Değerli dostlar, bugün biraz karamsar bir tablo çizerek yazıma başlıyorum. Görünüşte herkese açık hayatlar vardır. Göz önünde duran, göze batan, sürekli takip ettiğimiz, sürekli yargılayıp, kefen biçtiğimiz hayatlar. Tıpkı penceresi geniş bir eve benzer böyle hayatlar. Ama dışarıdan göremediğimiz, alacakaranlıkta kalmış yerleri de anlatmasını isteriz: Kendi içinden hayatın nasıl gözüktüğünü, yalnızken neler hissettiğini, herkesten saklayıp da vermediği cevapları, kalp çarpıntılarını. Günlükleri bizim için değerli kılan, bu tür soruların cevabını verecek bir belge niteliğinde olmasıdır. Bir toplumun çıkardığı zirveye ulaşan veya zirveden aşağılara yuvarlanmış insanların neler hissettiklerini ancak bıraktıkları günlüklerden öğrenebiliriz. Günlük bazen, parmağı adaletsizlikle kesilmiş bir insanın, akan kanını temize çıkaracak içli bir tutanağa dönüşür.
Bir film vardı hatırlarsınız. Bir nevi günlük niteliğinde ve Devrim Arabaları isimli. 16 Haziran 1961 Döneminin Devlet Başkanı Cemal Gürsel tümüyle yerli üretim bir otomobil yapılmasını emreder ve görevin TCDD işletmesine verildiği bildirilir. O gün orada bulunan 23 mühendis bu emri "Türk insanının makûs talihine karşı bir meydan okuma" olarak algılar. En küçük bir tereddüt ya da endişe sergilenmeksizin derhal işe başlanır. Çalışma mekânı olarak Devlet Demiryollarının Eskişehir’deki Cer Atölyesi seçilir. Zaman müthiş dardır. Ekibin Cumhuriyet Bayramı’na kadar yalnızca 130 günü vardır. Türkiye’nin ilk yerli otomobili olacak eserin adı da konmuştur: "Devrim". "Devrim Arabaları" azmin ve birbirine inanan insanların neleri başarabileceğini gösteren, bu topraklarda yaşanmış bir başarı öyküsüdür
Hikâye, bu aracı üretme görevini üstlenmiş 23 mühendisin kariyerlerini ve aile hayatlarını riske atarak girdikleri bu üretim macerasında zamanla, yoklukla, politikayla, karşılarına çıkan sayısız engelle mücadelelerini anlatır. Aslında anlatılan, bir inanç ve azim öyküsüdür. "Devrim Arabaları" Türk mühendisinin ve işçisinin, 20 sene öncesine kadar toplu iğne dahi üretemeyen bir ülkede kalkıştıkları bu meydan okumayı, bugün her şeye kolayca sahip olan nesillere, idealist zihniyeti ve zaferi de aktararak yaşattıkları bir birlik ve başarı öyküsüdür. Bugün Eskişehir TÜLOMSAŞ’ta sergilenen Devrim, hâlâ saat gibi çalışmaktadır. Filmde bir mühendislik başarısının, siyasi olaylarla baştan sona nasıl yok edilmeye çalışıldığı gözle önüne seriliyor. Türkiye’nin dışarıya bağımlılığını azaltacak bir proje olarak görünen bu olaya karşı ABD’den gelen yardım komiserlerinden, projeyi halkın gözünde küçük düşürmeye çalışan "medya"ya kadar birçok olgu başarıyla incelenmiş. Tüm azim ve fedakârlıklarına rağmen bu desteksizlik filmde şu sözle açıklanır: "Devlette hiçbir hizmet cezasız kalmaz."
Bu söz ne yazık ki çoğunlukla doğrudur. Teşekkür beklediğiniz kimi devlet hizmeti sizde baş ağrısı yaratabilir ve hizmetin devamında şevkinizi kırar. Çünkü gerçekte Thomas Hobbes’un söylediği gibi "Homo homini lupus" yani "İnsan insanın kurdudur." Belki de devamında şair Ataol Behramoğlu’nun da söylediği gibi "Bellum omnium cantra omnes" yani "Yatkındır savaşa birbiriyle herkes…"
Şimdi ne mi olacak, içiniz mi karardı? Benim de içim insanca yaşam adına daraldı. Daralsa da veya kararsa da içimiz, bu süreç hiç durmaz. Çünkü; "İnsan ütopyası olan varlıktır." Belki, yaşadıklarından, tarihten dersler, sonuçlar çıkarıp yeniden deneyecektir doğru bildiği ilkelerini, vazgeçmeden, pes etmeden. Önce biz insan olalım, ortak paydalarımızı genişletelim, farklılıklarımızı zenginliğimiz sayalım, el ele verelim, birlik olalım. Birlik güçtür. Bu nedenle "İnsan insanın kurdu" değildir, yaşam denen bu yolda olsa olsa yoldaşıdır, diyebilmeliyiz. Güzellik dolu bahar ayları dileklerimle. Esen kalınız.