Birey (istişare yapan) bireysel iradesini aklın analitik süzgecinden geçirerek karar süreçlerine katılmalıdır. Ve bu yaklaşımda istikrarını hiç bozmamalıdır.
Aklı fikir yürütmeyle ve düşünceyle besleyen birey, ikilemde kaldığı durumlarda haberi (vahyi) akıl süzgecinden geçirerek çıkış yolu bulmaya çalışmalıdır.
Herkesi eşit haklar ikliminde iyilik yarışına sokmalıdır.
Kötülüklere karşı herkesi hareket halinde tutmalıdır.
Tüm mücadele, insan haklarını koruma, kollama ve savunma mücadelesidir.
Kötülük üreten tüm yönetim süreçlerine ve aktörlerine isyan halinde olmalıdır.
Doğal Dünya Düzeni’nin vazgeçilmez dinamiği olan evrensel insan haklarının sağlanması girişimleri birinci hedef olarak işaret edilmelidir.
İnsanlığın zaruri ihtiyaçlarını doğal hak olarak karşılayan yönetimler oluşuncaya kadar mücadeleye ara verilmemelidir.
Evrensel olan ilkelerle bölgesel olanları karıştırmamalıdır.
İnsan hakları ile ilgili ilkeler evrensel olanlardır.
Bunları ayırt edecek akıl yürütme niteliğine sahip olunmalıdır (ilkelerin sürekliliği, herkesi kapsaması, istikrarlı olması, bütünsel olması, dünyanın her yanında uygulanabilmesi).
İstişare yapan bireyin kendinde ve muhatabında olmasını istemesi gereken insan hakları:
- Düşünce hürriyeti (akıl yürütme hürriyeti):
Akıl herkeste vardır. Farklılık, aklın kullanılma ve işletilme derecesindedir.
Çevreden gelen uyarılar, bilgiler, duyumlar olayları anlayış ve kavrayışta farklılıklar yaratabilir. Bu farklılıkların doğru olanını seçebilme niteliğine sahip olan akıldır. Akıl, olay ve eşyaya “Neden, niçin, nasıl?” sorularını sorarak, onun evrensel ilke olup olmadığı doğallığını ortaya koyarak, hükmünü verir.
- Yaşama hakkı ve güvenliği:
Bir insanı yaşatmak bütün insanlığı yaşatmak, bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek anlamına gelir.
İnsanın kendinin yaşaması için yemesi, içmesi, barınması ne kadar doğal hakkı ise muhatabı olan insanın da o kadar hakkıdır. Dolayısıyla, insan muhatabının bu hakkını gerçekleştirmek için kendi yaşam hakkını sağlayarak hayata geçirebilir. Bu evrensel hakkın paylaşımı bu felsefi yaklaşımla mümkündür.
Kendi hayatını kurtarmak ve muhatabının hayatını kurtarmak, bozguncularla mücadele ile gerçekleştirilebilir.
Evrensel olan bu yaklaşım bütün insanları kapsar.
- Hakkını alma hürriyeti:
Hak vardır. Eşya ve olaylardan önce var olan bir değerdir. İnsanın eşyada ve olaylarda önceden bir hakkı vardır. Hakkı doğaldır ve doğuştan vardır.
O hakkın insana ulaşıp ulaşmadığının kararını akıl verir. Verdiği karar “doğru” sayılır.
Akıl kullanılmadığı zaman “hak” ortadan kalkmaz. Hak yok olduğu zaman, aklın verdiği karar “doğru” olmaz.
Bir şeyi (eşya ve olay) yaratan “Hak”tır. Yarattığı da “Hak”tır. Yaratıcının yarattığı sisteme göre üretilen de “hak”tır.
Ortaya çıkan ürün de “hak”tır.
Eşya ve olayların yaradılışının nasıl olduğunu hiçbir şey katmadan ve hiçbir şey çıkarmadan olduğu gibi söylemek de “hak”tır.
Var olan her şey “hak”tır.
Haksızlığa uğrayanın hakkını araması “hak”tır. Hakkı alırken kullanılan yöntemin haksızlık üretmemesi de “hak”tır.
İstişare ortamında bireysel söz kesme, dinlememe, karışıklık, kargaşa, kavga, gürültü, kabalık, sertlik ve düşmanlık da “haksızlık”tır.
Hakkı alma yetkisi yönetimindir.
Yönetim, hak yemeyi de, hak yedirtmemeyi de gerçekleştiren bir sorumluluk ve yetki makamıdır.
- Öğrenim hürriyeti:
Eğitim planlı, programlı, kurumsallaşmış ya da kurumsallaşmaya yönelmiş bir yöntemdir. Sonradan kazanılır. Kültürel temeli vardır. Sosyal boyutu olan ve sosyal işleyişi olan bir etkinliktir.
Öğrenim, doğaldır, doğuştandır.
Evrenseldir ve olmazsa olmazdır.
İnsan beş duyusu ile öğrenmeye başlar. Duyar öğrenir, görür öğrenir, dokunur öğrenir, koku alır öğrenir, tadar öğrenir. Bu öğrenme yolları ile biyolojik hayatı ve kendisini okumaya başlar. Okudukça öğrenir, öğrendikçe okur. Eğer bu okumayı ve öğrenmeyi bir otoritenin güdümüne verirseniz ve belirleyici otorite olursa, öğrenme ve okuma doğal sürecinden sapar, statikleşir ve yaşamın evrenselliğine katkısı ortadan kalkar. Bu yüzden evrensel niteliği olan kavramların doğal etkisini belirleyici konumda tutmadan işlevini görmesi söz konusu olmaz.
Düşünen, aklını işleten, bilim üreten insanın statik bir kurumun güdümüne sokulması gibi…
İnsan çevresinden aldığı uyarıların davranışa dönüşmesi sürecini yaşar. Bu yüzden alınan uyarıların evrensel nitelikleri taşıması, davranışlarında Doğal Dünya Düzeni’ne uyumlu bir süreç başlatacak demektir.
Kurumsallaşmış eğitim yöntemlerinin her kültürde ya da her coğrafyada yerleşik yasalara uygun uygulamalar yapmaları beklenen bir sonuçtur. Tam da bu noktada evrensel ilkelere uygun, doğal hak olan öğrenime ortam hazırlayacak şekilde davranışlar gösterilmelidir.
Yasal eğitim değil, evrensel öğrenim.
Böylece öğrenme ile elde edilen evrensel bilginin tetiklediği bilim, bilimin tetiklediği inanç, inancın tetiklediği yönetim Doğal Dünya Düzeni’ni sevk ve idare edebilir.
Okumanın, öğrenmenin, bilimin sınırı yoktur. Bunlar evrensel süreçlerdir. İbadetin sürekliliği evrenseldir.
Önce öğrenmek, sonra öğretmek.
Önce öğretmek, sonra görevlendirmek.
Doğal Dünya Düzeni’nde düşüncenin oluşumu uyarı, akıl, gözlem, işleyiş, ilke, bilgi ve bilim iman sürecini içerdiğinden, bilim-iman ilişkisi yaşamsal önem kazanıyor.
Düşünce sisteminde:
Akıl ve bilim imandan önce geliyorsa, hayatı okumak mümkün olacak demektir. Bu da toplumun bilimsel bir süreç içinde gelişeceğini gösteren öğrenme yöntemi demektir.
Bu da, yaratılan evrensel yasaların vahyi haberle örtüştüğünü yakalamanın imanını üretir.
Varılan sonuç, “yaparak öğrenmek yaptırarak öğretmek” yönteminin kurumsallaşmasıdır.
Bu sonucun bilimsel kanıtı herkesin kendi işini en iyi yapması durumudur. İbadet de budur.
İnsan bir arayıcıdır. Arayışında araçları kullanması bilim, buldukları yaratılış yasası, öğrendikleri bilgi, katkıları yetenek, ürettikleri değer, paylaştıkları ibadet, ödedikleri “hesap”, ödülü ise “cennet”tir.