katılmayacaklar ama klinikteki seminer ve ders saatlerine katılmayı da gereksiz görüyorlar. Bizim nesil gönüllü nöbete kalır, hocalardan ufacık bir karşılık bulsa hastanede yatıp kalkardı.
Hayatı kendilerine hazır sunduğumuz bu kuşak, fedakarlık ve diğergamlık üzerine kurulu deontolojik yaklaşımı daha başından reddediyor olmalılar.
Ben ise konuyu başka bir yere getireceğim. Öyle ki hocalarımızın dikkatini çeksek, öğrencileri çok iyi eğitsek bile, elde edeceğimiz sonuçların sürdürülebilir olmayacağı üzerine bir yere.
Bizim bir sistem sorunumuz var. Her kişiyi, her olguyu ve her süreci kendine benzeten, deforme eden bir sistem sorunu. Güncel olan ile devam edelim;
Geçtiğimiz yıl acillere Türkiye nüfusunun bir buçuk katı kadar başvuru olmuş. Dünyada bunun bir örneği yok. Poliklinik başvurularında da durum pek farklı değil. Nüfus başına düşen hekim sayımız ise Avrupa ve OECD ülkelerinin altında. Yani biz daha az hekimle çok daha fazla sağlık hizmeti veriyoruz. Peki bu nasıl oluyor. Ben söyleyim; bakıyormuş gibi yaparak. Hastalara hasta değil de birer hastalık, birer sayı olarak bakarak. Neyin var sorusunun cevabı bitmeden bi dolu tetkik isteyerek veya reçete yazarak. Aman bir malpraktis olmasın, onu da, bunu da isteyim diyerek. Hasta ile bırakın göz göze gelmeyi yüz yüze bile gelmeden.
Sistem, hekim hasta görüşmesini yüz yüze gelmeyecek şekilde formatlamış ise, artık bu formatın önünde kimse duramaz. Ne meslektaş, ne tanıdık ve hatta ne de anlı şanlı idareciler bu formattan istedikleri neticeyi alamazlar. Ne hasta, ne hekim, ne de hasta yakını sürecin içine giremez. Hep kıyısında dolaşılır durulur.
Şöyle düşünelim; bir konfeksiyon fabrikasında ustabaşı olarak çalışıyorsunuz. Çalışanlar işi sizden öğreniyorlar. Sonra bi gün kendi bedeninize özel bir ceket istiyorsunuz, çalışanların nasıl yapılacağı konusunda bir fikirleri bile yok. Sağlık hizmetleri de bugün ki hali ile işte böyle. Sistem dönen dişlilerin tıkır tıkır işlemesi üzerine kurulu ise araya sistem dışı bir hizmet sokamazsınız.
Hekimlerin elinden serbest çalışma ve kendi işinin patronu olma hakkı alındı. Çocuklarımızın elinden çok çalışarak sınıf atlama ideali alındı. Geriye aile efradının ve kendimizin zamanında ve yeterli sağlık hizmeti alma lüksü kalmıştı ki o da sabun kalıbı gibi kaymış gitmiş. Bu meslek bir cenderedir artık, bi süre daha geçmiş yılların çıktıları ile yani bizim nesil ile idare eder, sonrasında sağlık hizmetleri tüm ülkenin en önemli sorunlarından biri ve hüsranı olur vesselam…
9 yorum
Bülent’ciğim ne güzel yazmışsın, hislerimize tercüman olmuşsun. İnsan bazen yaşadıklarını kelimelere dökemeyecek kadar bezgin ve üzgün oluyor ama o duyguları kağıda aktarabilecek kadar sabırlı, yürekli, adaletli bir kalemden düzgün ifade edilmiş bir yazıyı okumak da adeta o yaraya merhem oluyor. Derin bir huzur hissi veriyor.
Yaşadıklarımızın hikayesini yazanlar unutulmayacak.
Teşekkür ederim.
Teşhisler ve tespitler çok isabetli.
Son cümlenin manasını halk yaşadığında, günün minesi solmuş olacak maalesef.
Çok önemli bir noktaya temas etmişsiniz, elinize sağlık. Sağlıkta Dönüşüm belki birçok sorunu çözdü ama birçok sorunu da beraberinde getirdi, getirmeye de devam ediyor. Eğitim Hastanelerinde şeflik sistemi kalktı, üniversite hastanelerinde (başta SBÜ olmak üzere) hiyerarşik sistemi, akademik teamülleri takan filan yok. Sağlık Bakanlığı ve Tıp Fakültelerinde bırakın bugüne kadar gelen yazılı olmayan kuralları, yazılı kuralları bile dikkate alan yok. Ne doçentliğin anlamı ne de profesörlüğün bir esprisi kaldı. Her yerde keyfilik, ben yaptım oldu mantığı kol geziyor. Bugünler yine iyi günlerimiz, her geçen gün öyle şeyler yaşayıp göreceğiz ki artık şaşırmayı bırakıp kanıksayacağız, ya bu deveyi güdeceğiz ya da bu diyardan gideceğiz, gitmesek gidemesek de kendi köşemize çekileceğiz, yeni bir yol tutturacağız. Ben şahsen artık meslek hayatımda yolun sonuna geldiğimi hissediyorum ve bir yol ayrımında olduğumun farkındayım. Ne hekimliğin ne de akademisyen olmanın benim açımdan tadı tuzu kalmadı artık. Bizi, mesleğimizi ve ülkeyi bu hale getirenlere yazıklar olsun, umarım ettiklerini bizzat bulurlar. Bu hale gelmede sorumluluğu olanlara hakkımı helal etmiyorum, onları affetmeyeceğim.
Tebrikler Bülent Hocam.
Önemli bir meseleyi anlaşılır şekilde ve yapıcı olarak anlatmışsınız. Uslûbunuz her zamanki gibi akıcı ve sade. Yüreğinize sağlık.
Eline ve aklına sağlık Bülent hocam hislerimize tercüman olmuşsun.Yüregine sağlık.
Maalesef öncelikle genç kuşaklarda bunu çok görüyoruz.1984 Ankara tıp mezunuyum.Öğrenciyken bile hiçbir hocam tarafından refüze edilmedim.Bırakın aile fertlerimi,komşularımı ve arkadaşlarımı bile çok değerli hocalarıma muayene ettirdim.Hiç baştan savmadan,özel hastası gibi büyük bir ciddiyetle muayene ettiler.
Ankara tıp bana göre deontolojinin zirvesiydi.Bizde meslek hayatımızda böyle gördük,böyle yaptık.
Ama artık çok fazla tıp fakültesi ve çok fazla mezun var.Bizim kuşakla çok farklı,davranış ve iletişim bizim gibi değil.Şaşırıyorum,üzülüyorum ama maalesef realite bu..
Bu duruma gelinmesinde ne yazık ki herkesin katkısı oldu.Tüm bu değişimler olurken direnileceğine seyirci olundu.Tabip odalarına laf çakmak , eylemlere katılınacağına seyretmek kolaya geldi.Herkes kendini kurtarmaya çalıştı,insanlar akademik unvan alayım özel hastaneye geçer para kazanırım dedi , kimse asistan eğitimini düşünmedi,eğitim hastaneleri hizmet hastanelerine döndü.Her ilde Tıp fakültesi açılınca gider orada profesör kadrosu alırız dendi.Şimdi neden bu hale gelindi deniyor.Herkes şapkasını öne alıp düşünmeli ben nerede hata yaptım…
Bülent Hocam yazdıklarınızı sonuna kadar okudum. Tıbbi deontolojiyle ilgili tesbitlerinizin neredeyse tamamına katılıyorum. Ancak sosyal medyada okuduğum kadarıyla Bingür Sönmez Hoca’nın yaşadığı olayın sorumlusu yine Bingür Sönmez Hoca’mdır, hastasına acil şifalar diliyorum. Sebebine gelince ağabey rahatsızlanınca112 üzerine düşeni yapmış, hastane acil servisi hastanın kabulunü yapıp tetkiklerine başlamış. Yani aksayan bir durum yok.
Bizler kurumlarımızda hekim olsakta başka kurumda hasta yakınıyız. Ve bütün hekimlerimize yakışanda örnek bir hasta yakını olmaktır. Bingür Hocam keşke kendisini tanıtmak için çabalamayıp biraz sabredebilseydi 10-15 dakika içinde görüntüleme işlemleri bitmiş ve kesin tanı konulmuş bir şekilde hekimleri kendisi ile temasa geçmiş olacaklardı. Eminim ki o zaman kırmızı alanda buyrun hocam siz oturun denilemese de gereken hürmet gösterilecektir. Ancak hasta yakını olma sürecini yönetememiş, hastasının tedavisini sonlandırmış ve bununla da kalmayıp hastası için sürenin önemli olduğunu bildiği halde Anadolu yakasında eğitim araştırma hastanesinden uzaktaki kendi hastanesini tercih etmiştir.
Bütün bu acı olaylardan sonra hastane formasını giyen personele kılıksız, güvenliğe lakayt, nöbetçi cerrahi asistan hekimlere ve acil servis hekimlerine deontoloji yoksunu demiştir. Hekimi şikayet etmek haddime değil diyerek öfle dolu bir şikayet yazısı yazmıştır. Hekime şiddeti haklı gören imalarda bulunmuştur. Ve maalesef bütün bu süreçte adı lekelenmiş bir hastane, zarar görmüş bir ağabey, hakaret edilmiş sağlık çalışanları gerisinde bıraktı.
Ah be hocam hastanı sedyede BT’ye götürülürken görmüşsün, inme olduğunu farketmişsin. izin verseydin de BT’si çekilseydi, ne kaybederdin, kırmızı alanda sonra hürmet görseydin ne kaybederdin. Bu davranışlarda hiç etik olmadı. Biz hekimler meslek hayatımız boyunca iyi hasta yakınlarının tedavi sürecini nasıl kolaylaştırdığına defalarca şahit olduk. Keşke Bingür Hocam’da süreci yönetebilseydi çok şık olacaktı.
İlginize ve açıklamanıza teşekkür ederim.
Yazımın konusu Bingür Hoca değildir, Bingür hoca yazının kaleme alınması için bir vesiledir. Bu vesile ile konuyu çok boyutlu ele almaya çalıştım ve çeşitli kesimlerin bakış açısını ve kendi yaşadıklarımı anlatmaya çalıştım. Bana göre sorun, ne Bingür hoca ne de bir hastanenin acili olmaktan ziyade bir sistem sorunudur.
Takip eden yazımı da okumanızı dilerim…