Arkadaşlar, ben bu yazımda sizlerle, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ayşegül Tokatlı’nın Cumhuriyet gazetesi Bilim-Teknik dergisinde yayımlanan yazısıyla ilgili olarak, sanal ortamda dolaşan bilgileri paylaşmak istiyorum.
Prof. Dr. Tokatlı, “Üniversitelerin doçentlik sınavında adayların, ‘catering’ şirketleri ile anlaşarak sınav esnasında jüri üyelerine ikramlarda bulunduğuna, sınav sonrasında jüri üyelerini lüks restoranlarda ağırladığına” dikkat çekerek, bu durumu “rüşvet” olarak niteledi. Prof. Dr. Tokatlı, Üniversitelerarası Kurula yazdığı açık mektupta, doçent adaylarının jüri üyelerine rüşvet niteliğindeki ikramlarının yasaklanmasının şart olduğunu vurguladı.
Tokatlı’nın “Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı’na açık mektup” başlığıyla yayımlanan yazısı da şöyle:
Doçentlik sözlü sınavı en önemli akademik sınavıdır ve bu sınavın vakarı vardır. Sınav mekânının, sınavın ağırlığına uygun olması gerekir. Bu mekânın adayların beklediği bir alanı olmalıdır, sınav süresince sessiz kalması sağlanabilmelidir. Hele bu mekânlar tıp fakülteleri, diş hekimliği fakülteleri gibi hasta hizmetinin verildiği mekânlar ise bu vasıfta sınav mekânı bulmak zordur, en donanımlı üniversitelerde bile bir ana bilim dalında bu sınava uygun sadece ‘bir mekân’ vardır. Hocamız aynı günde, aynı klinikte dört ayrı doçentlik sınavı yapılmasının zorluklarından yakınıyor.
Konu ile ilgili bir diğer sorun, yedek jüri üyelerinin, sınavın yapıldığı il dışından olmalarıdır. Eğer asıl jüri üyesinin sınavdan çekilmesi sınav tarihinden önce ise yedek jüri üyesinin sınavda bulunması sağlanmakta, ancak eğer son anda gerçekleşen bir mazereti varsa bu durumda jürinin kurulması mümkün olamayacaktır. Geçmiş yıllarda sınavın yapıldığı ilden asıl jüri üyesi yokken bile, yedek jüri üyesinin mutlaka sınavın yapıldığı ilden olması kuralı varken bu kural niye değiştirildi, bilmek isteriz.
Diğer bir konu, sınava girecek adayların ikramları.
Geçen zaman içinde ikram asla kabul edilemez boyuta erişmiştir. Ev sahibi durumunda olan bölümün “catering” firması ile anlaşıp, sonunda ücreti adayların ödemesini istemesinden tutun, adayın anlaştığı firmanın beyaz eldivenli garsonlarının sınav esnasında hizmet etmesine varan, katlarda ziyafet sofraları gibi sofraların kurulmasında, yiyecek kokuları içinde sınav yapılmasına, sınav sonrası jüri üyelerinin lüks restoranlarda ağırlanmasına ulaşan durum, ÜAK’nin bu konuda önlem almasını gerektirmektedir.
Benim bildiğim, uzmanlık sınavlarında olur bunlar. Zira asistanlığı sırasında yıllardır, bilgi ve beceri açılarından, çok iyi tanımış olduğunuz bir asistanın uzmanlık sınavı, aslında eskilerin deyimiyle bir “peştemal giyme” törenidir. Sınav sonrası uzman olan doktor, artık uzmanlık mesleğini yasal olarak icra edebilme yetkisini almıştır. Mesleğini her yerde icra edebilir.
Doçentlik ise bundan çok farklı olup, bir akademik unvan alma olayıdır. Uzmanlık sınavında genellikle başarısız olunmaz, doçentlikte olunabilir. Bu işin doğasında vardır.
Eskiden tez vardı, kaldırıldı. Pratik-cerrahi uygulama vardı, kaldırıldı. Teorik ders anlatımı vardı, kaldırıldı. Sınavda akademik kıyafet zorunluluğu vardı, kaldırıldı. Her bir şey kalkar, ikram faslı kalkmaz arkadaşlar.
Bozarız biz her şeyi; şehirleri, kasabaları, okulları, evleri, sporu, stadyumları, caddeleri, sokakları, hatta sınavları bile. Her şeyi kendimize ve menfaatimize göre uydururuz. Spor (şike durumları), YÖK (plansız üniversite ve fakülte açılmaları, rektörlük sıralamaları, kadro ve kontenjan sorunları, yetki devirleri vs.), ÖSYM (soruların çalınması, kopya durumları, sınavlara olan güvensizlik), üniversiteler (araştırma, akademik yapıdaki gerileme, kadro şişirilmesi vs.), resmi daireler-belediyeler (atamalar, tayin, rüşvet, ihale, plan değişiklikleri vs)… Kimsenin kimseye ve hatta kurumlara saygısı kalmaz. Gelinen nokta ise bir nevi sivil itaatsizliktir. İşin aslı, biz bize benzeriz. Alaturkalıktır bu gibi işler vesselam.