İnsanın kılavuzluğa olan ihtiyacı kaçınılmazdır. Bu yargının öncelikle antropolojik ve felsefi alt varsayımlarını belirtmek gerekir. Bir kere insan sınırlı ve sonlu bir varlıktır. İkincisi, insanı kuşatan evren, eşya onun bilgi imkanları tarafından kuşatılamaz. Bir başka deyişle, evren ve eşya insan aklının kategorileri tarafından bütünüyle kavranılamaz. Ayrıca tecrübesi de bu kuşatılamazlığı yansıtmaktadır; zira her yeni durumda yeniden deneyimlemeye ihtiyacı bulunmaktadır.
Öte yandan insanlık tarihine göz atıldığında, insanın bugün kendisine ve çevresine ait farkına vardığı varlıklarını birikimsel bir şekilde tamamladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca kültür üretebilen bir varlık olarak insan, bir müddet sonra ürettiği kültür tarafından kuşatılarak belirlenebilmektedir. Bu varsayımlar son kertede insanı aşan fakat mevcut potansiyel imkanlarıyla kuşatamayacağı aşkın gerçekliklere ulaşma noktasında insanı sıkıntıya sokmaktadır.
Bir yandan tüm gerçekliğin kendisinin algıladıklarından ibaret olduğunu deklare etse (ki etmiştir) aşkın ve metafizik gerçekler “ben buradayım” deyince her şeyi yeniden gözden geçirmek zarureti hasıl olmaktadır. Hatta bu süreçte oluşturduğu formülasyonların genel geçerliği de sürekli sorgulanmaktadır. Fakat bunun karşısında bir tavır daha geliştirmektedir ki, bu da metafizik ve aşkına göndermelerle yetinmeyip kendi akıl, bilgi ve tecrübelerini tamamen iptal ettiği durumlarda hayatının her alanında tikellerinin bilgisini de metafizikleştirme gibi tuhaf ve aslında insanı bir varlık olarak kilitleyen tavırlara sahip olmaktadır. Dolayısıyla bugün aklı ve bilgiyi teolojikleştirme ile iman ettikten sonra söğüt gölgesinde yatarak cenneti bekleme tavırları arasındaki gerilim insanlığın kadim sorunu olarak hala ajandadadır.
Kur’an-ı Kerim’in hemen başlarında “o (Kur’an) arınmak isteyenler için yol göstericidir” ifadesi, insan ve evrenin tümel hakikatine dair bilgi ve anlam verir. Kur’an’daki ifadeler total olarak tüm evren ve insanı aşan gerçeliğe dair işaretlere (âyet) göndermede bulunmaktadır. Bu -Peter Berger’in ifadesiyle- “kutsal kubbe” tüm eşya üzerine yansımalarını gösterir. Bundan sonra din bünyesinde oluşan bilimler ve dine ait üretimlerin hepsi insani çabalardan ibarettir ve metafizikleştirilemez.
Tarihsel süreç içerisinde yüzyüze geldiği sorunlar karşısında çözümler üretmeye çalışan İslam düşüncesi, bu sorunları paradigması ve parametreleri çerçevesinde kalarak yapmaktaydı. Fakat nihayetinde ortaya konulan bütün çıktıların dayandığı ictihad, donukluk ve bir noktada sabitlenmeyi aşmak üzere işlevselleşmekteydi. Burada dinden beklenen bir kılavuzluk yaparak insanın önünü açması ve hayatı daha yaşanabilir kılmasıdır; yoksa dinin insanın sırtında bir yük haline gelmesi değildir.
Bugün dinle ilgili belirtilen negatif durum birkaç şekilde gerçekleşmektedir. Birincisi, İslam’ın erken zamanlarından itibaren tarihsel süreçte din adına geliştirilen ictihadları ve fetvaları “bugün”ü karşılamak üzere nakletmek. Bu durum bugünü kendi değişim süreci içerisinde anlamak yerine tarihi çerçevelere sığdırmaya çalışmaktadır. İkincisi, İslam’ı tarihsel süreç içerisinde geliştirilmiş mezhep, cemaat, parti vb. yapı ve formlara eşitlemektir. Hiç şüphesiz bunlar kendi dönemlerinde bir açılım yapmak istemişlerdir. Ancak islam’ın tüm bu formların üzerinde olduğu gerçeğinden şaşmamak gerekir. Üçüncüsü de, İslam’ın temel hedeflerini (mekasıd) gözden kaçırarak, onu insanlar üzerinde bir baskı ve kontrol aracı haline getirme tavrıdır.
Tüm bunların sonucunda din insanları gelecek zamanlara taşıma potansiyelini kaybetmekte ve aslında insanların din adına benimsediği şeyler onların taşımakta zorlandığı yapılar haline gelmektedir.