Üniversitelerde ve tıp fakültelerinde 1 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren “tam gün yasası” ile birlikte yasa öncesinde zaten tam gün çalışanlar için nelerin değişip nelerin değişmediği hakkında erken süreçte bir yorum yapabilmek için kanımca 7 ay yeterli bir süredir.
Yeni sistemin tümüyle döner sermaye kasasına giren nakit paraya ve sonrasında yönetim kurulu kararlarına bağımlı olduğu, ancak çoğu tıp fakültesinin döner sermayelerindeki paranın çeşitli nedenlerle pek yeterli olmadığı, üretilen akademik ve klinik hizmetler karşılığı dağıtılan katkı paylarının kasadaki bu kısıtlı paraya göre, her ay değişkenlik gösterdiği ortadayken ve sistemin çok büyük oranda niceliksel kavramlar üzerine kurulu olduğu, üretilen akademik ve klinik hizmetlerin niteliği ve risklerinin arka plana atıldığı da göz önündeyken, öğretim üyelerinin çoğunluğunun yeni katkı payı ödeme sisteminden hoşnut olduğunu söylemek oldukça güç görünmektedir. Aynı akademik ve klinik hizmet değişik kurumlarda değişik karşılıklar bulabildiği için yurt çapında bir standardizasyondan da bahsetmek olası değildir. Bunun yanında eğitim-öğretim ve araştırma puanlarının klinik hizmet puanları yanında oldukça düşük olması da üniversite ruhuna aykırılık teşkil etmektedir. Örneğin; bir saatlik teorik ya da uygulamalı ders ile 1 saatlik ameliyata verilen puan (=para) arasında önemli farklılıklar vardır. Ya da aylar, belki yıllar süren bir emekle üretilen bir uluslararası bilimsel makaleye verilen aylık puan (=para) ile yaklaşık 2-3 saatlik bir ameliyata verilen puan (=para) hemen hemen aynı düzeydedir. Bir üniversite öğretim üyesinin 2547 sayılı Yasa gereği birincil görevinin eğitim-öğretim ve araştırma olması gerçeği ortada dururken, yeni sistemde bir öğretim üyesinin bu birincil görevlerine günlük mesaisinin büyük bir bölümünü ayırması demek, alacağı ek katkı payı ödemesinde düşüş yaşaması ile eş anlamlı olmaktadır. Yıllık izinlerde, hastalık raporlarında ve bildiri sunumu, davetli konuşmacı ya da oturum başkanlığı görevi olmaksızın yapılan bilimsel toplantı katılımlarında ek ödemelerde kesintiye gidilmesi de öğretim üyelerinin akademik motivasyonunu azaltabilecek önemli etkenler olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, tıp fakültelerinde çalışan öğretim üyelerinin tuttukları icap nöbetleri için ek katkı payı ödemesi alamamaları ve bunun için hâlâ bir düzenlemenin yapılmaması da düşündürücü bir durum olarak ortada durmaktadır.
Araştırma görevlilerinin ek ödemelerinde yüzdesel olarak bir iyileşme olduğu görülmektedir. Ancak harcanan fiziksel emek, üretilen klinik hizmet ve üstlenilen riskler göz önüne alındığında araştırma görevlilerinin hakkaniyetli bir ek ödeme aldıklarını söylemek pek olası değildir, çünkü araştırma görevlilerine ürettikleri klinik hizmetlerin karşılığı olarak B puanı yönetmelik gereği verilmemektedir.
Kanımca en üzücü noktalardan birisi, yerlerinin doldurulmasının oldukça zor olduğu bir kısım değerli öğretim üyesinin görevlerinden istifa ya da emeklilik yoluyla ayrılmasıdır. Bu değerli öğretim üyelerinin devlet üniversitelerinden ayrılmak zorunda olmasına “Nasılsa birisi gider, başkası gelir” yaklaşımı ile bakmak tıp fakültelerinin geleceği açısından bir hata olacaktır. Yeni katkı payı ödeme sisteminden temel tıp bilimleri ve özellikle de klinik hizmet üretmeyen temel tıp bilimleri ana bilim dallarının öğretim üyeleri maddi açıdan genellikle mağdur olmuşlardır. Bu gidişle bu ana bilim dallarında çalışmak isteyen öğretim üyesi sayısı giderek düşecektir. İkinci olarak, daha önce tam gün çalışan ve 2547 sayılı Yasa kapsamında üniversite hastanesinde özel muayene ve özel ameliyat yapan klinik dallardaki öğretim üyelerinin de büyük bölümü bu yasal hakları ortadan kalkınca, aynı, hatta daha fazla klinik hizmet üretmelerine karşın maddi olarak mağdur olmuşlardır ve söylenenlerin aksine bu maddi kayıpları yerine konamamıştır. Sistem niceliksel öncelikli ve ağırlıklı olduğu için hastaneye daha fazla para, hekime daha çok puan (=para) kazandıran, ancak insan emeğinden çok teknoloji gerektiren, daha az risk üstlenilen ve daha az fiziksel emek gerektiren girişimler bir bölüm öğretim üyesi için maddi açıdan olumlu gelişmeler getirmiştir. 1 Şubat 2011 sonrasında aynı akademik ve klinik hizmeti üretmelerine karşın ek ödemelerinde yeni sistemdeki çeşitli sorunlara bağlı olarak değişik düzeylerde düşüş yaşayan öğretim üyelerinin yaşam standartlarını ve ailelerinin geleceğini daha düşük standartlarda yeniden kurmak durumunda olmaları kuşkusuz onların eğitim-öğretim, araştırma ve sağlık hizmeti motivasyonları üzerine de olumsuz etkiler yapmıştır ya da bir süre sonra yapmaya başlayacaktır. Muayenehane ya da özel sağlık kuruluşlarında çalışmayan tıp fakültesi öğretim üyelerinin gelir düzeylerinde düzenlemeler yapıldıktan sonra sıranın muayenehane ya da özel sağlık kuruluşlarında çalışan öğretim üyelerinin gelir düzeylerindeki gerekli düzenlemelere geldiği görülmektedir.
Peki tüm bu gelişmeler beklenmeyen gelişmeler midir? Aslında 6-7 aydır yaşanmakta olan bu gelişmelerin büyük bir bölümünü benim gibi sıradan bir öğretim üyesi bile Şubat 2011 öncesinde öngörebilmiştir. Merak edenler Medimagazin arşivlerine bakabilirler. Kanımca tıp fakültelerindeki öğretim üyelerinin çoğunluğunun onaylamadığı ya da mağdur olabileceği yeni uygulamaları onların hiç de hak etmediği bir tavırla ortaya koymak yerine, hiçbir kesimi mağdur etmeyecek, katılımcı, etkin, adil ve üniversite ruhuna uyan uygulamaların ortaya konulabilmesi var olan sorunların üstesinden gelinmesinde en önemli anahtar nokta olacaktır.