Bu köşe yazısının yazılış sebebi bazı kimselerin son zamanlarda ortaya attığı “din yorgunluğu” ve “din kirliliği” gibi kavramların “doğru bir tanımlama olup olmadığıyla” ilgili kanaatlerimizi paylaşmaktır.
Bazı kimseler “Müslümanların büyük bir kısmının içine düştüğü birtakım yanlışlara/hatalara bakarak ortada ciddi bir “din yorgunluğu/din kirliliği” olduğunu söylemekte ve kendilerince bazı “çözüm önerileri” sunmaktadır.
Oysa “din yorgunluğu/din kirliliği” gibi kavramsallaştırmalar “İslâm dini” için kesinlikle kullanılamaz. Zira “din yorgunluğu/din kirliliği” gibi nitelemeler isabetli değildir. Çünkü bu tabirlerle kast edilen ile İslâm dininin doğrudan veya dolaylı hiçbir alakası yoktur. Zira yaşanan sorunların nedeni “din” değildir, “sakat dinî anlayışlardır.” Bu bakımdan “din yorgunluğundan” veya “din kirliliğinden” söz edilmesi bir hatadır. Mezkûr sorunların sebebi “din istismarıdır”; bir başka ifadeyle din istismarcılarının yaptıkları yanlış/hatalı/eksik din yorumlarıdır; yarım hocaların neden olduğu sakat dinî algılardır; hoca müsveddelerinin savunduğu problemli dinî anlayışlardır; din tüccarlarının yaydığı bid’at ve hurafelerdir.
Ancak mezkur kavramları işitenlerin ilk aklına gelen şey “dinin yorgun olduğu/dinin kirlendiği” gibi bir düşünce/izlenim/algıdır. Oysa bu, yanlıştır. Çünkü İslâm dini yorulmaz, kirlenmez, ancak dinin gereklerini yerine getirmeyen “Müslümanların din algıları/zihin dünyaları kirletilebilir. Bu bakımdan “din yorgunluğundan/din kirliliğinden” söz edilemez; ama Müslümanların zihnini kirleten veya onları yanlış dinî bilgilerle istismar eden bazı açgözlü din simsarlarının/din bezirgânlarının istismarından söz edilebilir.
Bu itibarla “İslâm’ı araçsallaştıran bazı müslümanların” yaptıklarına bakarak dinden uzaklaşan, dinden nefret etmeye başlayan veya dinle arasına mesafe koyan kimseleri “din yorgunu” şeklinde nitelemek kesinlikle doğru değildir.
Çünkü “Müslümanların hatalarına bakarak” dinden soğuduğunu söyleyenler ne hikmetse “sonradan görme zenginlerin yaptıkları hatalara/yanlışlara/rezaletlere/kepazeliklere bakarak” servetten/maldan/paradan soğumamaktadır. Aksine onlar, parayı daha çok sevmektedir. Burada tam bir çifte standart/ikiyüzlülük olduğu açıktır.
Dolayısıyla dinin kirlendiğini, bu yüzden dinden soğuduğunu söyleyenler iyi niyetli olmayan, işin kolayına kaçan, suçu ve suçluyu başka yerde arayan kurnaz, hokkabaz, vurdumduymaz ve cahil kimselerdir. Bunlar büyük bir yanılgı içindedir. Nitekim her fırsatta İslâm’ı suçlu gibi gösterenler ve hataları ile yüzleşmekten kaçınanlar “sağlıklı düşünme kapasitelerini dumûra uğrattıkları” için önyargı ile hareket etmekte ve böyle yanlış bir sonuca varmaktadır.
Bu bakımdan aklı başında bir insanın alacağı ölçü/kriter/referans dine uygun yaşamayan yarım hacı, sahte hoca, sözde akademisyen veya gösterişçi dindarların yapıp ettikleri değil, Kur’ân ve sahih sünnetin ilkeleridir. Bir başka ifadeyle model alınması gereken “günahkâr ve hatalı müslümanlar” değil, Hz. Muhammed Mustafa’nın ve müttakîlerin örnek yaşam tarzıdır.
Dolayısıyla öncelikle problem doğru teşhis edilmelidir. Çünkü tarihin her döneminde müslümanlar arasında bitip tükenmek bilmeyen kısır tartışmalar, kendi din anlayışını hakikatin ölçüsü gibi takdimler, buna uymayanlara yönelik ithamlar, ötekileştirmeler, dışlamalar, tekfirleşmeler, dinin ticarî ve siyasî emellere alet edilmesi gibi yanlış uygulamalar hep olagelmiştir. Bütün bunlara bakarak dinin yorulduğunu/dinin kirlendiğini söylemek ve bunu “din yorgunluğu/din kirliliği” gibi kavramlarla ifade etmek isabetli değildir. Zira yorulan veya kirlenen varsa bu din değil, dini istismar edenlerdir; onların peşine takılan cahil müslümanlardır ve bunları bahane ederek din ile arasına mesafe koyan yarım gönüllü inananlardır. Oysa bu adamların yanlışlarına bakarak dinle araya mesafe koymak akıl kârı değildir. Onların bu ifrat tutumları da başka bir yanlış ve akıl tutulmasıdır.
Diğer taraftan bu problemlerden kurtulmanın yolu “insanların dinin yakasından düşmesi, kendi iç çekişme ve tartışmalarında dinin temel kaynaklarının konuşulmaması, dinî simge, sembol ve kavramların kullanmaması” ise hiç değildir. Zira burada din istismarcılarına kızılırken “dinin emir ve yasaklarından hiç bahsetmemek veya daha az bahsetmeyi savunmak” olacak şey değildir. Bir yanlışı düzeltmek için önerilen şey bir başka yanlış olmamalıdır. Bu itibarla hatayı belirleyip onu ortadan kaldıracak tedbirler almak veya bunları açıkça konuşmak yerine “dinden hiç söz etmemek ve sorunları halının altına süpürmeyi teklif/tavsiye etmek” çare değildir. Bu, gerçek sorunla yüzleşmekten kaçıştır, suçluyu başka yerde aramaktır, samanlıkta kaybettiği iğneyi dışarıdaki sokak lambasının altında aramaktır.
Bu nedenle yapılması gereken gerçeği bütün çıplaklığıyla ve anlaşılır şekilde ortaya koymaktır. Çünkü doğru ortaya çıkınca yanlış kaçacak delik arar; hak gelince batıl zail olur.[1] Kur’ân-ı Kerîm ve sahih sünnetin ilkeleri, bir başka ifadeyle “gerçek din” insanlara en güzel şekilde anlatılırsa problemler büyük ölçüde çözülür/azalır. Din bezirgânlarının/din tüccarlarının/kendini dinin sahibi gibi gören şarlatanların foyaları meydana çıkar; aklı başında insanlar bunlardan uzaklaşır, böylece “dinin yorulduğu veya dinin kirlendiği” gibi iddialar da geçerliliğini tamamen yitirir. Zira hak din İslam asla yorulmaz, din yorgunluğu olmaz, din kirlenmez. Ancak dinin sırtından geçinenler, dini kirletmeye çalışanlar iyot gibi ortaya çıkacağı için sapla saman birbirine karıştırılmaz, böylece insanların daha doğru kararlar almasına imkân sağlanmış olur.
Bir başka ifadeyle bozuk gıda üretenlere kızıp insanları sağlıklı gıdadan uzak tutmak nasıl doğru değilse cahil müslümanlara kızıp dinî konuların konuşulmasına karşı çıkmak “Dini yorduk, artık susalım” demekte çare/yöntem değildir. Bu, bize göre saçmalamaktır. Çünkü nasıl sahte ilaç üretenlere kızıp insanları “gerçek ilaçtan” uzak tutmak doğru değilse cahil müslümanların hatalarına kızıp “dinî konulardan” az bahsetmeyi ya da hiç bahsetmemeyi savunmak da aynı şekilde doğru değildir.
Öte yandan “metal yorgunluğu”ndan veya “bahar yorgunluğu”ndan söz edildiği gibi “din yorgunluğu”ndan asla söz edilemez. Zira metal yorulmuşsa/yıpranmışsa yenisiyle değiştirilir; bahar yorgunluğu var ise bu yorgunluk dinlenerek atlatılır. Ancak “din yorgunluğu” olmaz, İslâm yorulmaz, tebdil ve tağyir edilemez; İslam dini insanlara yorgunluk vermez. Batıda din (Kilise) yorgunluğundan söz eden düşünürler/sosyologlar olabilir. Ama İslâm dini ile muharref Hıristiyanlık bu şekilde kıyaslanamaz. Müslümanlar dinleri İslâm hakkında böyle bir tabir kullanamaz. Bazı müslümanların dini anlama ve yaşama problemi var diye “dinin yorgun olduğu/dinin kirlendiği” iddia edilemez; böylece din düşmanı ateistlerin eline malzeme verilemez. “Din yorgunu gençler” olduğu söylenemez. Zira dini yoran, kullanan, araçsallaştıran bezirganları veya onlara aldananları ifade edecek başka kavramlar üretmek yerine “dinin yorgun/dinin kirli/dinin sorunlu” imiş gibi gösterilmesi asla doğru değildir. Bize göre insanların zihnine böyle yanlış bir algıyı yerleştirmek ve yaygınlaştırmak büyük vebali gerektiren bir durumdur.
Nitekim üretilen kavramlar/yeni tanımlamalar insanların düşünce ve davranışlarını etkiler ve gidişatları/kaderleri de ona göre şekillenir. Örneğin Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun dikkat çektiği konu bu açıdan oldukça önemlidir. Zira Bardakoğlu; “İslâm Tarihi olmaz müslümanların yazdığı/yaptığı tarih olur”, “İslâm Hukuku olmaz müslümanların ürettiği hukuk/fıkıh olur” demektedir. Çünkü “İslâm Tarihi” veya “İslâm Hukuku” denilince müslümanların yaptıkları bütün hatalar da İslâm’a mal edilmektedir. Bu nedenle “müslümanların o dönemde ürettikleri İslâm’a aykırı olmayan ictihad/fıkıh” denilirse sorun ortadan kalkar ve yanlış anlaşılmalar da kısmen önlenir.
Nitekim bazı müslümanlar “İslâm Hukuku” denilince “1200 sene öncesinin şartlarında yaşamış müslümanların kendi dönemleri için ürettikleri ictihadı” İslâm dininin şaşmaz “ilkesi/emri/prensibi/tavsiyesi” zannetmekte, farklı mezhepler birbirini ötekileştirmeye başlamakta, arkasından mezhep kavgaları/savaşları yaşanmakta, müslümanlar cahilce birbirini kırıp geçirmekte, boğazlamakta, bu arada “ictihad kapısının kapandığını” söyleyen zavallılar bile türeyebilmektedir.
Sonuç olarak, “din yorgunluğu” veya “din kirliliği” gibi tabirler İslâm dini için asla söylenemez/kullanılamaz. Kanaatimizce bu kelimeler yerine “din istismarcılığı”, “din istismarcıları”, “dini kirletmeye kalkışanlar”, “dini araçsallaştıranlar”, “dinin sırtından geçinenler”, “merdiven altı din tüccarları” veya “din bezirgânları” demek daha doğru olur. Batılıların kendi muharref dinleri için ürettikleri “din yorgunluğu” tabirini kendi Kiliseleri için kullanmaları ve bu nitelemenin de onların dinlerini/Kiliselerini ifade etmesi söz konusu olabilir. Ama aynı tabiri müslümanların İslâm dini için kullanmaları asla doğru olamaz; zira İslâm’ın yorgunluğundan/kirlenmişliğinden/kirletilmişliğinden söz edilemez. Çünkü kıyamete kadar tüm insanlık için geçerli tek ve hak din İslâm’dır ve İslâm’ın yorulması/kirlenmesi/kirletilebilmesi asla söz konusu değildir. Eğer öyle olsaydı sahâbe ve tabiîn nesli arasında siyasi nedenlerle cereyan eden Cemel, Sıffın, Harre, Kerbela vb. savaşlar/facialar sonrasında “ortada din diye bir şey kalmaz”, din yorulur, din kirlenir, din bitkin düşer, din yok olup giderdi. Ama bugün hâlâ samimi müslümanlar varsa -ki var- bu durum göstermektedir ki, “din yorgunluğu/din kirliliği” asla söz konusu olmamıştır ve olamaz. Samimi müslümanları lüzumsuz söylemleriyle yoran ve er geç yok olmaya mahkûm olanlar din istismarcılarıdır/dinin sırtından geçinenlerdir. Kaldı ki kıyamete kadar da bu din simsarları hep olacaktır; ama bu zavallılar ve onların peşinden gidenler ahiret günü bu yaptıklarının hesabını veremeyecek ve imtihanı kaybetmekten kurtulamayacaklardır.
[1] İsrâ, 17/81.