Genel kabule göre ahlakın temeli ve kaynağı dindir. Her toplumun din ve inançları ona bir takım davranış, düşünüş ve uygulamaları Allah/Tanrı/Yaratıcı/Vicdan adına emreder ya da tavsiye eder. Ancak ahlakı hep din ile ilişkili konuşmak tartışmalıdır. Felsefî derinliği olan ahlak, toplumların, coğrafyaların yüzlerce yıl içinde ortaya koyduğu birikim içerisinde şekillenen davranış biçimleri haline gelmiştir. Yaşadığı toplumun inanç, gelenek ve göreneklerini benimsemeyen bireylerin ahlakını da içselleştiremeyeceği açıktır. Ancak buna rağmen sosyal hayat içinde dindarlık ile ahlakı özdeşleştirmenin doğru olmadığı kanaatindeyiz. Diğer bir ifade ile her ahlaklı olanın dindar olduğu ya da bunun zıddının doğru olduğu söylenemez. Peki bu durumda dindar kime denir? Dindar, kısa tanımıyla inandığı dinin gereklerini yerine getiren kişiye denilir. Bunu İslam kaynakları açısından ele alırsak şöyle açıklayabiliriz: Kur’an’da bugün Türkçe’ de kullanılan dindar kelimesinin tam karşılığı yoktur. Buna mukabil “takva” kavramı vardır. Takva “Allah’tan sakınmak” anlamına gelmekte ve “Allah’tan sakınarak, O’nun sevgisini ve merhametini kaybetme korkusuyla günahtan elini, dilini çekmek” anlamına gelmektedir. Bunu gerçekleştiren kişi de “takvalı”, “kâmil insan” olur. Esasen dindar kişi yerine “kâmil insan” demek daha doğru olur.
Riyâkârlık (Gösteriş) ile dindarlık ve takva asla bir arada bulunamaz.
İnsanlarla ilişkilerimizde Hz. Ömer’in dediği gibi “İnsanların ibadetlerine değil, ahlaklarına bakın” düsturundan hareket etmek gerekir. Zira dindarlığın sahtesi olur, ancak ahlakın sahtesi olmaz, olsa da kendini hemen ele verir. O halde kişi sözüyle ve davranışları ile kul hakkı (insan hakkı) na uyup uymadığını ortaya koyar. Ahlakî zaafları olan bir kişinin öncelikle dinine de zarar verdiğini unutmamak gerekir. “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” diyen Hz. Peygamber’in bu sözünü iyi anlamak gerekir. Namazı, orucu ve diğer ibadetleri tamamlamak üzere gönderildim demiyor. Yani bir bakıma ahlakı ibadetlere önceliyor.
Dindarlık Türkçe ’de ‘dinine düşkün’ olma durumunu tanımlarken takva ‘Allah’tan sakınma’ halini açıklar. Dolayısıyla ‘inandığı dinin gereklerini yerine getirme hususunda hassas kişi’ demektir. Bunun kesin bir ölçüsünü ortaya koymak zordur. Bir kişinin riyakâr olup olmadığını da anlamak kolay değildir. Halbuki ahlak insanın suretinden ve siretinden, çevresiyle ilişkilerinden anlaşılabileceğini de gözlerden uzak tutmamak gerekir.
Her nedense ahlaklı insan olmak Kur’an’da olduğu şekliyle bizim kültürümüze girmedi. Hep dindarlık üzerinden anlaşıldı. Kavramlar tasavvurumuzu inşa ettiğine göre esasını insanın özünden alan ahlak yer almadığından iyi insan yetiştiremedik. Örnek insan böyle bir insan olmadı. Mutasavvıfların ‘kâmil insan’ tanımına da itibar edilmedi. Eğitimimizin daha ziyade öğretime dönüşmesi değerlerin benimsetilmesine olumsuz tesir etti. Metafiziğimizi ihmal ettik. Metafiziğimizden fiziğimize yöneldik. “Bugün ne giysem” esas gündemimiz oldu. ‘Bugün Allah için ne yapsam’ diye bir hayat felsefemiz olamadı. Ya da “Bugün insanlara nasıl bir faydam oldu” şeklinde bir derdimiz pek kalmadı. Vaaz kürsülerindeki anlatımlar cami kapısından dışarı çıkmadı. Edep, âdâp ve erkânı unuttuk. Türk kültürüne değil, popüler kültürün rüzgarına kapıldık.
Oysaki ahlak insanlığını, İslamlığının/Müslümanlığının önüne almaktır. Dinler ahlak üzerine inşa edilir. Çünkü dinler hayatı tesis eder. Ahlakın yıkıldığı bir toplumda her şey yıkılır. Ahlak sadece dindarlara değil, herkese lazımdır. Her insan kendisi için kutsal olan neyse onun üzerinden ahlakını tesis eder. Hiçbir din ahlaksızlığı emretmez. Diğer bir ifade ile dindarlık ahlaklı olmanın garantisi değildir.
Peygamberlerin insanlığa öğrettikleri en önemli düstur “Kork Allah’tan korkmayandan, korkma Allah’tan korkandan” şeklindedir.
Allah’a, yaratıcısına, Tanrı’ya hesap verme duygusunu taşıyan her insan için ahlaklı yaşamak bir ödevdir.
Ahlakın içine hayata dair her şey girer. Liyakat, düzenli yaşamak, itidalli olmak, saldırgan ve ayrıştırıcı (fitneci) olmamak, insanlarla alay etmemek ve bunun gibi pek çok konu. Ahlakın öncelemediği bir eğitim sistemi kendine, ailesine ve ülkesine faydalı bireyler yetiştiremediği gibi bilakis suç işleyen fertler yetiştirir. Ahlaklı olmak her şeyden önce eğitimli, sorumluluk sahibi ve yasalara saygılı olmak bilinciyle mümkündür. Merhum Erol Güngör’ün ifade ettiği gibi, “İnsana ahlakî şahsiyetini asıl veren yer, onun yakın çevresidir. Ailesindeki büyükler, okuldaki öğretmenleri ve birlikte bulunduğu arkadaşları.”[i]
İş ve toplumsal ahlakı yerleştirmiş toplumlar kalkınır. Liyakatsiz işe yerleştirmelerin, atamaların olduğu ve yaygınlaştığı, hukukun üstünlüğünün olmadığı toplumlar sefalete ve ayrışmaya mahkûmdur. Ahlakın, hukukun egemen olduğu toplumlarda deprem, sel ve benzer felaketlere yol açan ihmaller ya olmaz ya da çok az olur. Bu açıdan bakıldığında fert ve toplum olarak kurtuluşumuz ahlak ve liyakat temelli bir bakış açısı ve iş yapma becerisiyle mümkün olacaktır.
İnsanlar dinlerin/inandıkları dinlerin dediğinin aksine yapıyorlar. Oysa inanmak dış dünyadaki kötülüklerle aramıza deyim yerindeyse kalın bir perde çekmekle mümkün.
İslam dini “Anne-baban ve akrabaların aleyhine de olsa doğruluktan ayrılma” der.
17. yüzyıldan itibaren yaşadığımız temel mesele her alanda gerilemeye ve çöküşe doğru yol alan ahlakımız olmuştur. Devlet hayatında, toplumsal hayatta, ilim ve kültür hayatında hülasa hayatın tüm cephelerinde noksanlaşan, noksanlaştıkça güveni de azaltan şahsiyet erozyonu olmuştur. Nitekim Kâtip Çelebi buna işaret ederek; Girit’in alındığını ancak maliyenin tükendiğini, ilmiye sınıfının gerilediğini ve beşik ulemasının ortaya çıktığını, dinî alanda yapılan kısır birtakım tartışmaların toplumda kutuplaşmaya neden olduğunu belirterek bunları dönemin padişahına rapor eder.[ii]
Hz. Peygamber,
“Sizin en hayırlınız kadınlarına en hayırlı olanınızdır.”
“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.”
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyor.
Ahlaklı toplum oluşturmada rol modellerin olması çok önemlidir. Ahlak okuyarak öğrenilmez. Sadece farkına varılır. Güzel davranışlar görülerek ve izlenerek öğrenilir. Bunları pekiştirecek eğitimciler de gereklidir. Doğru söylemeyi en kritik yerlerde bile öne almak lazımdır. Yapılan yanlış işi bile doğru söyleyecek, itiraf edecek cesaretli nesiller yetiştirmek gerekir.
Ahlakî çürüme toplumları içten çökertir.
Ahlaksızlık sadece cinsel eylemlere indirgenemez. Cinsel eylemler içinde de sadece kadına özgü görülmez.
Erkek için de ahlaklı ve namuslu kavramları kullanılmalıdır.
Ahlak, toplumsal aidiyet ile de şekillenir. İnsanları tanımak ahlakları ile olur. İbadetleri ile olmaz. “Sen yüce bir ahlak üzeresin” ayeti Hz. Peygamber’e bir hitaptır. Kalemler onun ahlakına duyulan hayranlığı yazar. Peygamberler güzelliklerle insanı buluşturan vuslat rehberleridir. İnsanlığın zirvesi peygamberlerin ulaştığı ve ideal olarak belirlediği çizgidir. Bu sebeple insanları, zirvede olanlar, zirveye tırmananlar, zirveden yuvarlananlar, zirveye tırmanmaya yanaşmayanlar olarak ayırmak mümkündür.
‘İyi insan olma/yetiştirme’ projesi olarak ahlak, esasen her ailenin, toplumun, devletin birinci ödevidir. Bunu, eğitimi, eğlence programları, TV dizileri, basını olmak üzere topyekûn bir seferberlik ile sadece normlarında yer vermekle değil, her konuda, her vesile ile gerçekleştirecek bir duyarlılığa sahip olmakla gerçekleştirebiliriz.
Sözlerimi merhum Milli şairimizin şu mısraları ile bitirmek istiyorum:
Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdân’ın
Ne irfanın kalır tesiri katiyen ne vicdanın. (Mehmet Akif Ersoy)
[i] Erol Güngör, Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak, (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1997), 17.
[ii] Mehmet Nadir Özdemir, Kâtip Çelebi, (İstanbul: Siyer Yayınları, 2022), 24-47.