Diş Hekimliği mesleğinin gelişiminde önemli bazı mihenk taşları mevcuttur. Özetleyecek olursak; 19. yüzyılın ilk yarısında başlayan ve ağız hastalıklarının, özellikle diş çürüklerinin yayılmasına neden olan tüketim pazarının genişlemesi ve diş hekimliği hizmetlerinin dönüşümü, diş hekimi muayenehanelerinde tekniğe ve ekonomiye bağlı değişiklikler, diş hekimliği uzmanlık alanlarının oluşması ve diş hizmet pazarının yeniden şekillenmesi, diş hekimliği hizmetlerine karşı halkın farkındalığının artması ve diş hekimliği alanındaki bilimsel gelişmelerin hızlı bir şekilde yol alması.
Ağız hastalıklarının çok eski zamanlardan beri insanların ortak sorunu olduğu bilinmektedir. Çürük ve periodontal hastalıklar, hala nüfusun çoğunu etkileyen hastalıklardır. Bu hastalıkların tedavileri için, 19. yüzyıldan başlayarak daha ileri teknik ve teknolojilerin geliştirilmesine kadar, zamana göre farklı tedaviler önerilmiştir; sihirli iksirler, şifacılık, çeşitli otlar vb.
Özellikle 16. yüzyıldan itibaren şeker tüketiminin ortaya çıkmasıyla birlikte beslenme düzenlerinde yaşanan köklü değişiklikler, diş çürüğü profilini ağrısız bir hastalıktan şiddetli ve çok acı verici bir hastalığa çevirmiştir. Bu hastalığın tedavisinde kullanılan pervane yayları ise belki de gelecekteki diş hekimliği mesleğinin doğmasına neden olmuştur.
Batı toplumunda diş hekimliği mesleğinin ortaya çıkması ise 18. yüzyılda artan şeker tüketimi ile ilişkilidir. 17. yüzyılın başlarına kadar, şekere erişim sadece soylularla sınırlıyken, şeker lüks bir ürün olarak kabul edilmiştir. 18. Yüzyılın sonlarında ise alt tabakalarca tüketilmeye başlanmasıyla şekere erişim/tüketim arasında da benzer bir dağılım meydana gelmiştir.
Diş çürükleri başlangıçta zengin ve asillerde görülürken ve 19. yüzyıldan itibaren diğer nüfusa da belli belirsiz ulaşmaya başlamıştır. Üstelik, eş zamanlı olarak, çürük hastalığı daha şiddetli hale gelmiş ve ataklarla birlikte tipik ağrılı semptomlar göstermiştir. Ekonomik durum ne olursa olsun diş çürüğü hastalığının popülasyonda yayılması ve buna bağlı olarak oluşan tedavi ihtiyacı, “diş” ve “ağız” problemlerini çözebilir diş hekimliği hizmetleri açısından artan bir talep oluşturmaya başlamıştır.
Modern diş hekimliğinin bağımsız bir meslek olarak gelişimi, 17. yüzyıl sonu ve 18. yüzyılın başları arasında Fransa’da toplum içerisindeki değişim ve Amerika Birleşik Devletleri’nde, esas olarak 19. yüzyılın ortalarından itibaren meydana gelen dönüşüm ile ilişkilidir. Bu dönemde Avrupa’da dişlerin tedavisinden sorumlu olanlar berber-cerrahlardı. 17. yüzyılda ağrıyı gidermek amacıyla diş hekimliği hizmeti sağlayıcıları aranıyordu. Burada yapılan tedavi, esas olarak, hastalıktan etkilenen dişlerin çekimiydi.
17. yüzyıl sonlarında, Fransa’daki bazı yetkililerin diş tedavilerini uygulayan kişilerin nitelikleri ile ilgili endişeleri oluşmaya başlamıştır. Bu sebeple 1699’da, Fransız Parlamentosu diş hekimlerinin diğer tıp uzmanları gibi mesleklerini icra edebilmeleri için önce cerrahlar komitesi tarafından bir sınava tabi tutulmaları gerektiğine karar vermiştir. Bu sınavı geçenlere Paris’te mesleğini icra etmesine izin verilmiştir fakat bu durum “herhangi bir nitelik taşımayan ve müşteri çekmekte hiç zorluk çekmeyen” kişileri pek engellememiştir. Bir süre sonra diş hekimliği eğitiminin gerekli olduğu sonucuna varılmıştır. Modern diş hekimliği, Fransa’da 18. Yy da yaşanan değişimle yeni bir döneme girmiştir. Bu dönemden itibaren insanlar daha çok estetik ve zarafetle ilgilenmişler, sosyal davranıştaki bu değişiklik, talebe bağlı olarak diş hekimlerinin teknik ve tedavilerinin değişmesine ve gelişmesine sebep olmuştur. Diş hekimleri artık sadece ağrıyı tedavi etmemiş estetik müdahaleler de yapmaya başlamışlardır. Ayrıca eksik olan dişlerin de tamamlanması için müdahaleler yapılmaya başlanmıştır. Bu dönemde bu tip işlemler için başvuranlar zengin kesim ile sınırlı kalmıştır.
1728 yılında Fransa’da Pierre Fauchard tarafından yazılan “Treatise on Teeth” kitabı yayınlanmıştır. Bu kitap modern diş hekimliği için bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Pierre Fauchard ilk diş cerrahı olarak bilinmektedir. Fauchard, diş hekimliğinin ayrı uzmanlık alanlarının olması gerektiğini ve profesyonel eğitimin şart olduğunu vurgulamıştır.
Fransa 19. yüzyılda modern diş hekimliğinin beşiği olmasına rağmen bu alandaki liderlik Amerika Birleşik Devletleri’ne ait gibi görülmektedir. Carvalho’ya göre Amerika’da 19. yüzyılda yılın ilk yarısında iki tür diş hekimi vardı: alaylılar ve eğitimliler. Alaylılar daha büyük bir kısmı temsil ediyordu ve mesleği çekirdekten öğrenmişlerdi. Eğitimliler ise bilimsel bir geçmişe sahip olan doktorlardı. İkinci gruba göre diş hekimliği sadece pratik yapılarak öğrenilecek bir meslek değildi. Nasıl tıp alanında anatomi, fizyoloji, patoloji, cerrahi gibi eğitimler alınıyorsa diş hekimliği eğitimi de ayrı bir uzmanlık alanı olmalıydı. Diş hekimleri daha sonra şu fikri oluşturmaya çalıştılar: “Bilime dayalı sağlam bir eğitim, diş hekimliği pratiği için vazgeçilmez olacaktır”.
Dünyada ilk diş hekimliği okulu 1840 yılında “Baltimore Diş Cerrahisi Koleji” adıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin Baltimore şehrinde kuruldu. Bunun diş hekimliği ile ilgili ilk açılan okul olduğu konusunda fikir birliği vardır, çünkü Avrupa’da o sırada diş hekimleri tıp fakültelerinde verilen tıp eğitimden mezun olduktan sonra mesleklerini yapabiliyorlardı. Sadece diş hekimliği eğitimi veren kurumların kurulma amacı metaforların önüne geçmek, diş hekimliğini “mekanik sanat” tan çıkarıp bilimsel, dolayısıyla tıp eğitimi ile eşdeğer kılmak böylece hem tıp uzmanları arasında hem de kamuoyunda saygı ve güvenilirlik kazanmaktı.
Öte yandan bu dönemde eğitimsiz diş tedavisi yapan şarlatanlarla da mücadele edilmiştir. Denilebilir ki, Diş Hekimliği modern ve bağımsız bir meslek olarak ancak ilk kez meslek kuruluşlarının-okulların, derneklerin ve gazetelerin kurulduğu on dokuzuncu yüzyılın ortalarında ortaya çıkmıştır. Pinto’ya göre, 20. Yüzyıl diş hekimliği ise, kaliteli, karmaşık ağız ve diş sağlığı sorunlarını çözmeye odaklanan ve teknik alternatiflerin geliştirildiği bir dönem olmuştur.
Anadolu’da Diş Hekimliği
Evliya Çelebi’nin seyahatnamesine göre 17. yüzyılda İstanbul’da cerrahlara ait 400 dükkân, 700 nefer bulunmaktaydı. Bu dönemde saray içinde ve dışında görev yapan Müslim ve gayri Müslim hekimler zaman zaman hekimbaşı tarafından sınava tabi tutulmuş, sınavı geçemeyenlerin mesleklerini icra etmelerine izin verilmemiştir.
Anadolu’da dişçilik sanatı 19. yüzyıla kadar kendi kendine veya çıraklıktan yetişen kimseler tarafından yapılmıştır. Diş çekme, apse açma gibi işlemler babadan oğula, ustadan çırağa geçerek tedavi edilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde her isteyen diş çekebilmekteydi fakat diş apselerini açmaya sadece cerrahlar yetkiliydi.
On dokuzuncu yüzyıldan itibaren önceden babadan oğula, ustadan çırağa geçen diş çekme, apse açma gibi işlemler belli kurallara bağlanmıştır Tanzimat fermanının 1839’da ilanından sonra sağlık sistemi yapılanmasında meydana gelen değişiklikler diş hekimliğini de etkilemiş, diş tedavileri için ilgili kişilerden, önceki dönemlere göre daha sıkı bir şekilde, belge istenmeye başlanmıştır. İstenen belgeler öncelikle hastanelerde çalışan diş hekimlerinin yanlarında çalıştırdıkları kişilere verilmiş, daha sonra ise bu belgelerin sağlık müdürlüklerinden onaylanması şartı getirilmiştir. 1908’den itibaren Tıp fakültesine bağlı dişçi mektebinin açılmasıyla diş hekimliği eğitimi bir sisteme bağlanmıştır.
Son yıllarda sosyal, ekonomik, kültürel ve teknolojik olarak yaşanan gelişmeler ışığında eğitim ve sağlık politikalarındaki değişiklikler diş hekimliği mesleğini de etkilemiştir. Diş hekimliği, var oluşundan beri çeşitli faktörlere bağlı olarak meydana gelen değişikliklere uyum sağlamıştır; sosyal ve ekonomik kalkınma, nüfusun ihtiyaçları, biyomedikal bilginin (yani tıp bilimlerinin) etkisi, sağlık politikaları, ders müfredatının bilim ve teknolojideki ilerlemelere bağlı olarak değişimi, ilaç ve ekipman endüstrisi. Türkiye’de ise son birkaç on yılda ekipman ve malzemelerdeki gelişmeler ve ergonomik temelli diş hekimliği uygulamalarına bağlı olarak değişiklikler meydana gelmiştir. Ayrıca hem basılı hem de elektronik olarak bilimsel makale ve araştırmaların yayınlanması, diş hekimlerinin (en azından ilgilenen) kendilerini güncellemelerini sağlamaktadır. 21. yy da daha önceki dönemlere göre internet erişiminin artması binlerce makaleye, çalışmalara, araştırmalara, metinlere, raporlara ve diğer materyallere hızlı ve kolay bir şekilde ulaşılabilmesini sağlamıştır.
Diş hekimliği uygulamalarındaki değişiklikler her ne kadar genel olarak değerlendirilse de aslında bireysel bazda da etkili olmalıdır. Her diş hekiminin yeni gelişmeleri takip etme ve yeni malzemelere erişme imkanı olmalıdır. Ayrıca etik konular son yıllarda üzerinde durulan bir diğer önemli konudur. Diş hekimlerinin mesleklerini yaparken etik konulara ne kadar uyduğu belirlenmesi gereken bir husustur. Bunun yanında kamu ve özel kliniklerde çalışan diş hekimleri arasındaki iletişim geliştirilmesi gereken konulardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde teknolojik gelişmeleri, etik konuları ve iletişimi içeren eğitimler fakültelerin, diş hekimliği meslek odalarının ve diş hekimliğinde uzmanlık alanlarıyla ilgili derneklerin sorumluluğunda görülmektedir.
Sonuç
Biyolojik, kimyasal ve fiziksel olarak geliştirilmiş malzemelerin üretilmesi ve ilaç endüstrisinde yaşanan gelişmelere uygun tekniklerin geliştirilmesi, uygulanan tedaviler ile diş yapılarının daha fazla korunabilmesi, daha dayanıklı ve daha estetik malzemelerin kullanılabilmesi hastaları ve dolayısıyla diş hekimlerini memnun etmektedir. Aynı zamanda ergonomi alanındaki gelişmeler insan-çevre-makine arasındaki etkileşimi yeniden düzenlemiş ve yeni trendlerin gelişmesine sebep olmuştur. Bu durum maliyetleri arttırmış ve kaliteli hizmete ve tedaviye sadece toplumda imkanı olan kişilerin ulaşabilmesi ile sonuçlanmıştır. Bu da aslında liberal ekonominin bir getirisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Diş hekimliği mesleğinin ortaya çıkışı ve tarihsel süreç, diş hekimliğinin mevcut durumu hakkında yansıtıcı olmaktadır. Diş hekimliği hizmetlerinde her dönem etkili olan liberal hegemonya hem tarihte hem de günümüzde kaliteli diş hekimliği hizmetlerine ulaşımda etkili olmuştur. Mevcut durumda diş hekimliği eğitim politikalarını oluşturan ve insan kaynağı yetiştiren kurumların ve her türlü yeniliği ve kaliteli hizmeti sunmaktan nihai olarak sorumlu olan diş hekimlerinin yansıtıcı/değerlendirici bir duruş sergilemesi esastır.
2 yorum
1728 yılında Fransa’da Pierre Fauchard tarafından yazılan “Treatise on Teeth” kitabı yayınlanmıştır. Sanki bir Fransız İngilizce kitap yazmış gibi….
Gebelikte diş çürükleri, diş hekimlerinin karşılaştığı en büyük endişelerden biridir. Çoğu diş hekimi, hamile bir hastanın diş çekimi gerektiğinde, bu işlemin bebeğe zarar verebileceği korkusuyla çekingen davranır. Bu endişe, diş hekimlerinin gebelik konusuna temkinli yaklaşmasına neden oluyor. Ancak bu çekingenlik, yeterli bilgi ve deneyim eksikliğinden kaynaklanıyor olabilir.
Bu durumu anlamak için yıllr önce diş hekimliği eğitim müfredatını incelemiştim. Gördüm ki, diş hekimliği fakültelerinde verilen medikal bilgi, tıp fakültelerindeki eğitimin yaklaşık %30-35’ini kapsıyor ve pratiğe daha fazla odaklanılıyor. Bu bilgiler ışığında, deneyim kazanana kadar diş hekimlerinin bu konuda tedirgin olmalarını anlayışla karşılıyorum.
Yorumumum odak noktasını genişleterek şunu belirtmek istiyorum: Diş çürükleri sadece şeker tüketimine bağlı değildir. Şeker tüketmeyen birçok kadının da dişleri çürümektedir. Diş hekimlerinin zihinlerinde kökleşmiş bir yanılgıya değinmek istiyorum: Oral mukoza ile vajinal mukoza birbirine benzer olduğu hatasına değinmek istiyorum. Oral mukoza, vajina gibi östrojen duyarlı değildir. Vajina epiteli 35-40 katmandan oluşur, asidiktir ve osmolaritesi daha yüksektir ayrıca vajina ağız içinden daha nemlidir. Oral mukoza ise baziktir.
Bu temel farkları göz önünde bulundurduğumuzda, kadınların diş çürümelerinin arkasında yatan nedenlerin çok daha karmaşık olduğunu (sadece şeker tüketiminin olduğunu düşünmenin kolaycılık olduğunu) görüyoruz. Diş hekimlerine sıklıkla önerdiğim bir yaklaşım, diş çürükleri olan kadın hastaları deneyimli bir jinekoloğa yönlendirmeleridir. Kronikleşmiş genital hijyen bozuklukları, oral florayı etkileyerek diş çürümelerine yol açabilir. Jinekolojik problemler çözülmeden diş çürümelerinin durması beklenemez. Ancak diş hekimlerine bu öneriyi dile getirdiğimde, bazı diş hekimlerinden “Bu konuya girmeyelim, hasta yanlış anlar, adımız sapığa çıkar” gibi geri dönüşler alıyorum. Toplumdaki yanlış anlamalar göz önünde bulundurulduğunda, bu endişeler anlaşılabilir.
Ancak, genital hijyen ile oral hijyen arasındaki bağlantı, tıbbi literatürde sınırlı sayıda yer alıyor. Patojene kaymış bir vajinal mikrobiyotası olan kadının oral hijyeninin stabil olması, diş çürüklerinin zaman içerisinde (gebelikler, premenopoz, menopozda) olmaması, artmaması imkansızdır. Oysa bu ilişki, hem kadın sağlığı hem de ağız sağlığı açısından büyük önem taşıyor. Diş hekimlerinin bu konudaki farkındalıklarını artırmaları, hem anne hem de bebek sağlığı için kritik öneme sahiptir. Son olarak menopoz döneminde implantlar, köprüler, kanal tedavileri çok sık yapılmaktadır. Sessiz hırsız hastalığı yani osteoporozu olan kadını, yetmezmiş gibi kronik jinekolojik problemleri olan STRAW 0,1,2 kadınlarını jinekolog gözetiminde olmayacak şekilde tedavilerinin yapılması sıklıkla tedavi başarısızlıklarına, vulvodinia, yanan ağız vulva sendromuna evrilebilmektedir. Diş hekimlerinin kadın hastalara yaklaşırken öncelikle hastalarının mükemmel jinekolojik konfor alanında olduklarının teyit ettirmelerini şiddetle tavsiye ederim. Ömür hayatı boyunca vajinal akıntı ile yaşamış – yaşayan ve bunu kendisinin inkar edilemez sağlık göstergesi olarak görerek adaptasyona girmiş bir kadının diş çekimi, kanal, implant tedavisi ile başınıza kaotik bir sorun yumağı olarak kalabileceğini vurgulamak istiyorum. Televizyonlarda sıklıkla izlediğim diş çekimlerinden sonra gelişen trigeminal nevraljilerin orjininde gizlide kalmış jinekolojik sorunların olduğunu vurgulamak istiyorum. Aman kadın doğumla dişin ne alakası var demeyin !