Tengri, Zerdüştlük, Budizm veya Mâni dinleri inancında iken, mecburen Emevi baskılarına boyun eğmek durumunda kalan Yörük veya Türkmen olan Türkler ise, Emevilerin şekilci İslâm’ını değil, Kur’an’ın ahlâkî yönünü benimserler ve iktidarın muhalifi konumundaki Hz. Ali ile çocuklarının mağduriyetlerine ve gördükleri zülüm karşısındaki savunma ve tavırlarına sahiplenirler. Hz. Muhammed’in kan soyu demek olan Fatma, Ali, Hasan ve Hüseyin’in olduğu Ehl-i beyt’e ve bunların soyuna yapılan Emevi zulümleri arttıkça, onlara olan bağlılık ve sevgi de Türklerde artmıştır. Hatta 750 yılında Abbasiler ve Türkler birlikte hareket ederek Emevileri devirirler ve böylece Türklerin isteyerek Kur’an’a ve bildirilen İslâmlığa yönelmeleri artış da gösterir. İslâmiyete yönelenler hem kendi eski geleneksel inançlarını, hem de onlara uygun düşen Kur’an’ın muhkem /değişmez ahlâkî ana din kurallarını benimseyip her iki inancı harmanlarlar.
Böylece Türkmen Türklerde Arap ve Fars’lardan farklı bir İslâm inancı oluşmuştur. Bu harmanlaşmayı (1093-1166) Türkistan- Sayram şehrinde doğan, Yesi şehrinde yaşadığı için bu lakabı alan ilk Türk mutasavvufu Ahmed Yesevi olgunlaştırdı ve “Tasavvuf” dediğimiz Kur’an’daki muhkem /değişmez ana farz kurallara uymayı prensip edinerek sistemleştirdi. Bu yaklaşım, zaman içinde “Yesevilik” diye tanımlandı.
Harmanlanmış İslâm, Türkler arasında, Yesevi’nin öğrencileri olan Sufilerce yayılır. Ahmed Yesevi ve Bektaş-ı Veli, Aleviliği, temelinde Allah ve insan sevgisi olan 4 kapı (Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat) ve 10 ardan 40 makam şeklinde toparlarlar. Şamanizmde olan müzik ve semah şeklindeki dinsel ritüelleri de devam ettirirler. Kur’an’da “Salât” diye tanımlanan “Yardımlaşma ve dayanışma toplantı ve faaliyetlerini” de “Cem toplantısı” şeklinde uygulamaya başlarar.
Türklerin inancında, Kur’an’da olduğu gibi Tek Allah’a iman ilk şarttı. Bu inanca göre, Allah’ın yansıması Evren’de, İnsan’da ve her şeyde, her yerdedir. Kurban kesilir, kadın ve erkeklerin birlikte ibad ve ibadet /kulluk etmeleri, dua ve şekilsel ritüellerin yanında, müzik ve Anadolu Aleviliğinde olduğu gibi semah şeklinde ifade edilir.
Tengricilikte olan Kamlık /Şamanlık da, Din adamlığı ve Şeyh-Dede-Veli-Derviş-Ermiş-Baba-Eren-Hoca-Molla şeklinde devam ettirilmiştir. Mahşer ve hesaba çekilme inancı ile yazıcı Melekler olduğu, Cennet (Uçmak), Cehennem (Tamu) olduğuna inanırlar. Hem dualarını hem de Kur’an’ı ana dilleri olan Türkçe okumak vardır.
Bu sayede Türkçe’nin devamlılığı söz konusu olmuştur. Yine Türklerde Üç damga denilen “Eline-diline-beline” prensibi temel prensipleridir. Yine Türklerden, cenaze nedeniyle helva dağıtmak, ölünün 7 ve 40. günlerde anılma toplantısı yapmak, ibad ve ibadet etme /kulluk etme ve duaları ile Kur’an’ı ana dilleri olan Türkçe okuyup anlamak ve öğrenmek, Ribat adını verdikleri sosyal yardımlaşma ve dayanışma toplantılarını, Kur’an’da istenen ve Hz. Muhammed’in titizlikle yerine getirmiş olduğu SALÂT uygulamasının aynısı olarak devam ettirmek gibi adetler alınmıştır.
Aynı yıllarda Medrese Sistemini başlatan ve akılcılığı değil de Din temelli bilgi sahipleri diye kabul edilen ulemaların görüşlerini ön plana alan Büyük Selçuklu Sadrazamı Nizamül Mülk (1018-1092) ve Gazali (1058-1111) tarafından yaklaşık 200 yıl önce Hanefi (609-767), Maliki (712-795), Şafi (762-820) ve Hanbeli (780-855) olarak gruplaşmış mezhepler, “SÜNNİLİK” başlığı altında tanımlanmaya başlanmıştır. Ve birlikte Hz. Ali taraftarları dışlanmaya devam ettirilmiştir.
Buhari-Davut-İbn Mace, Müslim-Tirmizi ve Nesai olmak üzere 6 kişinin ayrı ayrı kitaplarını Buhari 830’lu yıllarda tek kitap halinde ve KÜTUB-İ SİTTE ismi ile gerçekleştirmiştir.
Peygamberimize atfedilen bazen Hadis, bazen de Sünnet denilen sözlerin bulunduğu bu kitabı önemseyip Kur’an’ın yanına da koyan görüşte olanlar SÜNNİ olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Tabi Hz. Ali taraftarlarını dışlama böylece yeniden hız kazanmaya başlamıştır. Dört mezhep de Sünni Mezhepler şeklinde tanımlanır olmuştur.
Zamanımızda Hanbeli’lik mezhebi, Selefi’lik-Vahhabilik (Ehl-i Hadis – Hadis taraftarları) ve Eş’ari’lik şeklinde devam ettirilmektedir.
Diyebiliriz ki Anadolu Türkmen Aleviliği, Anadolu Sünni toplumu olumlu etkilemiştir ki Sünni toplumda da Muaviye, Yezid, Mervan gibi Emevi ve Abbasi isimleri kullanılmamaktadır.
Yesevilik, Moğollar’ın istilası (1216) ile olan göçlerle Afganistan (Horasan) ve Azerbeycan Türklerine (Türkmen) yayılır ve böylece Ahmed Yesevi, Alperen denilen Türkistan ve Horasan erenlerinin önderi kabul edilir.
Yesevilik, 1200 yıllarından itibaren Türkistan ve Horasan’dan Mevlâna (1207-1273), Bektaş-ı Veli (1281-1338), Sarı Saltuk, Ahi Evren, Pir Sultan (16. yüzyıl), Otman dede, Baba İshak, Osmangazi’nin kayınbabası Ede-Bali, Geyikli Baba, Dede Kargın ve Yunus Emre ile Anadolu ve Balkanlara Alevi-Bektaşilik olarak yayılır. Ancak bunlardan Mevlâna’nın uygulamaları, müzik olarak Ney ve Semah gibi bazı yönleri ile farklılık gösterir.
Hz. Ali taraftarlarının Emevîler ile başlayan dışlanmışlık ve zulüm görmeleri, yıkıldıkları 1258 yılına kadar Abbasilerin değişen uygulamaları sonucu ve zaman içinde korumacılıktan yine dışlamaya dönüşmüştür.
Alevi sözünün bugünkü anlamda ilk kez Türkler tarafından kullanıldığını 941- 942 yıllarında bölgeyi gezen gezgin Abu Dulaf nakletmektedir. Hz. Ali taraftarları için ilk “Kızılbaş” deyimi, İran Türk Safevi devleti Hükümdarı Şah İsmail’in askerlerinin 12 dilimli kırmızı bir başlık /serpuş kullanmaları üzerine söylenmeye başlanmıştır. Ve siyasal bir adlandırmadır. Bugün de halen bazı Müslümanlar ‘Kızılbaş’ kelimesini ensest anlamında kullanarak büyük bir günah işlemektedirler.
Farsça şiir yazan Osmanlı Padişahı Yavuz ile bugün de konuşulan Türkçe ile yazan Şah İsmail, her ikisi de Türk oldukları halde, sırf mezhep farklılıkları nedeniyle birbirlerine düşman olmuş ve savaşmışlardı. Akabinde Anadolu’daki Alevilere olan kıyım daha şiddetlenmiş ve dağlara kaçmak zorunda bırakılmış ve haklarında bin bir iftira üretilerek ‘İslâm dışı, ahlâksız’ bir topluluk olarak dışlanmaları gittikçe artmaya başlamıştır.
1514 de Bektaşi – Sünni karışımı Osmanlı Yavuz Sultan Selim’in, Türk Caferî Alevî Safevi Devleti lideri Şah İsmail’i yenmesi ile Osmanlı’da Araplaşma ve yoğun Sünnileşme başladı ve Anadolu Alevi Türklerinin bir kısmı korkudan Sünni inanca dönmeye başladılar.
Çok zulüm görülen yerlerde Aleviler tarafından Cami, 5 vakit namaz, Hac ve bir ay Ramazan orucunun da takiyyesi başladı. Yine İbad ve ibadet /kulluk etmelerinin şekilsel olanlarını gizli yapmak zorunda kaldılar. Bu gizlilik ve ibad-ibadet etmelerini asırlarca kadınlı erkekli yapmaları nedeniyle ‘Kızılbaş’ kelimesinin “Mum söndü ve ensest” anlamında kullanılmasına maruz kalmışlar ve halen kalmaktadırlar.
Aleviler ayrıca, aynı anlamda olmak üzere Bektaşî, Şiî, Ca’ferî, Nusayrî veya Arapça konuşan Hatay ve Çukurova Alevileri, Rafizî, Kızılbaş, Çepni ve Tahtacı gibi kelimelerle de tanımlanmaktadırlar.
Sünni demek, Emevi ve Abbasi’ler döneminden başlamak üzere ve Osmanlı döneminde de devam eden ve özellikle bürokrat ve şehirli elit toplumlarca benimsenen ve şeriat diye tanımlanan hem Muhkem /değişmez ana kurallara, hem de bu ana kuralları gerçekleştirecek yöntemler olan Müteşabih /zaman ve zemine göre değişken olması gereken kuralları da dokunulmaz kabul edip öncelik veren demektir. Ayrıca Hadis veya Sünnet ismi altında tanımlanan ve Kütub-i Sitte ismi verilen kitabı Kur’an’ın yanında ikinci kitap kabul eden ve bu kabullerde farklı görüşte 4 mezhebe ayrışan bir yaklaşımdır. Peygamber, din denilen kuralları, Allah’ın kendisine vahyettiği gibi sadece Kur’an ile insanlara tebliğ etmiş ve kendisinin ayrıca din kuralı eklemesi yasaklanmıştır. Hadis ismi ile Hz. Muhammed sözü diye rivayet edilen ve vefatından 200 yıl sonra derlenen Kütub-i Sitte’de 5973 sözün sadece 856’sının Kur’an’a uygun olarak Peygamberimiz tarafından söylenmiş sözün Hadis (%14,5), 5117 sözün ise (%85’) 140’ının doğrudan Ayetler, 2790 sözün Hz. Muhammed, 1263 sözün ile farklı sahabe kişilere atfedilen ve Kur’an ile ilgisi olmayan Sünnet sözler olduğunu belirledim. Ve bu sözlerin Sünnet sözler, Peygamber’in ve o zamanki Arap toplumunun günlük yaşamlarına ilişkin bilgi veren sözlerdir. (G. Özdemir. Kütub-i Sitte’de Hadis ve Sünnet Sözler Gerçeği. İstanbul, Şira Yayınları, 2023). Sünni oluşu sağlayan, bu sözleri Kur’an’a uygunluk filtresinden geçirmeden olduğu gibi benimsemek demek olmaktadır.
Sünnilik
Yukarıda tanımladığım Sünni görüşte Tek Allah, Kur’an ile diğer Vahiy kitapları ve Hz. Muhammed öncelikli bütün Peygamberlere, Ahirete ve Meleklere iman görüşü vardır. Peygamberin sadece evlendiği Hatice, Ayşe ve Maria yanında, himayesine almış olduğu bütün hanımları ve çocukları Ehl-i Beyt olarak kabul edilir. Bu görüşlerini Kur’an’da geçen 3 ayetteki Ehl-i Beyt ifadesine dayandırırlar.
Kasas-12. Nihayet zaten Saray’da çalışmakta olan bebeğin ablası, “Sizin namınıza bebeğin bakımını üstlenecek ve onu iyi yetiştirecek ehl-i beytimden /ailemden birini tavsiye edeyim mi?” diye öneride bulundu.
Hud-73. Elçi melekler, “Sen Allah’ın işine mi şaşırıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi ev halkı /ehl-i beyt olarak sizin üzerinizedir. Allah, övgüye en lâyık olandır /Hamid’dir ve yücelerin yücesidir /Mecid’dir.
Ahzab-33….Ey Peygamber hanımları’ Evlerinizde de sorunlar çıkarmayın. (Şu anda şehirde birçok kabile grupları olduğu için de dışarı çıktığınızda) Eski cahiliye dönemindeki kadınlar gibi açık ve aşırı süslü kıyafetlerden sakının. Salâtı ikame edin (sosyal yardımlaşma ve dayanışma toplantılarınızı- Bazen Namazlı), zekâtı (sosyal faaliyetleri karşılamak üzere kazancınızın bir kısmını vermeyi) ihmal etmeyin ve Allah ile elçisine itaat edin, size bildirilenlerin dışına çıkmayın. Ey Peygamber evinin halkı /Ehl-i Beyt, Allah sizden kötülükleri gidermek ve sizi tamamıyla arındırmak istiyor..
Sünniler Hz. Ali, Fatma ile Hasan ve Hüseyin’e çok yoğun olmamak üzere ancak sempati duyarlar. Veda hutbesinde Hz. Muhammed’in Kur’an ile birlikte, Sünnet ismi altında tanımlanan yaşam özellikleri ile Hadis diye kitaplaştırılmış olan sözlerini ikinci kitap olarak emanet ettiğini ve bunların tartışılmaz olduklarını kabul ederler.
Bu kitap, 830’lu yıllarda Hz. Muhammed’in sözlerinin Buhari tarafından derlenen, ancak 900’lü yıllarda Kütub-u Sitte adıyla ve Peygambere aittir diye rivayet edilen 5973 söz şeklinde kitap haline getirilmiştir. Bu sözlerin bütününü tartışmasız doğru ve Hz. Muhammed tarafından söylenmiştir diye kabul ederler. Mezarlıkları genellikle Alevi-Sünni ayırımı olmaksızın aynı yerdedir, Türkmen şair ve Ozanlarını benimserler ve değer verirler, fakat toplantılarında yer vermezler. Yaratılan her şeyin yoktan var edildiği ve Allah’tan tamamen ayrı oldukları görüşündedirler, İslâm’ın 5-6 şartı olduğunu ve mutlak kaderin olduğunu ileri sürerler. Bilinci bulandırıcı etkili alkolü kullanmayı tamamen yasak kabul ederler, Kur’an’ın hem Muhkem /değişmez ana kurallarının, hem de Müteşabih araç yöntemlerini değişmez olarak görür ve uymayı savunurlar, Ramazan ve Kurban şeklinde 2 dinî bayramları vardır, Hz. Muhammed zamanında Kur’an öğretimi ile Tadarrulu /gövdeyi gittikçe eğip secde edilerek dua da edilen (Namaz) kubbesiz ve minaresiz sade bir ev halindeki mescit yerine, Emevi ve Abbasilerin başlattığı kubbeli ve minareli Camide veya bireysel kıldıkları 5 vakit farz ve sünnet namazları vardır. Kadının başını, hatta vücudunu örtme veya açık bırakma şeklinde farklı yaklaşımları söz konusudur. Nur-61’nci ayette yasaklanmış olan Haremlik-selamlık şeklindeki ayrışmayı uygulayan, uygulamayan da vardır.
Nur-61. Kör ile sakat olana veya hasta olana bu durumlarından dolayı olacak başarısızlıklarından dolayı bir sorumluluk /günah yoktur. Diğer bir uygulama olarak da kendi evlerinizde veya babalarınızın evlerinde, annelerinizin evlerinde, kardeşlerinizin evlerinde, kız kardeşlerinizin evlerinde, amcalarınızın evlerinde, halalarınızın evlerinde, dayılarınızın evlerinde, teyzelerinizin evlerinde, sorumlu olduğunuz evlerde ve güvenilir dostlarınızın /arkadaşlarınızın evlerinde birlikte yemek yemenizde bir sakınca /günah yoktur. Beraberce yahut ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca /günah yoktur. Bir eve girdiğinizde, orada bulunanları Allah‘tan iyi dileklerde bulunarak selamlayınız. Allah size ayetleri /faydalı olacakları, aklınızı kullanmayı öğrenesiniz diye işte böyle açıklamaktadır.
Temelde 800’lü yıllardan itibaren Hanefi (aynı ekolü 936 yılından itibaren de aklı yetersiz gören Eş’arilik ve 944 yılında ölen Maturidî devam ettirir), Maliki, Şafi ve Hanbeli şeklinde önce 4 farklı Mezhep halinde ayrışmış olan Sünni toplumların bu ayrışmalarının esasına baktığımızda, bu ayrışmalarının Kur’an’ın Muhkem /değişmez ana kurallarında değil de, Müteşabih /değişken olan kuralları yanında, geleneksel uygulamalar veya şekilsel yaşam örneklerinden olduğunu görüyoruz. Zaten Hanefi mezhebi şeklinde gruplaşma, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin vefatından sonra iki öğrencisi tarafından ve Abbasi Halifesinin görüşlerine uygun olacak şekilde Ebu Hanife’den farklı görüşlerle oluşturulmuştur. Kaldı ki İmam’ı azam, sultanın bu farklı görüşlerine karşı çıkması nedeniyle hapsedilmiş ve ölüme terk edilmişti.
Yüze yakın olan bu farklılaşmalara birkaç örnek verecek olursak; Namaz kılanın önünden bir kişinin geçmesi, Hanefi mezhebine göre 40 kulaçlık mesafede, Maliki’ye göre 1, Şafi’ye ve Hanbeli’ye göre ise 3 kulaçlık mesafede olursa, Namaz geçersizleşir. Hanefilerde Namazı 12 nedenin, Malikilerde 3, Şafilerde 5, Hanbelilerde ise 8 nedenin bozduğu kabul edilir. İpek giymek Hanefi ve Malikilerde haram, diğerlerinde değildir. Yine Namaz sırasında “ahh-off” demek, Abdestin alınma sırası, Namazın bir veya iki yöne selam vererek sonlandırılması, Namaz kılmayana ne yapılacağı, erkeğin avret yerinin neresi olduğu, ölenin cesedinin başka şehre taşınıp taşınmaması, kanın orucu bozup bozmayacağı, sakal kesme konusu gibi şekilsel ve Kur’an temelli olmayan bu konuları çoğaltmak mümkündür.
Alevilik
Yıllar içinde Hz. Ali taraftarları, Ali-Hasan-Hüseyin ve Fatima sevgisinde birleşmelerine rağmen, yine zaman içinde yöntem olan şekilsel uygulama ayrıntılarında kendi içlerinde 3 ana grup halinde ayrışmış duruma gelmiş bulunmaktadırlar. Bunlar;
1) Anadolu Alevileri. Çoğunluğu Türkmen kökenli ve ancak Cumhuriyet’in sağladığı güvence ile artık köy ve kasabalardan şehirlere göç etme cesaretini göstermeye başlayan toplumdur.
2) Arapça bilen ve çoğunluğu Hatay-Adana ve Tarsus yöresinde yaşamakta olan Aleviler.
3) Şii-Caferiler. İran ve kısmen de Türkiye’de yaşayıp, 12 Alevi imamından Cafer-i Sadık’a ve görüşlerine bağlılıkları ön planda olanlar.
Bu 3 grup da temelde Müslüman’dırlar, bütün Peygamberlere inanırlar, Ahirete, Meleklere ve bütün vahiy kitaplarına iman ederler, Hz. Muhammed ile kan bağı olup Ehl-i Aba diye de tanımlanan Fatma-Ali-Hasan ve Hüseyin’den oluşmuş kabul ettikleri Ehl-i Beyt sevgileri oldukça yoğundur. Hz. Muhammed’in Veda Hutbesinde Kur’an’ın yanında Ehl-i Beyt’i de emanet ettiğini kabul ederler. Aynı hutbede yine damadı ve amcası oğlu Hz. Ali’yi kendisinin yerine Devlet başkanı tavsiye ettiğini de savunurlar. Bu yönde hakkının diğer Halifeler tarafından gasp edildiğini ve Peygamberin eşi Ayşe’nin de Hz. Ali’ye olumsuz davrandığını kabul ederler. Ayrıca 12 yaşından itibaren Hz. Muhammed’in yanında yetişmesi, dolayısıyla Kur’an’ı çok iyi öğrenmiş olması ve canını feda edecek kadar bağlı olduğuna dayanarak da ilk Halifenin Ali olması gerektiğini ve hakkının gasp edilmiş olduğunu savunurlar.
Her üç grup Kur’an’dan sonra Hz. Ali’nin vasiyetleri, mektupları, vecizeleri ve hutbeleridir diye Şerif Radiy Muhammed bin Hüseyin (969-1015) tarafından toplanan Nehcu-ul Belağa adlı kitap ile Cafer-i Sadık başta olmak üzere Ehlibeyt ve devamları olan imamların hadisleridir diye 900’lü yıllarda Muhammed Kuleyni Razi tarafından derlenen Usul-ül Kafi isimli kitabı önemserler.
1) Anadolu Alevileri
Özellikle temeli Ahmet Yesevi başlangıçlı ve daha sonra Bektaş-ı Veli, Dede Korkut, Sarı Saltuk, Taptuk Emre, Yunus Emre, Baba İshak, Dadaloğlu, Şah Kulu, Fuzuli ve Kul Himmet’lerin öğretisine dayanan Anadolu Alevilerinin çoğunluğu, Emevi-Abbasi’lerle başlayıp, Osmanlı Padişahı Yavuz’dan itibaren devam etmek üzere Osmanlılar döneminde de kovulmuş oldukları ve ötekileştirilmiş oldukları için genellikle köy ve kasabalara yerleşme durumunda kalmışlardır. Ayrıca Mescid veya Cami yerine, sonraları Hz. Muhammed zamanındaki toplanma evleri ve Mescitler gibi kubbesiz ve minaresiz olan ve Cem’ evi denilen gizlice toplanma evlerinde Allah’a ibad ve ibadet /kulluk etmelerini yerine getirmişlerdir. Ki bu yerler, Hz. Muhammed zamanındaki ilk gizli toplanma evleri veya daha sonraları olan kalabalığa uygun oluşan mescitlerde olduğu gibi kubbesiz ve minaresiz, sade ev şeklindedirler. Böylece Cem’ evleri, Camilerden farklı olmak üzere, bir nevi Kur’an’da salât diye tanımlanan birlik bilinci oluşturma, sosyal yardımlaşma ve dayanışma faaliyetlerinin gerçekleştirilmekte olunduğu ve sosyal problemlerin karara bağlandığı yerler olmaktadırlar. Yine Kur’an’a uygun, bu toplantılarda, maddî ihtiyacı olanın durumu değerlendirilir ve durumu uygun olanlar tarafından zekât diye karşılanır.
Anadolu Aleviliğinde Cem’ toplantısında uygulanan Semah, yüce Tanrı’nın zikredilmesidir. Bu zikir sadece dille yapılan bir zikir değil, tüm bedenle, ruh ve gönülle, olağan üstü bir coşku ve aşkla yapılan bir zikirdir. Artık anlaşılmıştır ki Evren’de atomdan Güneş sistemine dek her şey dönmektedir. Yani semah bütün evrenin yaptığı bir ibad ve ibadet etme /kulluk etmedir. Başka bir deyişle varlıkların ibad ve ibadet etmesi /kulluk etmesi semahtır. Cem toplantılarındaki Semah’ta ve İbad-ibadet /kulluk etmede kadın-erkek birliktedirler. Çünkü Alevilikte Can’a değer veren, insanı insan olduğu için önemseyen bir inanç temeldir ve “insan kardeşliği” düşüncesinde birleşilir.
Yine Kur’an’da “Üflediği Nefes” olarak tanımlanan bir özelliği ile Allah’ın İnsanda oluşu nedeniyle, “Kıble ve Allah’ın evi insanın kalbidir” derler ve birbirlerine yönelerek Kur’an’da tarif edilmiş olduğu gibi 3 ritüel olan kıyam, rükû ve secde ederler, dua ederler ve bu uygulama “Halka namazı” diye tanımlanır.
Bugün halâ Altay’da Şamanların dinî liderleri olan Kamlar, ayin sırasında semah dönmektedirler. Müslümanlık ile birlikte Türkler bu namazlarına ayetler eklemişlerdir. İslâm öncesi dönemde de namaz kılma, bir ibadet etme biçimi olarak bölge insanı tarafından uygulanmaktaydı. Nitekim bugün Süryani Hıristiyanlar ve Yahudiler, namazı andırır tarzda Kiliselerde ve Havralarda ibadet etmektedirler. Bin dörtyüz yıldır kılınan Namazın şekli Arap Yarımadasında yerel kültüre aittir ve asırlardır kılınmaktaydı. İslâm dini ile bunu değiştirip yepyeni bir tapınma biçimi getirilmemiş, sadece Kur’an’dan dua özellikli kısa sure veya ayetler eklenmiştir.
Anadolu Alevileri, Türkmen ozanlarını ve şairleri çok sever ve değer verirler, Cem toplantılarında yer verirler, Mezarlıkları Sünnilerle aynı yerdedir,
Allah’ın özellikle insanda tezahür etmiş olduğunu kabul ederler ve bu nedenle de insana çok değer verirler, yoktan var edilmenin olmayıp, bütün yaratılmışların Allah’ın bir tezahürü olduğunu benimserler, İslâm’ın şartları sadece 5 değil, 60 yıllık Kur’an araştırmacılığım süresince 440 sayıda olduklarını belirlemiş olduğum Kur’an’daki bütün Muhkem /değişmez ana kurallardır derler. Bu nedenle de özellikle ahlâka yönelik kurallara çok önem verirler ve buna dayanarak “Tasavvuf ve Sufiler” şeklinde bir yapılanmayı oluşturmuşlardır. Mutlak kaderin değil, erişkinlikten itibaren kişinin özgür iradesi ve eleştirel aklı ile kendi kaderini çoğunlukla etkileyebileceğine inanırlar. Şerrin doğrudan Allah’tan gelmeyip, insanın olumsuz nefsinden kaynaklandığını benimserler.
Sarhoşluk derecesinde alkol kullanmaya ve alkolizme karşıdırlar, fakat keyif sınırında az içki almayı ise kabul ederler. Ve bu kabullerini Bakara-219. ayette geçen “Alkol büyük haramlardandır /İsm’lerdendir, fakat azında da fayda vardır. Ancak zararı, faydasından fazladır” ifadesine dayandırırlar.
Bakara-219. Ey Peygamber! Yine insanlar, Sana aklı-bilinci-muhakemeyi bulandırıcılardan (alkol gibi bilinci bulandırıcı maddeden- Uyuşturucu hariç) ve kumardan da sorarlar. De ki; “O ikisi insanlar için büyük İsm’lerdendirler /başka günah işleme riskleri olan haramlardandırlar, fakat azında da faydaları bulunmaktadır! Ancak İsm özellikleri /olumsuzlukları, faydalarından daha fazladır”.
Kur’an’ın sadece Muhkem /ana kurallarını değişmez, tartışılmaz, her zaman ve her toplumda geçerli-uygun olduğunu, Müteşabihleri ise zaman ve zemine göre değişken anlamda da olabileceğini kabul ederler. Hz. Muhammed’i Kur’an’ın canlı uygulayıcısı olması nedeniyle, Hadis diye tanımlanan sözlerinin sadece Kur’an’a uygun ve ayetlerle bütünlük içinde olanlarını benimserler.
Ramazan ve Kurban Bayramları yanında daha fazla sayıda dinî bayramları vardır. Kadının başını din temelli düşünceyle türban ile örtmesi yoktur. Başını örtme dini değil, geleneksel ve yöresel baş bağlama ve yaşmak şeklindedir.
On iki İmama dayandırılan ve babadan oğula devam ettirilen dinî liderlik olarak Seyyidlik ve Dedelik vardır. Tarikatlaşma yoktur. Din eğitimi, musahiplik veya amcalık ile yapılmaktadır. Kur’an’ı okuma ve dinleme ile duaları, ana dilleri olan Türkçe’dir. Anadolu Alevileri, Araplaşmayı reddetmişler ve böylece Türk dili, bu toplum sayesinde din dili, ibad ve ibadet etme /kulluk etme dili olabilmiş ve bütün İslâm dünyasında Müslümanların, Arapça dışında din dili /ibad-ibadet etme /kulluk etme dili olarak kullandıkları yegane dil, Türk dili olmuştur.
Bu önemli konuya inşallah devam etmek üzere sağlıklar dilerim.
NOT- NÖVAK Vakfımızın kitaplarının gelirleri ile Eskişehir Tıp Öğrencilerine burs veriyoruz. Özel günlerinizde kitaplardan alır veya hediye ederseniz bize destek olur ve öğrenci sayımız artar: “DİN VE BEYİN”, “SON DAVET KUR’AN Tercümesi”, “KUR’AN KADINI KORUYOR”, “OKU! Konularına göre Kur’an ayetleri”, “TEVRAT VE İNCİL’DE ÖNCEKİ İSLAM”, “KUR’AN VE SON İSLAM”, “ALLAH İLE 7 KONUDA ANLAŞMAMIZ VAR”, “ALLAH’TAN ALACAKLI OL”, “ÖZDE DİNDAR, SÖZDE DİNDAR”, “ALLAH KİMİ SEVER, KİMİ SEVMEZ” ve “HADİS VE SÜNNET GERÇEĞİ”