Bilinenlerin değişmesi, dönüşmesi, yenilenmesi ve kendi kendini yeniden üretmesi bir yana, evrenin bilinmezleri bilinenlerle karşılaştırılamayacak nicelikte ve niteliktedir. Ne varki evren, tüm zamanlarda ve tüm mekanlarda yaşamını yaradılış yasalarına göre sürdürürken, insanoğlunun ya da bilimin henüz giremediği, ulaşamadığı boyutlardaki yasaları da içeren bir süreç içerisinde seyretmektedir.
Evren, bu doğal yaşam mücadelesi sürecinde, yaradılışın dengesini koruyan evrensel yaradılış yasalarına ters düşen zamanlarda, kendini yeniden üretirken ve dengeye kavuşurken “yeryüzü boyutunda” deprem kimliğiyle insanoğluna ilişmektedir. İnsanın deprem olgusundaki konumu biyolojik, fiziksel ve sosyal boyutlarıyla gündeme gelmekte ve değerlendirmeler evrenin yeryüzü boyutuyla sınırlı kalmaktadır.
Yaradılışın evrensel yasalarından insanın gözleyebileceği en çarpıcı örnek olan deprem olgusunu, fiziksel, biyolojik ve sosyal boyutlarıyla fotoğraflamak ve çağdaş bilimin metodolojisinde yeni bir yaklaşım biçimi geliştirmek mümkün görünmektedir. Evrensel çizgide kendini yeniden üreterek dengeleyen evren, fiziksel yasaların tetiklediği biyolojik yasalar ve biyolojik yasaların tetiklediği sosyal yasalarla bütünlüğünü korumaktadır. İnsanın, sağlığın, bilimin evrenselliği açısından bakıldığında, sınır tanımayan sosyal dayanışma ve yardımlaşmalar, sınır tanımayan fiziksel yasalara tabi toprak kırılmaları, sınır tanımayan biyolojik yasalara tabi ölümler, çağımızda evrensel düşüncenin insanlık için kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir.
Bir şok darbesiyle bilinç altında birikmiş çelişkileri geçici de olsa silen insanoğlunun, yaradılışına uygun doğal haline dönüşerek, aklın çizgisine yerleşip deprem ortamında birliğin evrensel devrimini tüm görkemiyle sergilemesi tartışılmaz güzellikte bir sağlık işaretidir.
İnsanımızın tüm olumlu çizgilerini deprem bölgesinde odak noktası oluşturarak birleştiren “şok”, tarihsel yanılgıların çözülmeyen çelişkilerde yattığını da vurgulamıştır.
Fiziksel yasalar yaşamını sürdürürken, fay hattı üzerinde şekillendirilen binaların oluşturduğu çelişkiyi, çok önceden evrensel doğruları millileştirmeye zorlanan bir kaç müteahide yükleyip yeni bir çelişki yumağına kapı açan yaklaşım sağlıklı bir toplumun yakaladığı ivmeyi de köreltecektir. Biyolojik yasaların “Evrensel bir değer” olan İNSAN’a, ayrımsız aynı uygulamayı sürdürdüğü gözlenirken, yaratıcının bazı insanlara farklı davrandığı iddiasında olmak, bireysel ve toplumsal çelişkileri beslemekten başka işe yaramayacaktır.
Yıllardır doğal akışa uygun bilimsel parametrelere dayalı bir sağlık alt yapısı şekillendiremeyen “sistem”in, toplumun bir bölümünün riske girdiği anda, milletin refleksinin harekete geçerek “ilk yardım” hizmetine soyunmasını, yine tarihi yanılgı kökenli yorumlarla yaralaması sağlıklı topluma giderken yeni çelişkilere kapı açılmasını besleyecektir.
Milletin birliğini yaralayan bir bilinçaltı çelişkisi varsa, sistem bu çelişkisini kriz dönemlerinde bile Sağlık Bakanlığı’nın hizmetlerini etkileyecek düzeyde yansıtabilmektedir.
Sistem sağlıklı değilse, çağdaş dünyada bilimin verilerini her gün medyadan izleyebilme ortamında yaşayan toplumun bireylerinden sağlık ordusu mensubu olanı, “çağdaş sağlık alt yapısı”; adalet ordusu mensubu olanı “hukukun üstünlüğü alt yapısı”; eğitim ordusu mensubu olanı “bağımsız, bilimsel ve evrensel düşünen insan alt yapısı”; asker olanı, “güvenlik alt yapısı” aramakta ve haykırmakta haklı olacaktır.
Deprem; Erzincan’da, Adana’da, Dinar’da, Marmara’da, Tayvan’da, Meksika’da çağdaş mesajlarını veriyor. Yaşadığımız ve sorumlu olduğumuz toplum bu mesajları algılayabilecek değişim sürecini yaşıyor.
Ve deprem, çağdaş bilim düzeyinin geldiği aşamada, tüm mesleklerle ilgili kurumsallaşmanın alt yapısının ihtiyaç olduğunu seslendiriyor. Ve de DEPREM, adaletin tetiklediği hukuk, hukukun tetiklediği yasa, sivil örgütlerle donanmış sağlıklı bir toplumun tetiklediği ve evrensel ilkelerin yüceltebildiği bir ANAYASA mesajını veriyor.
15
önceki yazı