Tarih boyunca, insanın “özgür doğduğu konusunda” tüm insanlık alemi aynı görüşte olmuştur.
Bu yüzden insan hayatını özgür yaşamak ister.
En tutucu insan karakteri bile özgürlükten söz etme ihtiyacı duyar.
“Mahşeri Vicdan” da bu gerçeği onayladığı için, Birleşmiş Milletler Evrensel Beyannamesi’nde insan hakları doğuştan, doğal ve evrensel olarak algılandığından, değişmez ilkeler olarak kayda geçirilmiştir.
Ne var ki, insanlık tarihi “Evrensel insan Hakları”nı ihlal eden insanların var olduğunu da kayda geçmiştir.
Bu kayıtlardaki bilgiler, insan haklarını ihlal edenlerin, ideolojik yaklaşımlarla meşrulaştırmaya çalıştıkları dünya görüşlerini, başka dünya yorumu yapan görüşlere dayattıklarına ilişkin yorumlarla donatılmıştır.
İdeolojiler fikir kökenlidir.
Bir insanın dünya ve evren yorumundan kaynaklanır.
İkinci insanla paylaşıldığında toplumsal sürece girer;
Diğer insanları yönetme ve yorumlarını onlara dayatma “ihtirasına” girdiğinde, “insan hakları ihlali” süreci başlar.
Bu anlayış “devlet” kavramı içinde yasalara da bağlanırsa, “devletçi devlet” hayali üretilir.
işte bu aşamada, “birey” görünmez, gösterilmez, benimsenmez, değerlendirilmez, gündeme alınmaz.
Bireyin sözleri, ihtiyaçları, istekleri, doğal hakları “ama, lâkin, fakat” mesajları ile yok sayılır.
Devlet öne çekilir.
Devlet kullanılır.
Devlet “bireysiz”miş gibi sevk ve idare(!) edilir.
Ve devletçilik meşrulaştırılmaya çalışılır.
Artık her yol mübahtır!
Devletin ali menfaatleri için birey (insan) harcanabilir.
Bütün yöntemler, bireyi ve haklarını harcamak için “devletçilik” adına olmazsa olmaz yaklaşımlardır.
Yöntemlerin en kolayı ve geçerlisi “darbelerdir”.
Elinizde silah vardır.
Muhatap(!) aldığınız insanın, bireyin, vatandaşın elinde silah yoktur.
Elinizdeki silahı tutan, vatandaşınız(!) olan bireyin çocuğudur.
Bu yüzden vatandaş size silahla karşı koymaz.
Size saygılı görünür.
Amacı kendine silah dayatan “devletin” elinde olan çocuğunu korumaktır.
Daha değerli bir varlığı yoktur.
Bu yaklaşımını devletçi zihniyetin her yönetiminde tekrarlar.
“Vatan sevgisi imandandır” anlayışı ile ülkesine sahip çıkma felsefesini yaşam biçimine dönüştürür.
Aç kalır, sabreder.
Tutuklanır, çile çeker, işkence görür.
Yıllar sonra beraat eder;
“Vatan sağ olsun” der, içine atar.
Malı mülkü yok olur, ses çıkaramaz.
Çocuklarını beslemek için çöplükten ekmek toplar, pazar artıklarını filesine doldurur, kendisi yemek yemiş gibi rol yaparak evini geçindirir(!)
Yine de “devletçi devletine” saygıda kusur etmez.
Ve bir ömür boyu “doğal haklarını koruyan” bir devletin gerçekleşmesi için bekler.
Ancak şunu söyleyemez:
“Nasılsanız öyle yönetilirsiniz”.
Çünkü yöneten de kendi çocuğudur.
Ve kendi çocuğunun, “devletin adamı” olma yerine “DEVLET ADAMI” olması için dua etmeye devam eder.
“Balyoz” devletin adamından çıkar, “devlet adamı” marifetiyle “Evrensel insan Hakları”nı gerçekleştiren sistem geliştirilir.
Saygı ve sevgiler…
26
önceki yazı