Bu yazı bir tespit (saptama) yazısıdır. Bir tenkit yazısı değildir.
Ankara’nın önemli yapılarından biri Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi ana binası.
Avrupa’yı gezenler bilirler. Doğrusu binanın dış görüntüsünde bir “Avrupa havası” vardır.
Niçin olmasın?
Ünlü Alman Mimar Bruno Tauf’un mimari felsefesini taşıyor.
Bina 65 yıllık bina. Doğaldır ki yıpranmış bölümleri var. Tamiri için birkaç yıldır hazırlıklar yapılıyormuş. Tamirde hedef, özgün durumunu korumak ilkesinden sapmamak şeklinde belirlenmiş ve bu ilkelerde Kültür Bakanlığı’nın onayından geçirilmiş. Binanın iç yapısı yıllar içinde ihtiyaca göre yapılan mekan değişiklikleri de orijinaline benzetilmek amacıyla yıkılıp yapılacakmış. Eski eserleri koruma ve değerlendirme, yasaların güvencesi altında olduğu bilinen bir durumdur.
Bütün bu çalışmalar tarihi bir eseri müze haline dönüştürmeyi çağrıştıran çabalar gibi algılanma eğilimi taşıyor.
Bir müze için bu yaklaşım tarzı doğru olabilir ancak, Türkiye’nin ilk kurulan fakültelerinden olan Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin fakülte olarak devamı sağlanacaksa, 65 yıl önceki iç mekanlara dönüşün çağdaş değerini doğrusu merak ediyorum.
Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde mekan değişiklikleri de önem kazanıyorsa bu başka bir tartışma konusu olmalı.
Mimarlarımız, “yapılacak müdahalelerin mümkün olduğunca yapının özgün haline dönmesi şeklinde olacak” şeklinde sonuç bildiriyorlar. Örneklendirdikleri değişiklikler bize ilginç geliyor. “Örneğin dekanlık katı ortak bir kullanım alanıyken duvarlarla bölünmüş ve odalar çıkarılmış. Bu odalara ihtiyaç olduğu için kaldırılamıyor. Yapılacak çalışmalarda odalar arasındaki duvarlar kaldırılacak ve ana mekanın sürekliliğini destekleyecek şekilde camekanlarla bölmeler yapılacak. Bazı bölümlerde de niteliksiz eklentiler ve uygun olmayan müdahalelerle yapılan işler var. Bunlar iyi kullanılamıyordu. Bunlara bir örnek olarak,
Müzik Bölümü verilebilir. Burada kayıp mekanlar bulunuyor. Bir kazan dairesi var ve kullanılmıyor. Orasının daha iyi değerlendirilebilmesi ile ilgili değişiklikler yapıldı. Kulisteki tuvaletlerin de çağdaş hale getirilmesi sağlanacak.
Neden böyle bir yazı yazmam gerektiğini okuyucular merak edebilir. Açıklayacağım.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Hastanesi Cerrahi Onkoloji Bilim Dalı’ndaki odamın penceresinden Ankara Kalesi’nin çevresini saran gecekondular tüm görkemleri (?) ile sergileniyor. Onların da Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin binası gibi “tarihi eser” olduklarını düşünüyorum. En azından daha yaşlı oldukları konusunda kuşku yok.
Bir Alman Mimar 65 yıl önce bir tarihi eserin mimarlığını yapıyor.
Bizim mimarlarımız 65 yıl sonra o eserin özgünlüğüne kavuşması için seferber oluyor. Aynı yaştaki gecekondular ne zaman “özgün” mimari yaşamlarına kavuşacaklar?
Atmış beş yıldır bir “Türk Mimarisi” ortaya koyabilseydik hem Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Türk Mimarisine uygun yeni bir binasını dizayn ederdik hem de konutlarımıza da “özgün mimarlık felsefemiz” yansırdı.
Artık Türk Mimarlık sanatında “Mimar Sinan” efsanesinin yerine, çağdaş ve özgün Türk Mimarisinin üretilmesini beklemek hakkımızdır. Mimar Sinan’ı ancak bu şekilde çağımızda yaşatabiliriz.
Bu da tarihsel bir görevdir.
69