Bundan otuz iki yıl önce, 1991 de, anabilim dalı başkanımız merhum Mülazım Yıldırım hocamız, Hekimler Birliği Vakfı’nın, kadın doğum alanında bir dergi çıkarmak istediğini ve dergi editörlüğü için kendisine teklifte bulunduklarını anlatarak, ‘editör yardımcılığı’ görevini üstlenmemi istemişti. Kendisini, ‘hocam biz üç doçent arkadaş, ayni odada birlikte çalışıyoruz, mümkünse üçümüz birlikte çalışalım’ diyerek yanıtladım. Hoca da kabul etti. Böylece, Akgün Yıldız, Rıfat Gürsoy arkadaşım, hep birlikte, editör yardımcılığı görevini üstlendik. Cumartesi günleri vakfın Ankara’da, Cebeci Hamamönü’ndeki binasında, dergiye gelen makaleleri inceleyerek işe başladık. Gelen yazılar çoğalıp da, hafta içlerinde de çalışmak gerekince, bir görevli, yazıları kliniğe getirip götürmeye başladı.
Bu tür işlerin, çoğunlukla maddi getirisi olmaz. Manevi tatmin, ondan çok daha önemlidir. Diğer arkadaşlarım bir süre sonra görevden ayrılınca, işler ve sorumluluk da, bana kaldı. Dergiyi belli bir düzeye getirmeyi başarmıştık. Sonradan hocamız, yeni bir dergi olan, ‘İnfertilite Dergisi’ni de çıkarmaya başlayınca, iki dergide birden editör olunmaz diyerek, derginin editörlüğünü bana devretti. Gelen makaleler çok artınca da dergiyi, yılda dört yerine, altı sayı olarak çıkarmaya başladık. ‘Türkiye Klinikleri Jinekoloji ve Obstetrik Dergisi’ni, ülkemizde kendi alanında, en çok makale gönderilen, en çok okunan, ve en çok abonesi olan, gerçek bir bilimsel bir dergi haline getirmiştik. Bu çalışmalarla dergimiz, indekslere giren uluslararası dergi kategorisine yükseldi ve uzun süredir de İngilizce olarak yayınlanıyor.
1999 yılında vakıf, ‘Medimagazin’ adında haftalık bir sağlık gazetesi çıkarmaya başlayınca, ben ve pek çok hocamıza, köşe yazısı yazmamız için teklifte bulunuldu. ‘İşim nedeniyle, çok sık yazamam’ diyerek, on beş günde bir yazma şıkkını tercih ettim. Böylece, köşe yazarlığına da adım atmış oldum. Medimagazin’deki köşe yazıları, bundan iki yıl kadar önce, ‘Akademik Akıl’ web sitesine alınınca, ‘Akademik Akıl’ da yazmaya başladım.
İlk kitabım olan ‘Jinekolojik Onkoloji’yi, 1994 yılında yayınladığımdan beri, kitap yayıncılığında belli bir deneyimim olmuştu. Dizgici, kağıt- karton, pikaj, kolaj, matbaa çalışanları, oraların gürültülü ortamı ve mürekkep kokusunu, iyi bildiğimi sanırdım. Buna rağmen, yazarlığımın ilk yıllarında, benim de bazı sıkıntılarım oldu. Ne yazılacak, hangi konu ve nelerin üzerinde durulacak, ne uzunlukta yazılacak, hepsi de başlı başına yanıtlanması gereken sorulardı. Bunları, önce kendime, sonra yakın arkadaşlarıma sorarak, onlara danıştım. Gazeteden, on iki punto ve iki A4 kağıdını geçmeyecek uzunlukta yazmamı önerdiler (şimdi ben de gençlere aynısını öneriyorum). Uzunluk işini bu şekilde hallettikten sonra gerisi geldi.
Bu konularda, oldukça deneyimli ve yayınevi sahibi olan, Tahir Hatiboğlu hocayla konuştuğumda, söyledikleri ve önerilerini bugün bile aklımdan çıkarmıyorum. Hoca öncelikle, ‘yazdıklarımın kısa olmasını, uzun yazıları kimsenin okumadığını, konuştuğumuz günlük Türkçe’mizle yazmamın yeterli olacağını’ önermişti. Yazıdaki cümleler olabildiğince kısa olacak. Eski ve güncelliğini yitirmiş, gündelik yaşamda kullanılmayan, Osmanlıca, Arapça, Farsça ve gençlerimizin hiç anlamadığı sözcükler yerine, Türkçe sözcükler bulunup kullanılacak. İngilizce ve Fransızca’dan, dilimize girmiş olanların, varsa Türkçeleri tercih edilecek. Her yazının, bir konusu ve bir ‘derdi’ olacak ve o derde çareler aranacak. Polemik yaratacak cümleler kurulmayacak, direk olarak kimse suçlanmayacak, devamlı olarak kendinden öyküler anlatılmayacak. Sorunlar ortaya konulup, çare ve öneriler sıralanacak, alıntı olan bilgilerin kaynakları verilecek, vb.
Medimagazin bir sağlık gazetesi, ben de bir sağlıkçı ve eğitimci olduğumdan, otomatikman ‘sağlık’ ve ‘eğitim’, ana konularım olarak belirlenmiş oldu. Yazılarımda, bunların dışına taşmamaya çalıştım. ‘Siyaset, siyasilerin, günlük gazeteler ve her gün yazan profesyonel köşe yazarlarının işidir’ diyerek, sağlık ve eğitim dışındaki, günlük siyasi konuların içine olabildiğince girmemeye çalıştım. Şimdiye kadar da, ülkemize zarar verecek, onun aleyhinde olacak, tek bir sözcük bile yazmadım, ileride de yazmam. ‘Özgürlükçü ve laik cumhuriyetimiz’, kurucu önderimiz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının, sınırlarını çizerek, bizlere emanet ettiği, güzel vatanımızdan yana olan duruşum, benim tek yolum oldu.
Ara sıra şiir de yazmama rağmen, kendimi, şair ve edebiyatçı olarak görmüyorum. Hele hele, öykü ve roman yazmak, işte o çok başka bir kulvar. İlk günden beri, yazılarımı numaralandırıp, yüzerli word dosyaları halinde biriktirerek arşivlerim. Son yazılarımı, ‘beş yüz yazı sonrası’ başlığıyla, altıncı dosyada yazmaya başladım. Bilgisayarımda birikenleri, 2012 den itibaren, sosyal alandaki kitaplarımda topluyorum. Üniversitede çalışırken yayınlanmış, on üç bilimsel kitabımın dışında, sosyal içerikli ve ‘deneme’ tarzında on kitabım daha yayınlandı (1). Son kitabım bu yıl yayınlandı, çıkalı daha bir kaç ay oluyor.
Bunları, ‘laf olsun, torba dolsun’ diye de yazmıyorum. Gerçek akademisyenlerin, lafla reklamla işi olmaz. Ziya Paşa’nın şu sözlerini çok sever ve yazılarımda da sıkça kullanırım. ‘Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde’. Atalarımız “Lâfla peynir gemisi yürümez” diye ne de güzel söylemişler. Özgür bir ülkedeyiz. İnsanlar, suç olmamak kaydıyla, her aklına geleni rahatlıkla söyleyebilirler. Yapmayacağı, yapamayacağı şeyleri yapma iddiasında da bulunabilirler. Önemli olan bu değildir. Eğer kişi, söylediklerini gerçekleştirebiliyorsa, toplum buna itibar eder.
Bir zamanlar, genç bir akademisyen arkadaşımın, ‘hocam yıllardır telif ve çeviri kitaplar yayınlıyorsun, bunların hepsi de hiç bir getirisi olmayan boş işler, boşuna uğraşıyorsun’ dediğini dün gibi anımsıyorum. Sonraları, bu çalışkan arkadaşımın da telif ve çeviri kitaplar çıkardığını görünce, bir kez daha doğru işler yaptığıma inandım.
1991 den günümüze, otuz yılı geçkin, yazım ve yayın hayatının içindeyim. Tembel, yalancı, sahtekar, çalışıp üretmeyen, potansiyeli olduğu halde bir türlü üretemeyen ve aklı fikri sadece para ve reklamdan yana olanların dışında, hiç kimseyle de sorunum olmaz.
Kendi kulvarımda, önemli gördüğüm konularda, görüşlerimi belirtmek için yazıyorum. Okurlarım ilgi gösterdikçe, yazdıklarım okundukça, yazmaya devam edeceğim. ‘Boynuz kulağı geçer’ derler. Geçmelidir de. ‘Darısı, çalışkan üretken, genç ve gerçek akademisyen arkadaşlarımıza olsun’ diyelim. Onların yolları, daima açık olsun.
1. Üniversitede Kır Çiçekleri, 2012.
Üniversitede Arılar, Karıncalar ve Ağustos Böcekleri, 2013.
Üniversitede Hayaller ve Gerçekler, 2014.
Üniversitede Rüzgar Gibi Geçen Yıllar, 2015.
Üniversitede Dostlara Hoşçakal Diyebilmek, 2016.
Anılar Silinmeden, 2018.
Atamızın İzinde, 2020.
Yaşama Dokunmak, 2021.
İnceldiği Yerden Kopmasın, 2022.
Onuncu Köyden Öteye, 2023.
3 yorum
Gerçekten çok güzel toparlamışsın yine çizgini hiç saptırmamak harika bir şey seni tebrik ediyorum
Hocam ben yazınca yapay zeka müdahale ediyor olmamış diyor bence olmuş saygı ve sevgiler görüşmem üzere
Çizginiz ,ilginiz ,insanlığınız , bilgileriniz , dostluğunuz, arkadaşlığınız ve en önemlisi de doktorluğunuz çok değerlisiniz bizim için.
Kaleminize yüreğinize sağlık.
Saygılar sevgiler