Bilindiği üzere 15 Nisan 2015 tarih ve 30392 sayılı resmi gazete de yayınlanması ile ilişkili olarak doçent olma kriterleri yeniden düzenlenmiştir. Yeni kararlar üniversiteler arası kurulun resmi internet sitesinde duyurularak Ekim 2016 tarihinden sonra geçerli olacağı ifade edilmiştir. Böylelikle de eski kurallara göre hazırlanan adayların etkilenmemesi sağlanmaya çalışılmıştır. Bu tarihten sonra sözlü doçentlik sınavı kaldırılmış ve doçent adayının eserlerinin değerlendirilmesi için oluşturulan jüri kararlarına göre doçent unvanı elde edilebilmektedir. Doçentlik başvurusu için aşağıdaki Tablo da yazılı şartlara göre adayın en az 100 puan alması gereklidir. Bugün doçentlik kurallarının kuralların değişimi ile ilgili ortaya çıkan olumlu veya gözden geçirilmesi gerektiğine inandığım konular üzerinde durmak istiyorum.
Olumlu özellikler: Doçentlik kurallarının değişimi ile ortaya çıkan olumlu bir özellik jüride yer alacak öğretim üyelerinin elektronik ortamda saptanmasıdır. Bu yöntem ile doçentlik jürisi oluşturulurken herhangi bir şüphesini önüne geçilmiştir. İkinci çok olumlu olarak değerlendirdiği konu ise jüri eser değerlendirmesinin bir puan sistemi gereğince yapılmasıdır. Böylelikle jüri üyeleri arasında eserlerin bilimsel önemi hakkında düşünce farklılığı ortadan kaldırılmış ve adayların yayınlarını değerlendirmede matematiksel bir yaklaşım sağlanmıştır. Bir diğer önemli konu doçentlik unvanı için başvuran adayın uluslararası yayınları yanında ulak bilimde taranan ulusal yayınlarının da olmasının teşvik edilmesi sağlanmış ve ulusal dergilerimize değer kazandırılmıştır. Bu şekilde genç kuşakların Türk tıp dizinini de takip etmesine katkı sağlanmıştır. Üçüncü olumlu özellik, lisansüstü veya tıpta uzmanlık tezlerinin yayın haline getirilmesi zorunluluğudur. Böylelikle ileride akademik unvan sahibi olmak isteyen doçent adaylarının uzmanlık eğitim sırasında yaptığı tezlerin bilimsel seviyesinin artması hedeflenmiştir. Ayrıca kongrelerde sunulan ve kongre kitapçığında basılan sözlü tebliğlerin puana tabii olması da kongredeki tebliğlerin kalitesinin yükselmesine olanak sağlanmıştır. Dördüncü çok önemli katkı ise patent sahibi olanlara doçentlik sınavı için puan verilmesidir. Beşinci olumlu özellik, bilimsel araştırma projelerinde yer almanın puan olarak yansımasını getirdiği teşviktir.
Değerlendirilmesi gereken konular: İlk olarak her ne kadar doçentlik için eserler değerlendirilirken atıflardan elde edilecek oranı düşük olsa da alınan atıfların puan sistemi içinde değerlendirilmemesi gerekir. Zira yukarıda olumlu özellikler içinde ifade edilen yayın kalitesini artırmaya yönelik çabalar zaten adayın eserlerinin aldığı atıf sayısını artıracaktır. Bu doğal bir sonuçtur. Bu nedenle ilave olarak bir katkısının olup olmayacağı tartışılabilir. İkinci konu ise doçent adayını kitap yazarlığıdır. Bir konuda deneyim sahibi olmak için uzun süreli araştırma yapmak ve çalışmak gerekir. Bir doçent adayının bu şartlarda ne kadar çalışabileceğinden emin değilim. Ayrıca doçent olmak için hazırlanan bir adayın bilimsel bir kitap editörü olma ihtimali çok özel şartlar dışında hemen yoktur. Bu nedenle kişisel görüşüm kitap yazar veya editörlüğü bu bölümden 20 puan gibi yüksek bir puan elde edilebilmesi bazı sorunları da beraberinde getirmektedir. Akademik hayatta olan hemen hepimiz kaynağının ne olduğu bilinmeyen uluslararası kitap yazarı olmak ister misiniz diye elektronik posta almaktayız. Bu nedenle kitap yazarlığı acaba suistimal ediliyor mu sorusu gündeme gelebilir. Üçüncü değerlendirilmesi gereken bir konu tez konusudur. Unutmamalıyız ki günümüzde doktor öğretim görevlisi olan ve henüz yeni uzman olan bir akademisyenin verdiği tez doktor öğretim üyesinin kendi alanı dışında ise mevcut tezin bilimselliği tartışılabilir. Bu durum çok özel bir konuda çalışan gen mesleğinin başında sayılacak akademisyenler için bir nebze sorun olmayabilir. Dördüncü olarak değerlendirmemiz gereken husus toplantı faaliyetleridir. Bu durum ülkemizde gereğinden çok toplantı yapılmasına katkı yapabilir. Beşinci önemli konu ise doçent adaylarının ders vermesi ve buradan puan almalıdır. Ders veren doçent adaylarının dersleri nasıl hazırladığı ve ve ders anlatma şeklini denetleyici bir mekanizma mevcut değildir. Bu nedenle verdiği dersin bilimselliğini nasıl ölçülebilir bilmiyorum, bu nedenler ile konu üzerinde tartışılması gerektiğine inanıyorum.
Bana göre bilhassa Tıp Fakültelerini ilgilendirdiğini düşündüğüm ve kıdemli bir öğretim üyesi olarak beni endişelendiren ana konu doçentlik sınavında sözlü sınavın ortadan kalkmasının getirebileceği sakıncalardır. Sözlü sınav yokluğunda doçent olmak isteyen adayların başvurduğu ana dal veya yan dal ile ilgili temel kitapları okuma zorunluluğu ortadan kalkmıştır. Bu nedenle doçent adayı ana konuları öğrenme ihtiyacı duymamakta ve kendini makale yazma üzerine odaklandırmaktadır. Zira sözlü sınavın yokluğu hasta anamnez, muayene usulleri ve hastalıklar arasında ayırıcı tanı yapabilme hakkında adayın bilgisini değerlendirme olanağını ortadan kaldırmıştır. Bir başka ifade ile adayın bilgisini değerlendirebilecek soru sorma imkanı ortadan kalkmıştır. Tıp fakültesi temelinde temel bilgilere sahip olmayan, hasta sorgulama ve değerlendirmesi ölçülemeyen bir aday sadece yayınlarına bakılarak doçent olabilir ki bu ileride eğitici olarak yer aldığı kurumlarda akademisyen olmayacak yeni hekimlerinde eksik yetişmesine yola açabilecektir. Diğer bir konu ise uluslararası veya ulusal yayın yapılmasında adayın aldığı sorumluluğun değerlendirilebilme şansının olmamasıdır. Maalesef kötü niyetli olarak yayınları başkalarına yaptırabilme şansı mevcuttur. Böyle bir durumda sözlü sınavı olmaması nedeni ile adayın eserleri hakkında aldığı rolü değerlendirme olanağı mevcut değildir. Son yıllarda bazı üniversiteler bu olumsuzlukları ortadan kaldırmaya yönelik doçent kadrosuna atanmak için sözlü sınavları kendi bünyesinde yapıyor olsalar da, sözlü sınav için aylar geçmiş ve aday çalıştığı kurumda artık doçent unvanını almış olarak çalışmaktadır. Bu durumda sözlü sınavda yer alacak jüri üyeleri vicdani bir baskı hissedebilir.
Yukarıda tartıştığımız doçentlik kurallarının ülkemizin geçirdiği zor günlerde üniversitelerde akademik değerlendirmeyi daha objektif hale getirmek için düzenlendiğine inanıyorum. Ancak günümüzde jürilerin daha objektif olabileceği düşüncesi ile doçentlik sınavlarının sözlü aşamasının yeniden gündeme gelmesinin yararlı olacağını kanaatindeyim.
Saygılarımla.
7 yorum
Sayın Bolaman, çok önemli bir konuyu işlemişsiniz. Yazdıklarınızın pek çoğuna katılıyorum. Çok doğru, sözlü sınav, ders anlatımı, hatta bence cerrahi dallarda ameliyat uygulaması bile olmalıdır. Dersini önerilen süre içinde anlatamayan, ifadesi düzgün olmayan, hatta kekeme bir öğretim üyesi düşünülebilir mi? Özellikle iç hastalıkları ve pediatri gibi çok geniş alanlarda, hekimler sadece kendi yan dallarından sorumlu olduklarını düşünüyorlar. Genel tıptan kaçınıyorlar. Bizde hep söylenen, sınav jürilerinin elektronik ortamda seçildiğine inanmamız çok zor. Genelde yapılanlar, üç bizden, iki nötr olanın konulması şeklinde olmuştur. Herkesin göreceği bir şekilde elektronik ortamda piyango gibi, ya da toplara hoca adları yazılarak şeffaf kaplardan seçilmesi, önceden izlenmesi için zamanı ve gününün belirlenmesi, daha akla yatkın gibi görülüyor. İşin gerçeği, YÖK, ne ÖSYM ye vatandaşın ve hocalarımızın güveni çok azaldı. Kurumlar giderek, eski itibarlarını yitirdiler. Yayınlarda, sadece ilk üç yazara puan verilmesi düşünülebilir. Kitap yazmak için illa da doçent, Prof olmak da gerekmiyor. bir uzman da pekala kitap yazabilir. Öğretim üyeleri kitap yazma konusunda yüreklendirilmelidir. Bunlar da benim yapıcı yorumlarım. Saygılarımla.
Çok Muhterem Hocalarım,
Yazdıklarınızı heyecan ile okuyorum. Sizler bizim büyüklerimizsiniz. Elbette değerlendirmeleriniz bizim için çok önemlidir. Doçentlik sınavı konusunda ne gibi değişiklik önerilirse önerilsin , nereye evrilirse evrilsin, çıtanın seviyesi nasıl ayarlanırsa ayarlansın ama her türlü gelişme yada değişiklik objektif kriterleri pekiştirmeye yönelik olsun. Objektif kriterlerin arttırılması insiyatifi azaltacaktır. Doçentlik sınavıdaki O insiyatifler ki; nice insanları bilimsel çalışma yapmaktan soğutmuştur. Nice değerli beyinler hangi kriterlere göre seçildiği belli olmayan jüri denilen bir takım insanlar tarafından neredeyse ” bilmin gereksizliği” gibi bir düşünce mecrasına savurmuştur.
Doçentlik sınavındaki bu değişiklikler boşuna yapılmadı. Önceki dönemlerde yapılan nice haksızlıklar, gereksiz uygulamalar, devletin bilgisine sunuldu ve arşivlerine girdi. Önceki dönemde jüri üyelerinin bir kısmı görevlerini bile bilmiyordu. Kendini istihbarat elemanı sananlar oldu. Bazı hocalar tarafından ” senin işin dosyayı değerlendirmek” şeklinde uyarıldığı halde, ” Ben takip jürisiyim” diyerek jürinin içerisinde kendine ayrıcalıklı bir konum getirmeye çalıştı. Adayın yayını kendisinden çok olunca kıskananlar oldu. Olup olmadık şeylerle adayın çalışmasına çamur atmalar oldu. İngilizcesi için ayrı editörü olan ve ingilizce dışı dillerden gelen çalışmaları bu editörünün denetiminden geçirdikten sonra yayınlayan dergideki yazıyı ” ingilizcesi kötü” diye eleştiren jüriler oldu. Bunun Dil editörü olduğu hatırlatılınca ” bana ne oğlum, editörün yanlış ” diyen ve aslinda kendi yabancı dilinin olmadığını öğrendiğim jüriler oldu. Sözlü sınavında bir molekülün bir harfini bilmiyor diye sınavdan bırakılanlar oldu, Kadın Doğumcunun sınavında tamamen jürinin akşam okuyup sabah sorduğu alakasız genetik soruların sorulduğu sınavlar oldu.. Oldu da oldu… Hiç kimsenin hayatı ve geleceği hiç kimsenin insiyatifine bırakılmamalıdır bir Hukuk ülkesinde…
Acı hatıralarla dolu doçentlik sürecimi şimdilerde trajikomik savaş anıları gibi anlatmaktayım benden sonraki kuşaklara. Bu böyle olmamalıydı. Gereksiz oluşmuş ön yargıalrı kırmaya tükettiğim enerjimi bilimsel çalışmalarıma ve heyecanıma kullanmalıydım. O dönemde tükettiğim enerjinin benim enerjim değil “milletin malı” olduğunu söylediğimde kimseler ne demek istediğimi anlamıyordu. Bugün ülkemizde eğitime başlayan her çocuğun sadece sınııfındaki değil, dünyanın herhangi bir ülkesindeki aynı kuşakla bir rekabete girdiğini anlamamız gerektiğini anlamamız gereken bir dönemdeyiz. Ütopik kalite arrtıcı hayallerin peşinden giderken dünya ile rekabette olma zorunluluğuna girmiş olan gençlerimizin şevkini kıracak, enerjisini tüketecek işler yapmamamız gerekiyor.
Bir diğer konu da; öğretim üyeliği… kekeme olan yapamaz gibi bir anlam çıkarttığım yazıya son derece üzüldüğümü bildirmek isterim. Jürilerin kekeme, görme yada duyma problemi olmayanları seçmesi gibi bir görevi yok. Bilim insanlarının ürettikleri ve üretebilme potansiyelleri esastır. Yaratıcı bir beyni, kusur (!) sayılan bir özelliğinden dolayı hiç kimse üniversitelerde mahrum edemez. Kekeme yada görmüyor yada duymuyor diye diye bir kişiye doçentlik verilmez ise ne bu dünyada ne de öbür dünyada hiç bir mahkeme bu haksızlığı kabul etmeyecektir.
En derin saygılarımla.
Sayın Haldun Güner hocam
Doçentlik sınavı hakkında yazdıklarım kişisel düşüncelerim olup yazımdaki bazı konularda benim gibi düşünmeyenlerin olması çok doğaldır. Ben yazımda günümüzde doçentlik sınavı nasıl daha iyi olabilir düşüncesini işlemeye çalıştım. Yazınızda yayınlarda ilk üç ismin puan alması konusu farklı değerlendirilebilir. Yurtdışında da ülkemiz de de ilk ve son isim çok önemli (çalışmanın başlıca sorumluları) kabul edildiğini biliyorum Ayrıca ifadesi düzgün olmayan tanımınızın dilimizi kötü kullanan (şiveyi kast etmiyorum, argo şeklindeki kelimelerin kullanılmasını kabul ediyorum) katılmakla beraber kekemeliğin bir sağlık sorunu olduğu düşüncesi ile yapı içinde değerlendirilmemesi kanaatindeyim. Zira öğretim üyeliği sadece konuşmaktan ibaret olmadığı konusunda hemfikir olduğumuza inanıyorum. Yazımda konunun siyasallaşmaması ve eski sınavlarda olan olumsuzluklar üzerinden ilerlenmemesi için de dikkat ettim. Hepimiz aynı gemideyiz, ülkemizde akademisyenlik düzeyinin yukarıya çıkarılmasına emek verdiğimize inanıyorum. İlgi ve katkılarınız için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
Sayın Hüsnü Güner Hocam
Bir akademisyen olarak doçentlik sınavınız sırasında olan olumsuzluklar ile ilişkili olarak sadece üzgünüm diyebilirim. Benim bu yazıyı yazmadaki amacım sadece geçmişteki var olan olumsuzlukları vurgulamaktan ziyade g günümüzdeki doçentlik sınavı/değerlendirmesi doğru mudur sorusuna cevap arama amacı ile konuyu gündeme getirmek istedim. Sağlık sorunları ile ilgili eleştirilerinize yukarıda cevap verdim. Düşüncelerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
Sn Murat Gerçeklioğlu
İfade ettiklerinize katılıyorum. Zaten sınavın yapılmaması doçent unvanı alacak kişinin kitap okumamasına ve yayınları hakkında (eğer gerek duyulur ise) tartışabilme olanağını ortadan kaldırdığı için bir güçlük yaratmaktadır. Örneğin iç hastalıkları konusunda konuştuğumda hastanın sorgulanmasının, akciğer veya kalp seslerinin yorumlanmasının önemi azalmış görünmektedir. Bizler akademik seviyeni daha iyi olması amacı ile gerekli düzenlemelerin yapılması için dikkat çekmeye çalışıyoruz. Değerli fikirleriniz için teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.
Son zamanlarda Türkiyede maalesef iş çığrından çıkmıştır.Doçentlikte önce 70 olan KPDS puanı sonra değişik sınavlarla önce 65 şimdide 55 puana düşürülmüştür.Bu gidişle, gelecek zamanlarda yabancı dil bilmemek kriter haline getirilecektir!..Doçentlik sözlü sınavının ortadan kalkması ile o yayınlarda ismi yazan kişilerin gercekten o yayınların sahibi mi değilmi olduğu anlaşılmaz hale getirilmiştir. Doçentlik sınavı kalitesi düşürülerek sıradanlaştırılmıştır!…Doçentlik kolayca elde edilebilen bir makam haline getirilmiştir.
Sayın Zahid Hocam;
Bu konuda çok yerinde değerlendirmeleriniz olmuş.. Tabii ki doçentlik sınav süresince bazı hocalarımızın yaşadıkları göz önüne alınarak yeni doçentlik kriterleri getirildi. Ancak, her yeni gelenin mükemmel olduğu söylenemez ve zaman içinde iyileştirme çalışmalarının yapılması yerinde olacaktır ve bence de en mükemmeli bulununcaya değin bunun yapılması koşuldur. Tespitleriniz yerinde ve değişimi için de gereken merciler bu konuları tartışmaya açacaktır diye düşünüyorum. Ya da değişik tartışma platformlarında tartışılmasının yararlı olacağı kanaatindeyim. Tartışamadan sonuca gidilemez. tartışma yapılırken bilimsel verilerden yola çıkmak gereklidir. Umarım en yakın zaman da bu konu bilimsel verilerin ışığında değerlendirmeye açılır. Sizi de bu konuda farkındalık yaratmanızdan dolayı tebrik ediyorum. Saygılarımla
Ali Zahit Hocam, bu konu çok konuşuyor ama yazıya dökerek fark yaratmış oldunuz.
Yorumlardan da görüleceği üzere bu işin en doğrusu diye bir şey yok. Ama bu uygulama ile ben neyi kaybettim onu paylaşmak isterim;
Ben doçent adayının dosyasını okurken notlar alırdım. Bu notlarımın bazıları ilginç bulduğum konular, bazıları farklı düşündüğüm, bazıları da tam olarak anlayamadığım konulardı. Bu notlarımı eserlerin incelenmesi raporumda belirtmeye çalışırdım.
Jüri toplandığında adaya ilk sorum, raporumu okudun mu, okudu isen ne anladın anlat derdim.
Sonrasında ilginç bulduğum veya yeterince anlamadığım veya farklı düşündüğüm çalışmaları hakkında aldığım notlar üzerinden sorular sorardım. Yani ben bu sınavları tartışma ve öğrenmenin bir aracı olarak görüyordum.
Her yıl düzenli bir şekilde aday dosyaları gelmeye devam ediyor ve ben bu görüşlerimi Üniversitelerarası Kurula bir görüş olarak iletiyorum.
Jüri karşısına çıkma kaygısı ile sistematik anlatma becerisi üzerine yoğunlaşan adayın, “bilgiye” aktaracak kadar hakim olması eğitim verilen uzmanlık öğrencileri bakımından çok önemlidir.
Saygılarımla…
Makale çok faydalı, yorumlar da ama Bülent Topuz’un yorumu beni dehşete düşürdü. Özellikle “raporumu okudun mu, okudu isen ne anladın anlat” kısmı. Bilimle uğraştığını iddia eden biri bir başka birine, hele hele bir meslekdaşına bu kadar tepeden bakmamalı, kendini bu kadar ulaşılmaz, bu kadar üstün görmemeli.