Değerli dostlar, bildiğiniz üzere bilgi, medeniyetin en önemli unsurudur. Medeniyetin gelişimi, bilginin sürekli yeniden üretilmesiyle mümkün olduğundan gelişmenin, ilerlemenin, kalkınmanın olmazsa olmaz şartı, bilgiye erişim ve bilginin etkin ve doğru kullanımıdır.
Çağımızda bilgi, tükenmeyen ve her gün yeniden üretilen bir kaynak olarak her türlü sosyal ve iktisadi faaliyette en önemli ve temel "girdi" haline gelmiştir. İçinde bulunduğumuz bilgi çağına damgasını vuran unsur ise özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde insanoğlunun bilgiyi üretme, kullanma, işleme, saklama, paylaşma ve bilgiye erişimde giderek yaygınlaşan, hızlanan ve çeşitlenen araç ve imkânlara sahip olmasıdır.
Bilgi ve iletişim teknolojileri, toplumları ve kültürleri birbirine yakınlaştırmakta, dünyadaki tüm ekonomileri, işletmeleri ve bireyleri giderek yaygınlaşan bir ağ yapısı içerisinde birbirleriyle ilişkili hale getirerek güçlendirmektedir. Peki bu bilginin veya bilginin işlenmiş hali olan verinin hepsi yansıtıldığı gibi doğru mudur? Günümüz modern çağında bilgiye ulaşmak da kolaylaştı. İnternet, gazete ve dergiler, yazılar ve önerilerle dolu.
Peki bu bilgilerin ne kadarı yanlış, ne kadarı doğru? Özellikle halk arasında dolaşan pek çok söylenti (her söylenti bir miktar doğru içermekle beraber) bilgi denizinde büyük bir bilgi kirliliği de yaratıyor. Bunun çok basit bir örneğini hep beraber görelim. "Dünya nüfusu tehlikeli denebilecek bir yoğunluğa ulaştı veya ulaşmasına az kaldı." Şeklinde bir önerme hepimizin az çok aklında vardır. Bu söylenti, uzun süredir ortalıkta dolaşmaktadır. XVIII. yüzyılda Malthus isimli bir Anglikan kilisesi rahibi, çevrecilere: "Nüfusun gücü, yeryüzünde insanların rızıklarını verecek güçten çok daha büyüktür" dediğinden beri bu önerme söylenegelmektedir. İşin aslı, dünya fazlasıyla boş alanı bulunan geniş bir gezegendir. O zaman, 6 milyar insanı yerleştirmek için ne kadar alana ihtiyaç duyulur? Bir fikir vermesi açısından, Japonya’nın ulusunu ele alalım. Yüzölçümü 377.873 km2 olan Japonya’da kişi başına yaklaşık 62 m2 düşüyor. Eğer dört kişilik aileleri, her katta bir aile olacak şekilde iki katlı binalara yerleştirecek olursak her apartman 492 m2 yer kaplayacaktır. Eğer dört kişiye 743 m2’nin düştüğü ABD ortalamasını ele alacak olsak bile, gezegenin tüm nüfusu Teksas ve Nevada eyaletlerinin toplamı kadar bir alana rahatlıkla sığar. Geri kalan tüm topraklar ise üretim ve eğlence mekânlarına kalır. Bunun gibi pek çok doğru bildiğimiz yanlışın yer aldığı bir dizi kitap geçtiğimiz günlerde NTV yayınlarında "Cahillikler Kitabı" ismiyle yayımlandı. Serinin birinci kitabı genel konulara, ikinci kitabı hayvanlar alemine ayrılmışken, Dr. Werner Bartens isimli bir Alman hekim-gazeteci tarafından yazılan üçüncü kitap, sağlık üzerine doğru bildiğimiz yanlışları içermektedir. Bu kitaba göre; sık duyulan sakız mideye yapışır konusu şu şekilde değerlendirilmektedir. "Sakızı sakın yutmayın, midenize yapışır, lafını duymayan yoktur. İlk bakışta mantıklı görünmekle birlikte bu uyarı saçmalıktır. Çünkü, sakız öncelikle çiğnendikçe yapışma özelliğini yitirir; ikincisi midede sakızın duvarlara yapışması mümkün değildir. Midenin asidi sakızın parçalanmadan ve yapışmadan bağırsaklara geçmesine kolaylık sağlar. Sakızın bağırsakları tıkayabilmesi için de yaklaşık iki kilo sakızın çiğnenmeden yutulması gerekir." İşte sakız için basit gerçek bu.
Peki bir nevi mucize olarak kabul edilen yeşil çayın kanseri önlemesiyle ilgili neler açıklanıyor dersiniz. "Yeşil çayın kanseri önlediğine dair farmakolojik araştırmalar yapılmış değil. İçerdiği polifenollerin antioksidan etkisine bağlı hayvan deneylerinde kanser hücrelerini bastırdığı iddia edilmekle birlikte, bu durum insan hücrelerinde ne yazık ki kanıtlanamadı. 2005 yılında 60 binden fazla denekle Japonya’da gerçekleştirilen bir araştırmada, yeşil çayın kalın bağırsak kanseri riskini azaltmadığı gösterildi. Zayıf kanıtlar nedeniyle çay paketlerinin üzerine Kanserden korur’ ibaresinin yazılmasına izin verilmedi." Bu ve bunun gibi doğru olduğuna inandığımız pek çok yanlış bu kitapta yer almakta ve yalın bir dille okuyucusuyla buluşmakta. Ön yargılarımızdan kurtulmak için "Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp" düsturuyla okuyalım ve bilgi denizi içinde boğulmadan doğruyu bulalım.
Esen kalınız.