Adamın biri, okyanus sularının çekilmesi ile kumsalda kalan denizyıldızlarını tek tek alıp tekrar denize atıyormuş. Onu gören biri ne yaptığını sormuş. Birazdan güneş çıkacak ve bu denizyıldızları kuruyarak ölecekler, onların hayatını kurtarıyorum demiş. Soran adam şaşkınlıkla yine sormuş; ne fark edecek, binlerce denizyıldızı var, tek tek denize atmakla kurtarmak mümkün değil. Adam kumsaldan bir denizyıldızı daha almış ve denize fırlattıktan sonra demiş ki; bunun için fark etti…
Bunları düşünüyorum deprem felaketinden mucize kabilinden kurtuluşları seyrederken. Ve düşünmeye devam ediyorum;
Allah, denizyıldızlarından farklı olarak insana bir akıl vermiş. Kendi farkını kendisi yaratsın istemiş. Kaderini doğa olaylarına bağlamasın, gerekli tedbirleri alabilsin, denizyıldızları gibi toptan telef olmasın diye.
Evet, kurtarılan münferit canlara bakıyorum da, denizyıldızlarından ne farkımız var bizim. Binlercemiz ölüyor, birkaç yüz tanemiz kurtarılıyor, üstelik kurtulanların bir kısmı yapayalnız ve engelli olarak hayatına devam edecek iken, biz de bu görüntüler ile avunuyoruz. Tipik doğu toplumuyuz, istisnaları kutsuyor, bilimin gerçeklerini ıskalıyoruz. Yanlış anlaşılmasın, tabii ki kurtarma ekipleri ve çalışmaları olacak, hem de en donanımlısından ama dediğim gibi bu asıl işimiz değil istisnai bir durum olmalı. Bu vesile ile canla başla çalışan kurtarma ekiplerine şükranlarımızı sunarız.
İstisnalar ile avunmak istemediğim için kurtarma görüntülerini özet haberler dışında izlemiyorum. Reality şov gibi saatlerce ekranlara bağlanmak ve bağlanıldığını düşünmek beni rahatsız ediyor. Bunu bir tür afyonlanmak olarak görüyorum. Ben afyonlanmak istemiyorum, aklı selim düşünmek istiyorum. Anlıyorum bazılarımızın afyonlanmaya ihtiyacı olabilir ama neden böyle oluyor, olmaması için ne yapmalı, soruları eşliğinde düşünmeye ve gereğini yapmaya daha çok ihtiyacımız var.
Yok öyle siyasetçileri parmakla gösterip günah keçisi bulmanın dayanılmaz konforunu yaşamak. İnşaatları yapanlar, denetleyenler, ruhsat verenler de yetmez suçlu kategorisindekilerin sıralandığı listeye. Gelin sanal bir deney yapalım ve kendi kendimize soralım. Mesela kuzey Marmara’daki fay hattını tetikleyecek cesamette bir dinamit patlatılacak; öncesinde İstanbul ve çevresindeki evler boşaltılacak; yıkılan evler yeniden yapılacak vaadinde bulunan bir kamuoyu yoklaması yapılsa. Kaç kişi evlerinin yıkılmasını göze alıp bu deneyi kabul eder dersiniz. Biz aslında her şeyi biliyor ve farkındayız ama belki olmaz ihtimalini çok seviyoruz ve onunla yaşıyoruz. Yıkıcı bir deprem beklenen İstanbul’da yaşayanlardan, binaların deprem dayanıklılığını ölçen karot testlerini kaç bina yaptırmıştır acaba…
Beni en çok rahatsız eden mazeret bulma konusundaki hünerimiz. Asrın felaketi imiş. Sorarım, Kocaeli depremi olduğu tarih itibari ile Türkiye için asrın felaketi değil miydi. Bu deprem Kocaeli’nin üç katı imiş. Peki bugün ki Türkiye’nin imkan ve kabiliyetleri, 25 yıl öncesinin kaç katı. Üstelik Kocaeli ve Düzce gibi iki uyarıdan sonra bu felaketin oluşması insanın içini acıtıyor. İzmir depreminde üç beş apartman yıkılınca saatler içinde vatandaşa ulaşmış, bir yıl içinde yaralarını sarmıştık. Ama nedense bazılarımız İzmir depremindeki kamu elini, Kocaeli’ndeki kamu eli ile karşılaştırarak kamunun ulaştığı imkanlar ile öğünmüşlerdi. Bu karşılaştırmadır belki de deprem bölgesindeki insanların beklentilerin yükselten. Hani nerdesiniz dedirten…
Yine, bir yıl içinde tüm depremzedeleri yeni konutlara yerleştireceğiz diyoruz ya. Elbette ki bu çok büyük bir başarı olur ama neden bir yıl önce yapmadık diye sormadan edemiyorum. Bir deprem ve felakete neden olacağı ayan beyan belli olan Kuzey Anadolu fay hattı için yapacak mıyız diye soruyorum. Yoksa denizyıldızları gibi öylece bekleyecek miyiz?
Hasılı, fay hatları bizim kaderimiz, kaderimizle yaşamak durumundayız. Depremde yıkılan binalar ise bizim kaderimiz değil, ihmalimiz, suçumuz, akılsızlığımız. Denizyıldızları kaderlerini yaşarlar, bazı milletler de denizyıldızları gibidir, akıldan bi haber yaşarlar.
Başta İstanbul olmak üzere 7 civarı deprem üreten fay hatları üzerindeki iller için, derhal karot testi zorunluluğu getirilmeli; olacağı ve yıkacağı kesin olan depremden önce davranılarak zayıf binalar yıkılarak depreme dayanıklı yeni binalar ve siteler yapılmalıdır…
Depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, geride kalanlara sabır ve dayanma gücü, milletimize başsağlığı dilerim. İnşallah bir daha böylesi acılar ile karşılaşmayız diyeceğim ama bilim diye bir disiplin var ve bu tür temennileri her zaman geçersiz kılıyor…
3 yorum
Bir kolon yada kirişten karot çıkarılınca da o kolon zayıflamış oluyor.Bunun başka bir yolu bulunmalı.
Haklısınız, neticede ben teknik bir uzman değilim, bu yazı da teknik bir yazı değil. Tespit ve dikkat çekme yazısı. Prensibim gereği yazılarım kısmi çözüm önerileri ile birliktedir ki, konu konuşulsun. Nitekim bu vesile ile siz konuşmuş oldunuz, ben de teknik bir bilgi arama ve aktarma fırsatı yakalamış oldum. teşekkürler;
“İlk etapta karot örneği alınmadan, yıkıntısız yöntemler tercih edilmelidir. Örneğin; betonun tahribatsız basınç dayanımı ölçümü için kullanılan, betonun yük kapasitesi ve gücünü Schmidt ölçüm prensibine göre test eden “SCHMIDT çekici” testi, kullanılan malzemenin hacimsel olarak incelenip hataların türü, boyutu ve konumunu tespit eden ultrasonik cihazlarla sağlamlık testi, kullanılan demirin yoğunluk ve sıklığını gösteren röntgen cihazı ile yapılan test yöntemleri tercih edilmelidir. Bu yöntemlerle yapıya herhangi bir zarar vermeden ve yapıtının tüm katlarında tespitler yapılabilmektedir. Bu testler sonucunda şüpheli veriler elde edilmesi veya güçlendirme gerektiğinin tespit edilmesi halinde; beton ve demir numuneleri alınıp karakteristik akma gerilmesi, mevcut dayanımı gibi dayanıklılık testine tabi tutulmalıdır.”
Sevgili Bülent hocam yine güzel ve analitik bir yazı.
Sanırım toplum olarak akışına bırakma işini yanlış anlıyoruz. Yıkıldıkça yenisin yapıyoruz. Hem yıkma için gereken izin ve iknadan kurtuluyoruz hem de dakikalar içinde binlerce bina moloz yığını oluyor. Yıkılan yıkılıyor, kalanlar bizimdir. Yeni binalar yapılacak nasıl olsa. İstanbul’da da yıkılacak on hatta yüzbinlercesi, temizlenecek çürük olanlar. Sonra yeniden inşa edilecek. Dediğin gibi bilimi ıskalayarak doğal akış. Çünkü aklı kullanıp tedbir almak zor geliyor hamasi nutuklar, tavırlar varken.
Peki giden onbinlerce can, yaralı, bozulan sosyal yaşam, iş kayıpları, psikolojik yıkım… ? Yine önemli bir konu ekonomik yıkım. Taktir-i ilâhiye inanırız ve fakat bu taktir-i cehalet, aymazlık, yönetememek.