Türkiye’nin deprem kuşağında yer aldığını bilmeyen yoktur. Zira ilim adamları bu gerçeği sürekli söylemekte ve yazmaktadır. Zaten orta ve küçük ölçekli depremler zaman zaman bu hakikati insanlara hatırlatmaktadır. Dolayısıyla deprem gerçeğini unutarak kısır siyasî tartışmalar ve boş şeylerle ömür tüketmeyi tercih eden kadın veya erkek herkes büyük bir yanılgı içindedir. Nitekim tarihimiz tedbirsizlik, ihmal, atalet, tembellik, uyuşukluk, vurdumduymazlık ve nemelazımcılık sonucu on binlerce insanın öldüğü, milyarlarca liralık maddî kayıpların yaşandığı deprem felaketlerinin örnekleriyle doludur.
Dolayısıyla bütün bu yaşananlardan ders almayarak hatada ısrar eden ve yanlış yönetimleri iş başına getirmeye devam edenler, depremlerde ya hayatlarını kaybeder veya sakat kalırlar. Böyle bir durumda Yüce Allah tarafından kendilerine hayatta kalma fırsatı verilenlerin yapması gereken ise Allah Teâlâ’yı suçlamak değil, aynaya bakıp; “Arkadaş! Sen suçlusun! Bunu sen zaten çoktan hak etmiştin!” demeleri, pişman olmaları, tövbe etmeleri, sonra da samimiyetlerini Yüce Allah’a ispat etmeleridir.
Diğer taraftan yapılan tüm ihmalleri, yanlışları, kusurları ve eksiklikleri görmezlikten gelerek, tedbir almaya özellikle vurgu yapmayarak depremde ölenlere bol keseden “şehit unvanı/mertebesi/derecesi/makamı” dağıtan, böylelikle de işlenen hatalardan ders alınmasını neredeyse imkânsız hâle getiren “yarım hoca/hoca müsveddesi/sahte şeyh/din tüccarı/sözde akademisyen/çakma ilahiyatçıların” da bu işte vebali oldukça büyüktür ve ahiret günü bu yaptıklarının hesabını vermeleri imkânsızdır. Çünkü tedbir almadan tevekkül etmek nasıl doğru değilse, esbaba tevessül etmeden ve gerekli bütün önlemleri almadan “ilâhî yardımı beklemek” de aynı şekilde doğru değildir.
Bu itibarla akıllı mü’min, her türlü tedbiri önceden alır, ahlaklı, dürüst ve güvenilir insanları iş başına getirir ve ülkenin/şehrin/beldenin/köyün emanetini/yönetimini onlara teslim eder. Kendi ırkından/cemaatinden/aşiretinden/partisinden/ideolojisinden olup da “ehil olmayanlara” destek olmaz. Zira böyle tipleri iş başına getiren ve felaketlerin yaşanmasına neden olanlar aynı şekilde hem suç ortağı hem de sorumludur.
Bu gibi insanlar, eğer binalarını 21. yüzyılın şartlarında en az dokuz şiddetindeki depreme dayanıklı yapmaz ve suçu hep başkalarına atarlarsa sorumlu olurlar. Bunların deprem sonrası ağlamaya, sızlamaya, Yüce Allah’a isyan etmeye veya deprem esnasında paniğe kapılarak kendilerini pencereden aşağı atıp sakat kalmaya, sonra da kalkıp bütün kabahati “takdir-i ilahî” diyerek Yüce Allah’a atmaya hakları yoktur.
Zira bu adamlar/kadınlar, geçmişte kendilerine yapılan tüm uyarılara kulak tıkamış ve gerçeklerle yüzleşmemişlerdir. Oysa mü’min, bütün tedbirleri aldıktan sonra ancak “takdir-i ilahî” kavramını kullanabilir; aksi halde Yüce Allah’a iftira atan böyle bir müfteriyi Ulu Allah’ın affetmesi asla ve kata söz konusu olamaz.
Ekonomik durumunun yetersizliğini bahane ederek çürük yapılarda oturmaya devam eden dar gelirliler de yanlış yapmaktadır. Bu işi orta ve uzun vadede çözecek, çalışkan, samimi, ahlaklı, dürüst kimselere iktidarı/yönetimi teslim etmeyenler de hatalı tercihlerinden dolayı sorumlu olurlar. Kısa vadeli menfaatleri için plan ve projesi olmayan sahtekârları iş başına getirenlerin felaketle karşılaştıklarında feryat etmeye/ağlamaya/sızlamaya hakları yoktur. Zira bunlar, doğruyu bulmak ve gerçeğin peşinde olmak için hiç çaba sarf etmemişlerdir. Dolayısıyla onların ortaya attıkları tüm bahaneler kesinlikle ikna edici değildir ve hiçbir mazeret onları haklı çıkartmaya yetmeyecektir.
Yirmi, otuz veya kırk yıl içinde tüm binaları dokuz şiddetindeki depreme, 400 km hızındaki kasırga ve hortumlara, tabiî afetlere dayanıklı hâle getireceğine, yer altına sağlam sığınaklar inşa edeceğine, her türlü önlemi alacağına söz veren, bunun plan ve projesini hazırlayan “kurumsallaşmış güvenilir bir partiyi” ve onun çalışkan, dürüst ve ehil adaylarını işbaşına getirmeyenlerin deprem, hortum, sel, tsunami veya başkaca afetlerde/felaketlerde ölmeleri halinde “şehit” olacaklarını zannetmeleri tam bir ütopyadır, yanılgıdır ve züğürt tesellisinden başka bir şey değildir. Zira deprem kuşağında yaşadığı gerçeğini göz ardı eden, Japonya gibi dokuz şiddetindeki depremlere dayanıklı binalar/yapılar inşa etmeyen, kentsel ve çevresel dönüşümü yapacaklara destek olmayan ve faciaya bile bile davetiye çıkartanlar “şehit” olamaz.
Dolayısıyla böyle haddini bilmez yarım hocalar/sufî kılıklı cahiller/çakma ilahiyatçılar/sözde akademisyenler toplumda bu tür algıların oluşmasına neden oldukları, ders alınmasını zorlaştırdıkları, tedbirsizliğe ve vurdumduymazlığa davetiye çıkardıkları, toplumu yanılttıkları ve Yüce Allah’ı yanlış tanıtarak O’na iftira attıkları için çok büyük vebaldedir.
Bu nedenle herkes dönüp kendine bakmalıdır. Bize göre depremlerin ilerleyen yıllarda şiddeti ve sayısı daha da artacaktır. Bu nedenle o günler gelmeden “kendisiyle çok övünen insanoğlu” nano teknolojinin geliştirildiği 21. yüzyılda en az dokuz şiddetindeki depreme dayanıklı yapılar inşa etmek ve depremi önceden tespit edecek mekanizmalar geliştirmek zorundadır. Çünkü Yüce Allah, insanoğluna akıl vermiş ve tedbir almasını istemiştir.
Öte yandan insanlar, özellikle mü’minler bu dünyada her zaman zor imtihanlarla sınanmışlardır ve bundan sonra da sınanacaklardır. Şu âyetleri birlikte okuyalım:
“Muhakkak ki ölüm tehlikesiyle ve açlıkla, dünya malının, canın ve [alınteri] ürünlerinin kaybıyla sizi sınayacağız. Ama zorluklara karşı sabredenlere iyi haberler müjdele!”[1]
“Şâhitlik edene ve şahitlik edilene andolsun ki, (mü’minleri yakmak için) hendek kazıp (içinde) alevli ateş yakanlar lânetlenmiştir. O vakit, ateşin etrafında oturmuş, mü’minlere yaptıkları işkenceleri seyrediyorlardı. Onlar mü’minlere ancak göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye lâyık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı. Allah, her şeye şahittir.”[2]
Görüldüğü üzere bu âyetlerde Yüce Allah, geçmiş kavimlerden inanmış kimselerin başına gelen “ciddi imtihanları” haber vermekte ve “nasıl zor şartlar altında sınandıklarını” bildirmektedir. Dolayısıyla günümüz mü’minlerinin de benzer şekilde zor ve sarsıcı imtihanlarla karşılaşmaları mümkündür. Nitekim Kur’ân, onlara her türlü tedbiri çok önceden alma görevini yüklemektedir.
Şu âyetleri de birlikte okuyalım:
“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, (eğer gerçekten iman ediyorsanız, sadece O’na güveniyorsanız, her türlü tedbiri önceden almışsanız ve sabırla mücadeleye devam ediyorsanız) Allah’ın yardımı pek yakındır.”[3]
“[İşte] orada ve o anda mü’minler sınandı ve şiddetli bir şok ile sarsıldılar.”[4]
Bu âyetlerde geçmiş kavimlerin nasıl zor imtihanlara tabi tutuldukları, sarsıldıkları ve peygamberin bile; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diye yalvarıp yakardığı haber verilmektedir. Dolayısıyla bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu unutarak tembel tembel oturmak doğru değildir. Bu bakımdan din görevlileri/hocalar/hayatını dini öğrenmeye ve anlatmaya adayanlar söz konusu âyetler üzerinde sağlıklı tefekkür etmeli, insanlara gerçekleri söylemeli ve tedbirin önemine sürekli vurgu yapmalıdır.
Kanaatimizce insanların bilgi düzeyi arttıkça, teknoloji geliştikçe, yaşam şartları daha da kolaylaştıkça, bu gelişmişlik düzeyine göre karşılaşacakları imtihanların şartı, şekli, şiddeti, sayısı veya süresi de değişebilir/artabilir/zorlaşabilir. Mikropların, virüslerin, bakterilerin veya içimizdeki vesvâsi’l-hannâs’ın/şeytanın “çalışma programları/yazılımları” dikkatlice incelendiğinde ne demek istediğimiz çok daha iyi anlaşılacaktır. Sonuç olarak, her türlü tedbiri aldıktan sonra Yüce Allah’a tevekkül edenler istikamet üzeredir. Bir sürü şeyi eksik ve yanlış yapıp sonra da tevekkül ettiğini iddia eden kişi kâmil bir mü’minolamaz. Herkes gücü, yetkisi ve etkisi nispetinde sorumludur ve insanoğlu kendisine verilen bütün nimetlerden mutlaka hesaba çekilecektir. Şehit olmak göründüğü veya anlatıldığı kadar basit ve ucuz değildir. Yüce Allah’a iftira atmak ise en korkunç bir zulümdür. Zulüm ise Yüce Allah’ın en nefret ettiği ve kızdığı eylemdir. Dolayısıyla doğal afetler öncesi hazırlığı tam yapmayan, ciddi tedbirler alacak yönetimleri/iktidarları/güvenilir ve dürüst liderleri iş başına getirmeyen, uzun vadeli plan ve projelerle bunları yapacak olanları desteklemeyen, emaneti ehline vermeyen, böylece felaketlerin yaşanmasına davetiye çıkartanlar kesinlikle sorumludur ve “şehit” olabilmeleri yukarıdaki delillere göre imkânsızdır.
[1] el-Bakara 2/155.
[2] el-Büruc 85/3-9.
[3] el-Bakara 2/214.
[4] el-Ahzâb 33/11.