Toplumsal huzur ve mutluluğun oluşturulmasında, o toplumu oluşturan bireyler arasında adil bir gelir dağılımın sağlanması hayati öneme sahiptir. Toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi iktisadi alanda da adalet duygusunun tesisi toplumsal barışı perçinleyecektir. Toplumlar için adil bir gelir paylaşımı ise ancak hukukun egemenliğine saygı duyan, demokratik ve sosyal bir devlet anlayışı ile gerçekleştirilebilir. Çarpık bir gelir dağılımına sahip toplumların ve nihayetinde bu toplumların oluşturdukları devletlerin medeni dünyada yeri bulunmamaktadır.
Ülkemiz için Dünya Bankası verilerine göre 2020 yılı itibarıyla kişi başına düşen milli gelir düzeyi 8538 dolar olup bu rakamla ülkemiz dünya sıralamasında 192 ülke arasında 74. sırada yer almaktadır. Yine 2020 yılı verilerine göre Türkiye’nin gayri safi yurtiçi hasılası (GSYH) 717 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Türkiye G-20 ülkeleri arasında olup dünyanın en büyük yirmi ekonomisinden biridir. Aslında sadece yukarıda vermiş olduğum veriler göz önüne alındığında bile Türkiye’deki gelir adaletsizliği açık bir şekilde görülmektedir. Türkiye neden dünyanın en büyük yirmi ekonomisinden birine sahipken gelir dağlımı sıralamasında 74. sırada yer almaktadır?
Türkiye’de gelir dağılımı paylaşımında hem aynı coğrafyada yaşayan bireyler arasında hem de farklı coğrafyalarda yaşayan bireyler arasında uçurumlar bulunmaktadır. 2019 yılı verilerine göre Türkiye’nin en büyük 3 metropolü olan İstanbul, Ankara ve İzmir toplam ülke GSYH’nin yaklaşık %46’sını oluşturmaktadır. Yine İstanbul’un kişi başı GSYH rakamı ile Van, Şanlıurfa ve Ağrı gibi illerin kişi başı GSYH arasında yaklaşık beş kat fark bulunmaktadır. 2017 yılı verilerine göre ise de İstanbul’un yıllık hane halkı gelir düzeyi en yüksek ilçesi Beşiktaş ile (126 bin TL) en düşük ilçesi olan Arnavutköy (26 bin TL) arasında yaklaşık yine beş kat fark bulunmaktadır. 2020 yılı Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam milli gelirden aldığı pay yüzde 47.5 iken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay ise yüzde 5.9 olarak göze batmaktadır. Toplumun sosyal katmanları arasında gelir dağılımı konusunda denge gittikçe bozulmaktadır. İsviçre bankası Credit Suisse verilerine göre 2020 yılında Türkiye’de dolar milyoneri sayısı 2019 yılına göre 21 bin kişi artarak 115 bin 423’e yükselmiştir. Aynı kurumun açıkladığı bir başka çarpıcı veri ise Türkiye’deki en zengin yüzde 1’lik kesimin toplam milli servetin yüzde 42.8’ne sahip olmasıdır. Görünen o ki Türk toplumunun büyük kısmı çalışıp üretirken gelir pastasından büyük payı toplumun çok azınlıktaki bir kısmı almakta, gelir paylaşımı tabana yayılmamaktadır.
Ülkemizde toplum katmanları arasında gelir paylaşımı konusundaki adaletsizliğin tespitini yaptıktan sonra bunu olumlu yönde değiştirmek için yapılması gerekenleri sıralamak gerekmektedir. Öncelikle yapılması gereken kapsamlı bir vergi reformunun ivedilikle hayata geçirilmesidir. Vergi yükünün toplumun katmanları arasında adaletli ve dengeli dağıtılması gerekmektedir. Türkiye’de vergi yükü büyük oranda bordrolular olarak adlandırılan çalışanların üzerine yıkılmış durumdadır. Ülkede toplanan her 100 TL’lik verginin 21 TL’lik kısmı beyan esasına dayanan gelir vergisinden toplanmaktadır. Bu 21 TL’lik kısmın da 14 TL’lik kısmını bordrolular, 5 TL’sini ise yaklaşık 5 milyonluk gelir vergisi mükellefi ödemektedir. Görülmektedir ki bordrolu olarak çalışan emekçiler vergi koyucu otorite tarafından kümesteki kazlar olarak görülmektedir. Bunu belirttikten sonra Fransız Maliye Bakanlarından Jean Baptiste Colbert’i vergileme sanatı ile ilgili sözünü anmadan geçmek olmaz kanaatindeyim. Jean Baptiste Colbert’e göre vergileme sanatı, kazı bağırtmadan ondan mümkün olduğu kadar fazla tüy almaktır. Bu söz doğrultusunda mantıklı olan kümesteki aynı kazları sürekli acımazsızca yolmak yerine kümese yeni kazlar kazandırmaktır. Türkiye’de doğrudan gelir vergisi adil ve sağlıklı bir şekilde toplanamadığından devlet dolaylı vergilere (ÖTV.MTV,KDV) yönelmektedir. Türkiye’de dolaylı vergilerin tüm vergi gelirlerindeki oranı %70’ler dolayındayken bu oran Avrupa Birliği ülkelerinde %35’ler düzeyindedir. Adil bir gelir düzeyi için doğrudan vergi olan gelir vergisinin tahsilatına önem verilmeli, kazandığının vergisini ödeyen gerçek gelir vergisi mükellefli sayısının arttırılması ve dolaylı vergilerin azaltılması yoluna gidilmelidir. İlaveten devletin adil bir gelir paylaşımını sağlamak için vatandaşına nereden buldun sorusunu yöneltmekten daha doğal bir durum olamaz. Belirli bir tarih milat olarak belirlenip o tarihten sonraki servet hareketlerinin ve mülkiyet haklarının devlet tarafından sıkı kontrolü şarttır. Bu hususu bir örnekle açıklamak gerekirse bir vatandaşın 2025 yılında 5 milyon TL değerinde bir yat aldığı örneğinden yola çıkalım. Bu vatandaşın bu işlemden 5 yıl öncesine kadar (2020-2025) toplamda ne kadar gelir vergisi beyan ettiği araştırılmalıdır. Aynı durum her vatandaş için tüm taşınmaz veya değerli malların alım ve satımında devlet tarafından denetlenmelidir. Bunun yanı sıra devlet katma değeri yüksek ürün üreten ve ülkenin ihracatını arttıracak olan stratejik öneme sahip sektörlere destek vermelidir. Türkiye’nin bu konuda yapması gereken artık 1 ton buğday ihraç edip karşılığında bir cep telefonu alabilmek yerine, ileri teknoloji ürünlerinin üretilmesine ağırlık verilmesidir. Ülkenin artan ihracat rakamları ve verilecek cari fazla ülkenin zenginleşmesine, devletin vergi tahsilatının artmasına ve sonuç olarak vatandaşlarının refah düzeylerinin artmasına neden olacaktır. Gelir adaletinin sağlanması konusunda yapılması gereken diğer bir önemli etmen ise devlet katında israfa son verilmesidir. Vatandaşlardan toplanan vergilerin kamu yararı dışında kullanılması vatandaşların vergi ödeme konusunda şevkini kırmaktadır. Vergi denetimi konusunda da devletin titiz davranması gerekmektedir. Vergi denetim sistemlerinin güncelleştirilmesi ve ülke genelinde yaygınlaştırılması önemlidir. Vergi mükelleflerinin rastgele bir havuzdan seçilerek belki de on yılda bir denetime tabi tutulması yerine her vergi mükellefi yıllık olarak düzenli ve sıkı bir denetime tabi tutulmalıdır. Vergi kontrol mekanizmalarına vatandaşların da aktif olarak katılımı sağlanmalıdır. Vatandaşlar nakit kullanımı yerine kredi kartı kullanımı konusunda teşvik edilmeli ve kayıt dışı ekonominin önüne geçilmelidir. Ayrıca vatandaşlar vergi denetimi konusunda etkin bir ihbar sistemi içerisine dahil edilmelidir. Vatandaşlardan gelen geri bildirimler vergi denetim mekanizmalarınca hızlı ve etkin bir biçimde işleme konulmalıdır. Düzenli vergisini ödeyen vatandaş ödüllendirilmelidir. Sürekli af çıkartılarak vergisini ödeyenle ödemeyen arasında haksız bir rekabet ortamı yaratılmamalıdır. Bu vatandaşlar arasında devletin güvenirliliğini ve caydırıcılığını zedelemektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) yapılan bir araştırmada Amerikan vatandaşlarının devlet katında en çok vergi denetimi konusunda başlarının belaya girmesinden çekindikleri görülmüştür. Demokrasini ve insan haklarının en çok ilerleme gösterdiği ABD’de bile vergi konusunda devletin ve vatandaşın hassasiyeti bu denli yüksek düzeydeyken ülkemizde vergisini ödemeyip nasıl olsa 2-3 yıla af çıkar zihniyetinde olan kişilerin adeta ödüllendirilmesi kamu vicdanını yaralamaktadır. Yine büyük holding ve şirketlerin milyonlarca dolar vergi borcu silinip veya ertelenirken küçük veya orta ölçekli işletmelere vergi konusunda kolaylık gösterilmemesi hakkaniyet ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Devletin adaleti sadece adliye saraylarında değil kamu erkinin her platformunda hissedilmelidir.
Türkiye’nin gelir adaleti konusunda karnesi oldukça zayıftır. Bu konuda kamu otoritesinin ivedilikle adım atması ve günü kurtaran palyatif çözümler yerine sorunu kökten ele alan, kalıcı ve adil bir yaklaşım geliştirmesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki toplum nezdinde gelir adaletinin sağlanmaması o toplum için en büyük beka sorunudur.