Epey zamandır “dindarlık ahlak üretmiyor” şeklindeki tezden hareketle din ve ahlaka dair analizler yapılıyor. Bu yazının temel problemi; özelde dinilik ve ahlakilik arasındaki ilişkilerin mahiyetinin modern zamanlarda değişmesinden mülhem dinilik ve ahlakiliğin ferdi ve toplumsal hayatta nerede durduğudur.
Pre-modern dönemde Leszek Kolakowski’nin deyimiyle söyleyecek olursak din şamil-i mutlak bir kategori idi. Yani insan ve toplum hayatını tümüyle kuşatmaktaydı. Dolayısıyla sosyal, siyasal, kültürel vb. tüm alanların arkasında temel referans noktasını oluşturmaktaydı. Bu bağlamda dinilik ahlakiliğin ferdi ve kamusal anlamda temel destekçisi olduğundan dinilik ve ahlakilik arasında bir kopma söz konusu değildir. Bu dönemde dini olan ahlaki, ahlaki olan da diniliği kendi içerisinde garanti etmekteydi.
Modern zamanlara gelindiğinde dinin konumunda ciddi bir kırılma meydana gelmiştir. Birincisi, din diğer alanları kapsayıcı niteliğini yitirmiştir. Dinin Peter Berger’in deyişiyle söyleyecek olursak “şemsiye” konumunun zayıflaması ve hatta kaybolması sonucunda siyaset, ekonomi, kültür, ahlak vb. alanlar birbirlerinden koptular. Van Der Loo ve Von Reijen “Modernleşmenin Paradoksları” isimli eserde bunu “farklılaşma” şeklinde ifade etmektedirler. Her bir alanın dinden özerkliğini ilan etmesiyle, bu alanlar kendi meşruiyet çerçevelerini de oluşturmuşlardır. Böylece din modernleşme ile birlikte referans olma gücünü kaybetmiştir.
Bu durum, aynı zamanda sekülerleşme şeklinde isimlendirilir. Sekülerleşme, dinin referans olma gücünün zayıflaması kadar insanın yapıp etmelerinin temel referansının kendisi olduğuna da atıfta bulunmaktadır. Bunun sonucunda din, toplumsal düzlemde etkinliğini de yitirmiş olmaktadır.
İkincisi; bununla da kalmamış modernlik dini ancak kendi formatında ifade ederse kabul edebileceğini belirtmiştir. Bunun günümüze gelinceye kadar en önemli göstergesi, dinin Aydınlanma Felsefesinin kendi tanımladığı rasyonel niteliği ve diliyle kendisini yeniden kurmaya zorlanmasıdır. (Buradan dinin akla önem vermediği anlaşılmamalıdır) Dolayısıyla modernizm tarafından dine yönelik ciddi bir müdahale söz konusu olmuştur. Din sürekli olarak egemen söylem ve düşüncenin formatlarında kendisini ifade etmeye zorlanmıştır. Bugün dine bu müdahalenin farkında olan Habermas, en azından din ile modernliğin birbirine müdahalesinin sonlandırılmasını önermektedir.
Üçüncüsü; din modernleşme sürecinde özel alana çekilmiştir. Bu bağlamda dinin kamusal alandaki varlığı sona ermiş, tamamen kişinin özel alanında yaşayacağı bir olguya dönüşmüştür. Dolayısıyla dinin önerdiği ahlaki unsurların önemli oranda geçerlilik alanı kişinin özel alanıdır. Bu durum dini ahlak ile seküler ahlak arasında bazı kesişme noktaları olsa da, neticede modernliğin dinin insan ve toplum hayatındaki meşruiyet düzeylerini zayıflatması sebebiyle insanlar arası ilişkilerde dinin referans gücü geçerliliğini yitirmiştir. Buna göre, bir yandan ahlakiliğin niçin sadece en fazla dindarın özel hayatında üretilebileceği; diğer yandan dini ahlakın kamusal alanda etkisizleştiği de anlaşılmış olmaktadır.
Dördüncüsü; ilk maddede söylediğimiz alan ayrışmalarından ortaya çıkan bazı değişim ve sonuçlar olmuştur. Batı dünyasında modern dönemle birlikte ahlakiliğin arkasından din çekilmiş ve giderek seküler bir ahlak inşa edilmiş ve din tamamıyla özel alan faaliyeti olarak görülmüştür. Batı’da dini yaşam ve onun ahlakı özel alan içerisinde kendisini göstermektedir. Fakat bu arada Batı’da seküler ahlak hukukilikle desteklenmiştir. Bu bağlamda modern Batı’da bugün seküler ahlak ve hukukilik arasında bir parçalanma yoktur. Dolayısıyla Batı’da hukukilik sağlandığı sürece ahlakilik de sağlanmış olmaktadır.
Müslüman toplumlarda dinilik ve ahlakilik arasındaki parçalanma yukarıda anlattığımız modernleşme süreci sonucunda oluşmuştur. Fakat Müslüman toplumlar Batı’dan bazı iktibaslar yapmakla birlikte, seküler bir ahlakı tam olarak temellendirememişlerdir. Ortada birbirinden farklılaşan ahlaki anlayışlar bulunmaktadır. Dolayısıyla bugün toplumda “ahlaki değil” şeklindeki bir yargının neye göre verildiği ortada muğlak durmaktadır. Meselâ; dince “ahlaki olmayan” bir unsur, sadece ferdin hayatında bir anlam ifade edebilmektedir. Toplum ise bu anlamda eskiden var olan kodlar çerçevesinde el yordamıyla hayatını idame ettirmektedir.
Şu anda dinilik ahlakiliğin bütün formlarını belirlemediği gibi dinilik ahlakiliğin arkasında da durmamaktadır. Bir başka deyişle, özel alanda konumlandırılan dinilik ile insan ve toplumu tümüyle kuşatması beklenilen ahlakilik arasında bir mesafe söz konusudur. Dolayısıyla içerisinden birçok şey gibi ahlakın da “özel”in dışında istisna edildiği din ve bu çerçevede gelişen dindarlığın bütüncül bir ahlakilik üretmesi de ciddi anlamda sorunsala dönüşmüştür.
1 yorum
Yazınızı iki kez okuyarak anlamaya çalıştım. Bir fenci olarak, sosyal bilimcilerden farkımız, genelde olayları örnekler göstererek açıklamamızdır. Bilgilerin ışığında, dinler statik, toplumlar ise dinamik yapıda ve devamlı olarak farklılaşma içinde. Sıkıntı da buradan çıkıyor. Bilimsel açıdan, bilgilendirmeleriniz için teşekkürler.