Ramazan ayında ayın dolunay olduğu en az 3 günde ve 10 gün Muharrem orucu ile Şubat 13-14 ve 15. Günlerinde Hızır Orucu olmak üzere 3 çeşit oruç tutarlar. Bu ayrıntıyı açıklamadıkları için de sanki oruç tutmuyorlarmış gibi algılanırlar. Hızır orucunu, Peygamberin torunları olan Hasan ve Hüseyin’in yakalandıkları ağır bir hastalıktan iyileşmeleri nedeniyle Allah’a şükran borcu niyetiyle tutarlar.
Çok eşlilik değil, tek eşlilik söz konusudur ve boşanma toplumda hoş karşılanmaz. İkinci bir kadın almak bile “yol düşkünü” olmak sonucunu doğuruyor. “Yol düşkünü”, işlediği herhangi bir suçtan dolayı toplum dışına itilmek anlamını taşıyor.
Kur’an’daki Müteşabih /değişken kuralların ilk Arap toplumuna uygun olan ilk anlamlarını veya toplumda ve Devlette geçerli anlamları temelinde uyarlanmış kanunları kabul ederler. Zekâtı 1/40 oranında değil, daha fazlası ve kişinin gönlünden gelenine göre dinamik uygularlar.
Yine bu Alevilikte, Allah’a kulluğu ifade etme (ibad ve ibadet etme), Al-i İmran-191. ayette belirtildiği üzere, bilinç açık olduğu sürece her an ve halde Allah’ı anarak yapılır.
Al-i İmran-191. Çünkü Evreni araştıran bu insanlar, ayaktayken /kıyam halindeyken, otururken veya yanları üzerine uzanmışken, sürekli olarak göklerin ve yeryüzünün yaratılışı, özellikleri ve iç yapıları hakkında düşünür ve araştırıcı bir gözle yaklaşarak Allah’ı her an ve halde anarlar ve “Ey Rabbimiz! İnanıyoruz ki Sen bunları boşuna yaratmadın, Sen yücesin, Senin ve kurmuş olduğun düzen hakkında bizi yanlış yapmaktan ve ateş azabına düşmekten koru”.
Allah insandadır. İnsan, Allah’ın yeryüzündeki tecellisidir. İnsanda Allah’a ait özellikler vardır. Bu nedenle İnsanların rızasını kazanamayan hiç kimse Allah’ın da rızasını /sevgisini kazanamaz. Bundan dolayıdır ki, insanları sevgiyle kucaklamak, tüm insanlığı kardeş telakki etmek, Alevi siyasetinin temelidir. Irk, cinsiyet, renk, dil, din, bölge, coğrafya farkı gözetmeden tüm insanları, Allah’tan bir parça oldukları için sevmek de başat özellikleridir.
Yunus Emre’nin “Yaratanı severim, Yaratan’dan ötürü” sözü bu özelliğe dayanır.
Anadolu Alevi inancında şu inançlar da bulunmaktadır:
Üçler inancında Allah, Muhammed ve Ali birlikte yer alır. Bu üçleme, Hıristiyanlıktaki Teslis (Baba-Oğul ve Kutsal Ruh) gibidir. Yediler için iki farklı liste vardır: 3 + Hatice-Hasan-Hüseyin-Fatma veya Nesimi, Fuzuli, Hatayi, Pir sultan Abdal, Virani, Yemini ve Kul himmet.
Kırklar meclisi inancına göre Mürşit ve dede Hz. Muhammed, Rehber ise Ali’dir. İlk Semah ve ilk Cem’in bu mecliste yapıldığı kabul edilir ve Cem töreni ile Semah uygulaması da buna dayandırılmaktadır.
4 Kapı olarak Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat aşamalarına inanılır ve her kapının 10’ardan toplam 40 aşaması olduğu kabul edilir.
Kurtarıcı olarak Mehdi beklentisi vardır.
Her ne kadar Anadolu Aleviliği, Türk toplumuna özgü başlamışsa da zamanla başka toplumlar tarafından da benimsenmiştir. Örneğin Arnavutlarda, Boşnaklarda ve diğer bazı Balkan ülkeleri Türklerinde.
2) Arapça konuşan Aleviler
Bu toplumun, Yediyüzlü yıllardan başlayarak Hatay-Adana ve Mersin bölgesine gelen Arap istilası ile başlamak üzere Arapça konuşmak zorunda kalan ve kökenleri Eti Türklerine dayanan Oğuz Horasan Türkleri oldukları belirtilmektedir (Türk Hüseyin. Nusayrilik. Kaknüs Yayınları, 2013, 34-35).
Arapça konuşan Aleviler de yine gizlice Türbelerde veya her seferinde farklı evlerde şekilsel ibad ve ibadet etme /kulluk etme ve salât /birlik bilinci oluşturma, sosyal yardımlaşma ve dayanışma toplantılarını gerçekleştirmişler ve halen aynı şekilde devam ettirmektedirler. Bu toplumda, Allah’a ibad ve ibadet etmenin /kulluk etmenin ifadelerinden biri olan toplanmaları sırasındaki ritüeller ve salât /birlik bilinci oluşturma, sosyal yardımlaşma ve dayanışma aktiviteleri, Anadolu Aleviliğinden farklı olarak Horasan ve Türkistan-Özbekistan Türklerinin gelenekleri ile değil, Kur’an’a uygunluk yanında, Yahudi ve Hıristiyanlıktan alınmış bazı uygulamalarla harmanlaştırılmış olarak uygulanmış ve uygulanmaktadır. Örneğin, katliamlarda Hıristiyanlar ve Yahudiler tarafından korundukları ve onlara sığındıkları için, ortak gelenekler oluşmuş ve Hıristiyanlar ile Yahudilerin de bayramlarını birlikte kutlar aşamaya gelmişlerdir. Bu nedenle de kutlanan dinî bayramların sayısı fazladır.
Suriye’de yaşamakta olan Alevi toplumunu 900’lü yıllarda Lazkiye’de yaşamış ve 11’nci imam Hasan el Askeri’nin öğrencisi olan Muhammed b Nusayri’nin etkileyip şekillendirmiş olduğu ileri sürülüp “Nusayri Aleviler” diye isimlendirilirler ve Hatay Alevilerinden farklıdırlar. Her iki Alevi grubun karıştırılmaması ve Hatay (kısmen de Adana) Alevileri için “Arapça konuşan Aleviler” diye tanımlanmalarının daha uygun olacaktır.
Bu Aleviler, Hz. Muhammed’in Kur’an’ın canlı uygulayıcısı olması nedeniyle, Hadis diye tanımlanan sözlerinin sadece Kur’an’a uygun ve ayetlerle bir bütünlük içinde olanlarını kabule ederler. Bazı yerlerde hem cami hem de belirlenen evlerde toplanıp saf namazı uygulamaları da vardır. Bu toplu namazlara kadınlar katılmaz, sadece sonrasında verilen yemeği hazırlarlar.
Babadan oğula ve 12 imamın devamlılığı olarak devam ettirilen şeyhlik şeklinde dinî liderlik vardır. Kurtarıcı olarak Mehdi beklentisindedirler. Orucu bütün Ramazan ayı boyunca tutarlar. Hem Cami hem ev toplantılarındaki ibad ve ibadet /kulluk aktiviteleri ve toplu namazlarını kılanları vardır. Namaz ve dualarını Arapça yaparlar. Bireysel namazlarını 5 vakit kılarlar. Erişkinler, gençlere “Din Amcalığı” yakınlığı yöntemi ile, inandıkları din gerçeklerini, dua ve ritüelleri aktarırlar.
Anadolu Alevileri gibi bir yönü ile Allah’ın insanda bulunduğunu, böylece de insanın Allah’ın bir yansıması olduğunu benimserler. Hallac-ı Mansur bu durumu 1600’lü yıllarda yanlış anlaşılacak bir şekilde “Enel Hak” diye ifade etmiş ve bu ifadesi o zaman “Ben Allah’ım” şeklinde hatalı olarak algılanmış ve derisi yüzülerek öldürülmüştür.
3) Şii İran Aleviliği veya Caferilik:
Gerek Şii olan İran Aleviliği ve gerekse Türkiye’de bulunan ve Caferi denilen Alevilik’te, Ehl-i Beyt’e ayrıcalıklı önem verme vardır. Fakat bu Alevilik hem Anadolu hem de Arapça konuşan Alevilikten farklılık göstermektedir. Örneğin Şiilik-Caferilikte, Kur’an’dan başka Cafer-i Sadık’a ait olduğu söylenen “Buyruk” isimli kitaba da önem verirler. Sünnilikte olduğu gibi Mekke ve Kâbe kıble olarak kabul edilir, Kur’an’daki Muhkem /değişmez farz kurallar gibi Müteşabih /değişken ve zaman ve toplumlara göre farklı anlamlarda uygulanabilen kuralları da değişmez kabul ederler. Buna göre de örneğin miras paylaşımı Kur’an’daki hükümlere göre yapılır ve zamanın devlet yasalarına uyulmaz. Üçler, 7’ler ve 40’lar inancı yok, çok eşlilik var, ibad ve ibadet etme /kulluk etme sırasında harem-selamlık var veya sadece erkekler bulunur, Muta nikâhı uygulaması var, toplu namazı Cami’de kılarlar, fakat diğer iki Alevilikler gibi salât /birlik bilinci oluşturma ve sosyal yardımlaşma toplantısı şeklinde uygulama yoktur. Namaz 5 veya 3 vakitli olarak farklı uygulanır. İran’daki Şiiler’de din adamları olarak 12 imamın devamı şeklinde “İmamlık” uygulaması var ve bunlar Emevi ve Abbasilerde olduğu gibi hem Din adamı, hem de Siyasî yetkinliklidirler.
Oruç, Ramazan’da bir aydır, Müsahiplik-amcalık yolu ile dini öğrenme yoktur, kısmen katı bir kadın tesettürü olup, farklı olarak tamamen örtünme veya kara çarşaf yanında, İran’da başın arka yarısının örtünmesi ve kısa bir mantomsu giysi ile kalçanın örtülmesi şeklinde kıyafet zorunluluğu söz konusudur. Kurtarıcı olarak Mehdi beklentisi var. Kur’an ve ibad-ibadet etme /kulluk etme ve dua dilleri Arapça’dır, sadece Oruç’tan kurtulma yaklaşımlı Ramazan Bayramı var. Her şeyin yoktan var edilmiş olduğunu benimserler.
Görüldüğü gibi Şii-Caferilikte hem Sünnilikle hem de diğer 2 Alevilikle ayrışan ve bağdaşan yönler bulunmaktadır.
Genel olarak
Eshab-ı kiram diye tanımlanan ve Hz. Muhammed’in eğittiği ilk Müslüman toplumun çoğunluğu, Kur’an’da bildirilip Peygamberin tebliğ ettiklerini yapmaya memur edilmiş görevli bir toplumdu. İlk çekirdek kadro niteliğinde olan bu topluluğun, Resulullah’ın Veda Hutbesinde olan ve bir nevi vasiyetname özelliği taşıyan sözlerine ilişkin farklı görüşlerde olmaları olacak şey değildir. Kaldı ki Hz. Muhammed’in ölüm döşeğinde iken vasiyet yazmak için, kâğıt kalem istediğinin ileri sürülmesi de bir çelişkidir. Çünkü Veda Hutbesinde, yerine geçmek üzere bir vasiyette bulunmuş olsaydı, bir daha vasiyet yazmaya lüzum görmezdi veya birinden birinde vasiyet söz konusu mu olmamıştır? Çünkü ilk 3 halife, Hz. Muhammed’in sözüne ters gelecek bir davranışta bulunmazlardı diye düşünülebilir. Tabi gerçeği ancak Allah bilir diyorum.
Türkiye’de din alanındaki bilgi boşluğu, insanların birbirlerini anlamalarını güçleştirmektedir. Alevilik konusunda doğru bilgi ve sağlam belgelerle halkın aydınlatılması, bilinçli olarak oluşturulmak istenilen Alevî-Sünnî geriliminin kaynaklarının kurutulması anlamına gelecektir. Çünkü görmekteyiz ki Sünnilik ve Alevilik, temelde inançla ilgili bir farklılaşmadan çok, sosyo-kültürel ve siyasi-politik bir farklılaşmadır. Bunlardan Alevilik, siyasi temelli ayrışmadan sonra şartlar gereği ve asırlar içinde Kur’an’da olup ahlak ağırlıklı Muhkem /değişmez ana kurallar ve Tengri dini, Zerdüşt, Mani ve Budizm inançları yanında, bölgesel geleneklerle de harmanlaşmış aşamaya gelmiştir. Bu harmanlaşma, Kur’an’ın Muhkem kurallarının pekişmesini sağlamış ve İslâm inanışına zenginlik katmıştır.
Dikkat edilirse hem Sünni hem de Alevi inanışlarına, temel Kur’an gerçekleri yanında, zaman içinde geleneksel uygulamalar da karışmış ve bu gelenekler dinselleştirilmiştir.
Tarihsel geçmiş, tarafsız bir yaklaşımla irdelendiğinde, Aleviliği İslâm dışı görmek, ya da göstermeye çalışmak hem mevcut gerçeklerle bağdaşmamakta hem de akla ve bilimsel anlayışa uygun düşmemektedir. Çünkü gerek Sünnilik ve gerekse her 3 grup Alevilik’te temel inançlar, Allah’ın tekliği, Kur’an ve Hz. Muhammed’in peygamberliğidir.
Allah Rahmet eylesin Sayın Prof. Dr. Hasan Onat bu konuya şu sözleri ile yaklaşmıştır: “İletişim imkânları, bizlere, hem geçmişi iyi anlama imkânı sağlamakta, hem de gelecek için sağlıklı arayışları mümkün kılmaktadır. Bizden önceki nesillerin bilgi birikiminden, tecrübesinden yararlanmanın yollarını bulabilirsek, onların düştükleri hatalara düşmeyiz ve onların yanlışlarını tekrarlamaktan kurtulmuş oluruz. Bunun için de adı ne olursa olsun, dini anlayış biçimlerinin insan ürünü olduğunu unutmamak gerekmektedir. Din, insan için gelmiştir; bir amaç değil, araçtır. Amaç, insanın en iyi şekilde insanlığını gerçekleştirmesi, gerçek saadeti hak etmesidir. Dinî nitelikli görüş ayrılıklarının temelinde, çıkarlar ve siyasî çatışmalar yatmaktadır. Tarihi yeniden okuduğumuz zaman, bu görüş ayrılıklarının geleceğe taşınmasının pek de anlamlı olmadığını fark etmekte gecikmeyeceğiz. Artık, İslâm dinine, birbirine düşman Mezhepler ve gruplar üstü bir çizgide, vahyi ve aklı ön plana alarak yaklaşmanın zamanı gelmiştir.” (H. Onat. Değişim sürecinde Alevilik. Köprü Dergisi, 1998, sayı 62).
Görülüyor ki Tek Allah, Kur’an ve Hz. Muhammed temelli de olsa, Sünnilik ve Alevilik-Şiilik-Caferilik ve diğer gruplarda da üzerinde ittifak edilen tek bir İslâm anlayışı ve yorumu bulunmamaktadır. Ve kendi aralarında sayısız farklı şekilsel uygulamalı alt oluşum, tarikat, cemaat vb. yapılar söz konusudur. Kabul etmek gerekir ki, dine yönelik ritüellerin biçimsel anlamda farklılıklar içermesi, bütün dinlerin aynı öze dayandığı gerçeğini ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla ilk üç temel iman çerçevesinde bütün bu şekilsel farklılaşmış grupların, düşman değil de birbirlerinin farklılıklarını hoşgörü ile karşılayarak ve birlikte yaşamaları gerekmektedir.
Alevilerde “La ilahe illallah, Muhammed’en Resulallah, Aliyyen Veliyyullah” diyerek temel imanlarını belirtme vardır. “Veliyyullah” kelimesi, “Allah’ın dostu, güvendiği” demektir. Buna rağmen bazı Sünni çevrelerde Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed’den üstün tutulduğu yalanı benimsenmektedir.
Din temelli gruplar ortak paydalarda anlaşmalı
Ortadoğu Araştırma ve Uygulama Merkezi, İlahiyat Fakültesi ve Eğitim Fakültelerinin birlikte organize ettikleri “Ortadoğu’da Güncel Meseleler ve Mezhepler arası Diyalog” konulu Sempozyum 30 Nisan 2015 günü Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Konferans Salonunda gerçekleştirildi. Toplantının öğleye kadar olan ilk bölümüne izleyici olarak katıldım ve konuşmacıların değindiği konulara ve görüşlerine çok sevindim.
İlk konuşmacı olan Merkez Müdürü Sayın Doç. Dr. Mizrap Polat, Hz. Muhammed’in vefatı ile başlamak üzere oluşmaya başlayan düşman gruplaşmalarının dinî görüş farklılıklarından değil de siyasî temelli çekişmeler nedeniyle başladığını belirtti. Kur’an yorumu ve sosyo-ekonomik görüş farklılıklarına dayandırılan gruplaşmaların ise 800’lü yıllarda başladığını, 11. yüzyılda da Selçuklu Devleti Veziri Nizamülmülk ve Gazali ile de Sünni ve Şia şeklinde Mezhepler halinde ayrışmış olduklarının açıkça dillendirilmeye başladığını açıkladı. Gerek Polat, gerek ondan sonra konuşan Pakistanlı Prof. Amir Ahmad ve gerekse İran’dan katılan Dr. Cafer Yusuf, aynı paralelde, mezhepler arası diyalogun özellikle Ortadoğu’da barışa katkı sağlamak üzere şart olduğuna değindiler. Yapılacak ilk girişim olarak mezheplerin ortak inanç noktalarının belirlenmesi ve bu noktalara yönelik huzursuzlukların düzeltilmesi, farklı inançlara ise hoşgörü ile yaklaşılıp eleştirme veya reddetmeye yeltenmemenin oldukça önemli olacağı şeklindeki aynı görüşte birleştiler.
Çünkü Kur’an birlik, anlaşma ve Mümin olanların kardeşliğini istemekte ve bunun gerçekleşmesini, Hucurat-13. ayette belirtilmiş olduğu gibi, bu ayrışmaları çok önemli sınavlardan biri olarak tanımlamaktadır.
Hucurat-13. Ey insanlar! Biz sizi erkek ile dişiden yarattık. Ve anlaşasınız, barış içinde yaşamayı öğrenesiniz diye /sizi sınamak amacıyla, çeşitli soylara ve kabilelere /toplumlara ayırdık. Allah’a göre en seçkininiz /makbul olanınız, O’na karşı takvası en fazla olanınızdır. Ve şüphesiz bu değerlendirmeyi en iyi yapacak olan Allah, her şeyi en iyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.
Sınav amaçlı bu yaratılış, ilahî sistemin Dünya Eğitim Okulu Projesi gereği olan bir yaratılış olmaktadır. Bunun dışında ve insanların özgür iradeleri ile almış oldukları kararlarına dayanan gruplaşmaları ise, düşmanlık gibi zarar verici bir aşamaya getirilmediği takdirde “fikir çeşitliliği” olarak ve fikir zenginliği olarak değerlendirilmektedir. Ancak düşmanlık düzeyindeki gruplaşmalar ise gücün parçalanması demek olacağından Enfal-46. ayette belirtildiği gibi, bu ayrışmalar uygun bulunmamaktadır.
Enfal-46. Her zaman Allah’ın bildirdiklerine ve onları tebliğ eden elçisine itaat edin, farklı görüşlerinize dayanarak da düşman gruplar şeklinde ayrışmayın. Yoksa gücünüzü ve cesaretinizi zayıflatırsınız. Güçlüklere karşı sabırlı olun ve direnin. Çünkü Allah, güçlüklere sabredenlerle /katlananlarla beraberdir.
Kur’an’ı ve özellikle En’am-65, En’am-159, Rum-32, Enbiya-93, Şura-13, Al-i İmran-19, 103-105 ve A’raf-168. ayetleri bilmesi kesin konumda olan İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin, Şafii’nin, Malik’in ve Ahmed Bin Hanbel ile Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin’den sonra, Hz. Ali taraftarlarına yönelik dinî liderliği devam ettiren imamların bilmemesinin mümkün olmayacağını düşünüyorum.
En’am-65. De ki: “Allah, gökten /üstünüzden ve yerden /ayaklarınızın altından doğal bir afetle size bir azap göndermeğe yahut yine bir çeşit azap olarak sizleri birbirinize düşürüp, farklı görüşlü ve birbirine düşman gruplara /fırkalara /mezheplere ayrıştırmaya gücü yetendir”. Bak, anlasınlar ve akıllarını kullanıp düşünsünler diye, ayetlerimizi nasıl ayrıntılı olarak açıklıyoruz.
Görüldüğü gibi, Allah bir toplumun azabı hak etmesi durumunda ya doğal bir afet göndermekte veya o toplumda din temelli birbirine düşman gruplaşmalar oluşmasına müsaade etmektedir. Bu durumda din temelli düşman gruplaşmalar, bir azabı hak etmiş olma yöntemi olmaktadır.
Hz. Muhammed’e iman etmiş toplum olarak, Yahudi ve Hıristiyanların bu din temelli ayrışmalarından ders alınsa ve Hz. Muhammed’in vefatını takiben bütün toplumdan biat /olur alınarak ortak bir kişinin Halife ismi ile Devlet Başkanlığında anlaşılsaydı, böylesi gruplaşma başlangıcı olmazdı. Bu siyasi farklılaşmalı başlangıç, sonraki halifelerin gelişlerinde daha da yoğunlaştı. Üç halifenin öldürülmesi de bu gruplaşmalar nedeniyle ve bu gruplaşanlar tarafından düşmanlık temelli gerçekleştirilmiştir.
Görüldüğü gibi, görüş ayrılıklarının temelinde, çıkarlar ve siyasî çatışmalar yatmaktadır. Tarihi yeniden okuduğumuz zaman, bu görüş ayrılıklarının geleceğe taşınmasının pek de anlamlı olmadığını fark etmekte gecikmeyeceğiz. Artık, İslâm dinine, birbirine düşman Mezhepler ve gruplar üstü bir çizgide, Kur’an’ın Muhkem /değişmez ana kurallarını ve aklı ön plana alarak yaklaşmanın zamanı gelmiştir diye düşünüyorum. Aynı sofraya hep birlikte oturalım ve her birimiz kendi sevdiğimiz yemeğimizi, başkasının yemeğine karışmadan ve kendi yemeğimizi yemesine zorlamadan huzurla ve keyifle yiyelim artık.
Hangi Peygambere ve Vahiy kitabına iman ederse etsin ve hangi Mezhepteki bir ailede doğarsa doğsun, bütün insanların hedefi, Allah’ın bildirdiği Muhkem /değişmez ana kurallara uymak ve Dünya okulundan geçer not almış olarak mezun olmaktır. “HEDEF BİR, SÜREK – YÖNTEM BİN BİR” sözü bu gerçeği çok güzel yansıtmaktadır.
Gençlere, Evren bilimcilere ve Aydınlara düşen görev:
- Atalarının ve doğdukları aile büyüklerinin din ve mezhep görüşlerine Bakara-170-171. ayetlere uygun olmak üzere eleştirel ve sorgulayıcı yaklaşsınlar ve Kur’an’ı ana dilleri ile ve anlayarak okuyup, yapılan tercümeyi hemen mutlak doğru kabul etmeyip, doğruluğunu düşünerek kendi doğrularına ulaşsınlar. Çünkü biz insanlar, atalarımızın veya kim olursa olsun başkalarının doğrularından değil, kendi doğrularımızdan ve işlerimizin Kur’an’daki Muhkem /değişmez ana kurallara uygunluğundan hesaba çekileceğiz.
Bakara-170. 171. İşteatalarının inançlarını taklitte takılmış ve gerçekleri kabul etmeyip küfre sapmış olanların durumu, çobanın yol gösterici sözlerini ve yardım çağrılarını anlamayan, doğruluğunu bizzat araştırmadan kabul eden, eleştirmeyip sadece durup dinleyen hayvanların durumuna benzer. Yine bunlar, bildiğini okuyan ve gerçekleri işittiği halde anlamayan, konuşarak cevap veremeyen, gerçekleri göremeyip akıllarını da kullanamayanlardır, sürüler gibidirler.
- Ortak Payda Önerilerim:
- Allah-Kur’an-Hz. Muhammed üçlemesinde birleşmek. Allah tek ilahtır, Kur’an, İslam Dininin son vahiy ve Din Kurallarını içeren Anayasa kitabıdır. Hz. Muhammed de Allah’ın tek dini olan İslam’ın Son Peygamberidir.
- Evren Bilimi ve Bilim insanına değer verilsin ve Kur’an’a da sahiplenmeleri desteklensin
- Kur’an’da bulunan ve benim 440 sayıda (226’sı Haramlar, 214’ü Helaller) belirlemiş olduğum Muhkem /değişmez ana kuralları tartışıp, anlaşma sağlansın. Bakara-177, 285 ve Nisa-136. ayetlerde sayılan 5 İmanın şartı ile En’am-162. Ayette Nüsuklar diye tanımlanan Namaz-Oruç-Hac-Zekat’a ek olarak Kelime-i Şahadet de sayılmalı (5 adet) ve geri kalan 430 Muhkem /farz ana din kuralı dahil, hepsine aynı derecede önem verilsin. Din eğitimi de bu kuralların öğrenilip, içselleştirilmesi ve insanların yaşamına yansıtılması temelinde yapılsın.
- Kur’an’da şirk koşmaksızın Allah’ın tek ilah oluşunu kabul etmeye İSLAM, bu inanışta olana da MÜSLÜMAN demektedir. Kur’an’ın Vahiy kitabı ve Peygamber farklılığına bakmaksızın yapmış olduğu bu İslam ve Müslüman tanımlamasına uyulsun ve ötekileştirmelere son verilsin.
- Asırlar içinde oluşmuş Müteşabih /değişken özellikli yöntemlere dayandırılmış farklılıkları da kabullenip ORTAK BİR SOFRADA, fakat hiç kimsenin, diğerlerinin sevdiği yemeklerine karışmamak üzere BİRLİKTE OTURMA ve bu ayrıntılarla ilgili hesaplaşmanın sadece Allah’ın yetkisinde olduğu kabullenilsin.
Kafirun-6. “O halde, sizin inandığınız dini görüşleriniz /inançlarınız size, Allah’ın Bana din olarak bildirdiği de Bana olsun ve böyle kabul edip düşmanlık yapmayalım”.
- İlahi konuların hesabı Allah’a aittir ve hiç kimse hesap sormaya kalkışmasın. Peygambere de karışmaması ikazı yapılmıştır:
Kalem-44. Ya Muhammed! Böylesine bir Hadisi /Kur’an’ı yalanlayacak /reddedecek ve kendi uydurdukları sözlere uyacak olanları Bana bırak /Beni onlarla baş başa bırak. Onlara Sen herhangi bir karşılık vermeye kalkma. Çünkü Biz onları ummadıkları /bilemeyecekleri yerden yavaş yavaş azaba uğratacağız.
- İbad ve ibadet amaçlı her türlü şekilsel ve ritüelli uygulamalara (Nüsuklara) karışılmasın, hoş görülsün ve her toplum ve grup kendi ibadet şekillerinde özgür olsun.
- Çağdaşlaşma ile aydınların Kur’an’a sahiplenme çabaları birbirine paralel tutulsun. DİNDAR AYDINLAR SEFERBERLİĞİ başlatılsın.
- Her konuda SEVGİ-BİRLİK VE ADALET PRENSİPLERİ daima ön planda olsun
Bu uğurdaki tüm çabaların Ülkemizden başlaması ve diğer tüm toplumlara örnek olması dileklerimle. İnşallah…..
NOT- NÖVAK Vakfımızın kitaplarının gelirleri ile Eskişehir Tıp Öğrencilerine burs veriyoruz. Özel günlerinizde kitaplardan alır veya hediye ederseniz bize destek olur ve öğrenci sayımız artar: “DİN VE BEYİN”, “SON DAVET KUR’AN Tercümesi”, “KUR’AN KADINI KORUYOR”, “OKU! Konularına göre Kur’an ayetleri”, “TEVRAT VE İNCİL’DE ÖNCEKİ İSLAM”, “KUR’AN VE SON İSLAM”, “ALLAH İLE 7 KONUDA ANLAŞMAMIZ VAR”, “ALLAH’TAN ALACAKLI OL”, “ÖZDE DİNDAR, SÖZDE DİNDAR”, “ALLAH KİMİ SEVER, KİMİ SEVMEZ” ve “HADİS VE SÜNNET GERÇEĞİ”