Sabah, hastaneye erken geldim. Bu nedenle, günlük mesai öncesinde biraz boş zamanım var. İnternette, Medimagazin yazılarım nerelere ulaşmış, diye şöyle bir geziniyorum. İnternet ortamı, uçsuz bucaksız bir okyanus gibi. Yazılarımdan bazılarını, şimdiye kadar, adını bile duymadığım sitelerde okuyorum. Aralarında konuyla ilgili olan eleştiriler de var.
Bir yerde seviniyor insan, yazdıklarım önemseniyor, okunuyor diye. Yazdıklarımı onaylayan da var, fikirlerime karşı çıkıp eleştiren de var. Doğal olarak, her türlü eleştiriye açıktır yazılanlar. Beğenen de olur, beğenmeyen de. İsteyen istediği siteye gönderip, yeniden başkalarınca okunup değerlendirilmesini sağlayabilir. O sitenin okurlarınca da okunur. Tekrar eleştiri ve beğeniye sunulur.
Diz üstü bilgisayarların, ısı salınımları nedeniyle, erkeklerde spermler üzerine olan olumsuz etkileri üzerine olan yazı pek çok yere gitmiş. Kravat takma ile ilgili yazım da öyle. Özellikle genç arkadaşlar, kravat takma önerilerime çok karşı çıkmışlar. Ben yazımı daha çok öğretim üyeleriyle ilgili olarak kaleme almıştım. Olsun, gençler de kendi karşıt görüşlerini yazmışlar.
Aile ve iş ortamıyla ilgili olan yazılar da internette çok dolaşıyor. Karşı çıkan da var, onaylayan da. “Çipli dünyalar” başlıklı yazım ile ilgili karşıt yazılar da gelmeye başladı. Çip takılarak, her hareketinin başkalarınca kontrol edilebilir olması ürkütüyor insanları. Özgürlüklerinin başkaları tarafından sınırlandırılmasını kim ister? Ancak, teknolojideki sınır tanımayan gelişmeler, teknolojiyi geliştirenlere maalesef bu imkânları da sağlıyor.
Gökyüzündeki uydulardan, caddelerdeki MOBESE kameralarına kadar, neredeyse her yerde takip ediliyor insan. Kamera sistemleri, müzeler, metro, alışveriş merkezi, otopark, hatta apartmanlara bile kurulabiliyor. Bu gelişmeler, bir yerde bireyleri de yakından ilgilendiriyor. Cebinizdeki kartlarla, alışverişleriniz, hatta sosyal yaşantınız dahi kontrol edilebiliyor. Bu nedenle bazı okuyucular eleştiri yazılarında, “Her hareketimiz kontrol mü edilecek?” kaygısını dile getiriyorlar.
İşte böyle, çağımız iletişim çağı. Bireyler, toplumlar, ülkeler, olumlu ya da olumsuz, yakın uzak demeden tüm yaşayanları etkiliyorlar. Yazılanlar, yazdıklarımız, sadece yazıldıkları yerde kalıyor diyenler, tek kelime ile aldanırlar. Bu nedenle yazdıklarımız, günün birinde, “Sen günün birine şöyle yazmıştın” diye önümüze konulabilir, yüzümüze vurulabilir. Hiç tanımadığımız biri, olabildiğince eleştirebilir, bize yazdıklarımız için kızabilir bile.
Tam Gün yazımla ilgili eleştiriler de başladı. Hekim olmam nedeniyle, Tam Gün gibi kısıtlamalara, başından beri karşıyım. Bunu her zaman dile getiriyorum.
Hekimlere verilmiş olan, “hastanede çalışırken, aynı zamanda muayenehane açma yetkisi”nin elimizden alınıyor olmasını kabullenmem mümkün değil. Tam Gün’cülerin eleştirileri, kendilerinin bu şekilde daha çok kazanacakları yönünde.
Ancak bunun ne kadar gerçekleşeceği, işte orası şüpheli. Günde, iki yüz hasta bakarak, gece 24 e kadar çalışarak olacaksa, bu gerçekçi değil. Kimse bunu başaramaz. Doğrusu devlet, bu parayı vermez. Veremez.
Hiç ameliyat yapmazsanız, komplikasyonunuz da olmaz. Bunun gibi, hiçbir iş yapmazsanız, sizi eleştiren de olmaz. Yazıyorsak, doğal olarak birileri de bizi eleştirecek
İşte bu yüzden, yazdıklarımızı toplumun her kesimine, iyi ifade etmemiz gerekiyor. Yazdıklarımızın dün, bugün, hatta yarın bile arkasında durmamız gerekiyor.
Doğruluk deyince, akla neler neler geliyor. Gelin size, Yunus Emre’den doğrulukla ilgili bir şeyler anlatayım.
Molla Kasım adında birisi, Sakarya Nehri’nin kıyısında Yunus’un şiirlerini okumaya başlamış. Okuduklarını beğenmeyip, yüzlercesini nehre, yüzlercesini havalara savurmuş. Ta ki, Yunus’un bir şirini okuyana kadar. Bakın, o şiirde ne demiş büyük ozanımız.
“Derviş Yunus, sözü eğri büğrü söyleme,
Bir gün seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.”
Yaptıklarına bin pişman olan Kasım, kalan yüzlerce şiiri atmayarak saklamış. Bu nedenle; derler ki, Yunus Emre’nin şiirlerinin yüzlercesini gökyüzünde kuşlar, yüzlercesini denizlerde balıklar, yüzlercesini de yeryüzünde insanlar, yüzyıllardır okur dururlarmış. Sorayım bakayım, siz bugün Yunus’un hangi şiirini okudunuz?
Bizler de, yaptığımız işleri düzgün yapmalıyız. Yazdıklarımızı doğru yazmalıyız. Zira şimdilerde, okuyanlar yazılanları hemen eleştiriyorlar. Okumayanlar mı, onlara “Hayırlı işler, bol kazançlar” demekten öte bir diyeceğim yoktur.